Sanal medyada dün sabah Arsen Angı arkadaşımızın “Shevson” marka pijamalarla ilgili muhteşem bir paylaşımını okudum...

Yıllardır o pijamaları giydiğini ve artık üretiminin olmadığını anlattı...

Shevson...

Atık üretiminin olmadığını biliyordum ama bir daha okuyunca çok üzüldüm...

Yıllarca biz de o pijamaları giydik...

Babam, bana üniversite yılarımda her yıl bir çift Shevson pijama aldı...

O pijamaları, yıllarca her yere taşıdım.

-*-*-

Londra’da yaşadığım yıllarda, çocuklarımın bebekliğinden itibaren o pijamaları, onların da yaşamına soktuk...

KKTC’ye her tatile geldiğimizde, o pijamalardan alırdı babam...

Çok meraklıydı...

Çünkü, kendisi de onlardan giyiyordu ve hem rahattı, hem ısıtıyordu...

-*-*-

Arsen Angı’nın shevson pijamalarıyla ilgili anısını okuyunca, duygulandım...

Benim anılarım aklıma geldi...

-*-*-

Çok yakın bir arkadaşımın kayınpederi, Londra’daki en zengin Kıbrıslı Türklerden biriydi...

Bir gün, arkadaşın kayınpederi, uzun yıllar değiştirmediği otomobilini değiştirmek için bir galeriden randevu almıştı.

Eski BMW’sunu, yeniyle değişecekti...

Arkadaşla dışarı çıkacaktık; kayınpederi “siz de gelin, arabaya birlikte bakalım, oradan gidersiniz” dedi, öyle yaptık.

-*-*-

Galerideydik...

Amca arabasını seçmişti; sonra oradaki bir başka arabaya da bakıp, damadına döndü ve “al be gelmişken bir tane da sen!” dedi...

“Gelmişken bir araba al” diyebilecek maddi gücün çok ötesindeydi gücü!

-*-*-

Ertesi gün iş için KKTC’ye gelecektim...

Bir turizm firması için fotoğraf çekimi yapıyordum; ülkedeki bir çok turistik tesisi üç gün – hafta sonu, görüntüleyip geri dönecektim...

Gelir gelmez, babam, “gel gidelim Orhan Şevket’ten çocuklara Shevson alalım” dedi.

Shevson, tabii ki pijama...

-*-*-

Gittik!

Çocuklara ikişer çift aldık...

20 yıl kadar önceydi...

Babam, döndü, bana baktı, “... Be, gelmişken al be sen da bir tane Shevsoncuk” dedi...

-*-*-

Gülmeye başladım...

Bir gün önce, “gelmişken, al be sen da bir tane” denilen, binlerce sterlinlik BMW’ydu...

Babamın teklifi “beş – on sterlinlik” pijamaydı...

-*-*-

Haaa unutmadan, Shevson’un sadece pijamaları değil, Gülseren’e askerlik yapmaya giderken, önünde “Y” harfli donları ve askılı beyaz atletlerinden de bolca almıştım... Yıllarca da giydim...

-*-*-

Bunları neden mi anlatıyorum?

Bilmem!

Aslında, hayatım boyunca makam – mevki peşinde koşmadığımı; iki don ve bir pijamaya çok mutlu olduğumu anlatmak istedim belki...

-*-*-

Çok mutlu bir insan oldum hep...

Ve çok çalıştım...

Kimseden nefret etmedim...

Ama benden nefret edenler oldu nedense!

Bazen kendi kendime sordum; “bu insanlar neden benden bu kadar nefret ediyor?”

-*-*-

Kimisi, Kıbrıs sorunuyla ilgili düşüncelerimden; kimisi, işimi iyi yapıyor ve yönetimleri eleştiriyor oluşumdan dolayıydı...

Eleştirilmekten hiç çekinmedim; ama iş ekmeğimle oynanmasına, bana küfür edilmesine geldiğinde haliyle tepki verdim...

-*-*-

32 yıla yakın bir süredir; en az 12 bin adet köşe yazısı yazdım...

5 binden fazla televizyon programı yaptım...

Söyleşi yaptığım insan sayısı belki de 5 bindir...

Saymadım...

Yüzlerce insanın yaşam öykülerini kaleme aldım...

Binlerce haber yazdım; binlerce fotoğraf çektim.

-*-*-

Sürekli kendimi geliştirmek; hep daha çok şey öğrenmek, yeni şeyler kazanmak için uğraştım...

Dört üniversitede, mesleğimle alakalı iki farklı dilde, 10’dan fazla farklı ders verdim. Hala veriyorum... Büyük de keyif alıyorum çünkü her ders, yeni şeyler öğreniyorum...

-*-*-

Günde ortalama 50 köşe yazısı okuduğum olmuştur...

Çok değerli üstatlarla çalıştım...

Mehmet Ali Akpınar’dan gazeteciliğin temelini; Reşat Akar’dan gazeteciliği yaparken aynı anda o mesleği yaşamayı öğrendim...

Ahmet Tolgay’ın ve Hasan Hastürer’in yazı disiplinine; Akay Cemal’ın yıllardır yazıyor oluşuna; Şener Levent’in edebiyatı - köşe yazısı ile en mükemmel seviyede buluşturmasına hayran oldum.

-*-*-

Ve Ersin Tatar, Cumhurbaşkanı seçildi...

Tüm ülkenin cumhurbaşkanı...

“Bizimle çalışır mısın? Çalışırsan, neler yaparsın?” sorusunun da yer aldığı, bir “mülakatımsı” toplantımız oldu.

Anlattım.

Dinledi.

“Görevin şudur, başla” dedi.

-*-*-

Cumhurbaşkanı Tatar’ın siyasetinin medyaya ve dolayısıyla da topluma aktarılmasının koordinatörlüğüdür “başla” denilen iş...

Daha önce bu görevi, sevgili arkadaşımız, meslektaşımız Ali Bizden yapıyordu...

-*-*-

Askerlik dahil olmak üzere; bugüne kadar her yaptığım işi, ciddi anlamda başarıyla tamamladım...

Evet, övünüyorum...

Mütevazı davranacak değilim...

Kıbrıs sorunuyla ilgili bakışımın, sonuçta “çözümden yana olmak” adına, herkesle buluştuğu ve uyuşabildiği inancındayım...

Ama Cumhurbaşkanlığı’ndaki görevim, “benim ne düşündüğüm”le alakalı değildir.

Evet, sevgi ve saygı içermektedir ama görevim, tamamen profesyonel kapasiteyle çalışmaktır.

-*-*-

Kimseye bir zararım olmadı...

Bundan sonra da olmayacak...

Her yaptığım işte olduğu gibi; yine bu işi de çok severek yapmaya devam edeceğim...

Sevgi dolu mesajlar gönderen, telefonla kutlayan herkese sonsuz teşekkürlerimi sunarım...