The Crown…

Netflix’te yayınlanıyor…

Sezon sonuna geldi…

Bu diziyi izleyen herkes, üstelik de istisnasız bir şekilde, Veliaht Prens ya da Galler Prensi Charles ve eşi Camilla’dan nefret ediyor…

-*-*-

Charles ve Camilla arasında bir ilişki vardı…

Sonra Charles, 18 yaşındaki Diana’yı beğendi.

Ama aslında Diana’dan önce, ablasını beğeniyordu da ablası evlenmek üzereydi.

Charles, Diana’nın ablasına, “bana kız kardeşini ayarla” dedi resmen.

-*-*-

Derken Charles ve Diana evlendi.

Ama Diana, Charles’ın hala Camilla ile görüştüğünü biliyordu.

Camilla başka bir adamla evliydi.

O adam da Charles ile ahbaptı.

-*-*-

Derken, “evlenmek istemezdim, ayrılacaktım, boynuzlanıyorum” diyen Diana da yakışıklı binbaşı Hewitt ile “sevişmeye” başladı.

Bu kez, Charles, “ayrılmak istiyorum” dedi…

-*-*-

Dizi, bir yandan İngiliz sömürgeciliğinin; öte yandan Avustralya, Güney Afrika ve Kuzey İrlanda diplomasisinin muhteşem “kesitlerini” de aktarıyor…

IRA meselesine dokunuyor.

Demir Leydi unvanlı dönemin Başbakanı Margaret Thatcher’in Kraliçe ile kavgasını sergiliyor.

Bunun, Dünya ekonomisi, sömürgecilik hastalığı, ulusal çıkar, siyasi çekişme ile birlikte muhteşem bir keyfini yaşatıyor.

-*-*-

Dizi film.

Ama adeta belgesel gibi sunuluyor.

Çünkü “gerçek hayattan” da alıntılar söz konusu…

-*-*-

Haliyle ne oluyor; Netflix, sokaktaki her İngiliz’e, örneğin Charles ve Camilla’yı “canavar”, Diana’yı “masum bir bebek”, Kraliçe’yi de “bayağı kötü ve soğuk” olarak gösteriyor…

-*-*-

Benzer diziler de var…

Kraliyetin ilişkilerini anlatan…

Bir tanesinin tanıtım veya reklam sloganı çok ilginç…

Özetle şöyle, “… Kraliyet ailesi mensuplarının her şeyleri var. Paraları, zenginlikleri, lüksleri falan ama bir tek şeyleri eksik; beyin”…

-*-*-

Şimdi, Kraliyet görevlileri, Netflix’i, “Kraliyet ailesine ama en başta da Charles ve Camilla’ya karşı nefrete sebep olmakla suçluyor.”

İngiltere, bu diziyi tartışıyor.

Gazetelerde, ön sayfalarda bu dizi ile ilgili haberler, yorumlar var.

-*-*-

Netflix’in yayınları, sosyal medyada insanların görüşlerini açıkça belirtmesini de haliyle beraberinde getiriyor ve nefret yayılıyor.

-*-*-

Dizi şu anda sezon sonunda…

Yeniden başlayacak…

Eğer aynı “tonda” renk ve ses verirse; emin olun Prens Charles, annesinin yerine tahta geçmekten feragat bile edebilir.

O derece yani…

-*-*-

Sadece Charles ve Camilla değil; 100 yaşlarındaki Kraliçe ile kocası Philip de Netflix’teki diziden nasibini fazlasıyla alıyor…

-*-*-

Ve haliyle, “sosyal medya çok iyi örgütlenirse; yıkamayacağı, deviremeyeceği hiç bir dağ olamaz” gerçeği gözümüze gözümüze sokuluyor…

-*-*-

Ersin Tatar, çok iyi bir insan…

Eşi Sibel Tatar ile çok uzun zamandan beri çalışıyorum; hem çok iyi bir insan, hem çok iyi bir yönetici…

-*-*-

Medya ilişkileri anlamında, bir şeyler yapıp yapamayacağımızı konuştuk…

Bu konuda “profesyonel anlamda” ve hem Ersin beyin hem de benim İngiliz kültüründen aldığımız görgü doğrultusunda, “civil servant” anlayışı ile kendisi için çalışabileceğime karar verdik…

Özellikle Sayın Sibel Tatar ve Müsteşar Okan Donangil ile “projelerimizin neler olacağını” da tartıştık…

-*-*-

Tabii ki “bu zihniyetle çalışmanın bir sıkıntısı olmayacaktı”…

Kaldı ki, yapacağım işle ilgili olarak kendime çok güveniyordum ve alacağım maaş da beni bayağı rahatlatıyor olacaktı.

-*-*-

Ama bir de “bu zihniyet dışındaki zihniyetler” vardı.

Geleneksel KKTC zihniyetleri…

Profesyonelliği kabullenmeyen; duygusal zihniyetler…

Kim bilir belki de o zihniyetler, bu coğrafyada haklı olan hatta doğru olan zihniyetlerdi.

-*-*-

Daha önce de yazdım.

Benim “siyasi duruşum” ile “profesyonel kapasitemi” ayırt etmeyi başaramadığımız için, Ersin bey yine saldırıya uğramıştı.

-*-*-

Saraya iletişim şeyisi olarak atanmamla ilgili henüz resmi bir evrak da yoktu…

Hal böyle iken, Cumhurbaşkanı olmasının çok ötesinde, “abi” dediğim kişiyi ve O’ndan çok daha değer verdiğim eşini neden sıkıntıya sokacaktım ki?

Prestij?

Para?

Elbette emeğimin karşılığını isterim ama bana göre şeyler değil bunlar!

-*-*-

Ersin beyin eminim bu ülke için yapacağı çok şey vardır…

Halkına, Güney’deki kardeşlerimize, AB’ye ve BM’ye, “egemen eşitliğe dayalı iki ayrı devletli çözüm hayalini” anlatacak…

Halkın tüm sorunlarıyla ilgilenecek…

Beş yıl kadar sonra bir seçim daha yaşayacak…

-*-*-

Ben siyasetçi değilim…

Bulunmaz Hint Kumaşı hiç değilim…

Sosyal medya trolleri ya da işi gücü Dalton Kardeşler gibi sadece soygunculuk olanlarla uğraşacak halim yoktur.

-*-*-

Sonuçta sağdan ya da soldan “bu görevi aldığım saniyelerden itibaren” bana sövenler için, “dostum” olup olmadıklarına bakarım; tanıdığım biriyse üzülürüm geçer… Tanımadığım biriyse gülümserim geçer!

Ama asla Ersin Tatar’ı, Sibel Tatar’ı ve çocukluktan arkadaşım Okan Donangil’i; sosyal medyada veya her hangi bir arenada, kimseye ezdirmem…

Benim yüzümden zarar görmelerini asla istemem.

Teşekkür ederim, işime dönerim ve bir kaç günlük Silihtar anılarımı gülümseyerek ileride belki yazarım…

-*-*-

Haaaaa, kimse “Türkiye müdahale ediyor” demesin sakın…

Yukarıda da belirttiğim gibi, bizdeki – içimizdeki, doymak bilmeyen, egoları zirvede, kimsenin de sevmediği üç beş Dalton’la uğraşacak halim hiç yoktur…