Bir ilaç ithalatçısı dostum dün öğleden sonra sanal medyada bir paylaşım yaptı!
Ve özetle dedi ki, “... gazeteciler uyuyor musunuz? Türkiye ilaç getirmemizi engelliyor!”...
Sordum, soruşturdum, uyumadım, bu iddia hem doğru hem de yanlış!
Yanlış, çünkü Türkiye devletinin doğrudan böyle bir engellemesi yok!
Yani birileri, “kesin ulan bunlara ilacı” dememiş ama doğru, çünkü ciddi engeller çıkarılıyor ve ilaç gelemiyor!
Hükümet temasa geçecek ve bu sorun çözülecekmiş!

-*-*-

Hükümetten bir kişiyle sohbet etmeye çalıştım, bu konuyu açtım, “... Aman aman aman kapat bu meseleyi, biri duyacak” dedi!
Korktu!
Gerçekten ismi lazım değil çünkü celecek korkusu var!
Konuşursa, “cıssss!”
Öyle alıştılar!
Napsınlaaaar!

-*-*-

Peki geçen gün yazdığım “iki kutu hap” meselesi neydi biliyor musunuz?
Türkiye daha önce KKTC’ye göndereceği sözünü verdiği ve çok pahalı 200 kutu ilacın sadece iki kutusunu gönderdi!
Mesele buydu!
Türkiye’nin kendi ihtiyaçları var ve KKTC’ye bu ilaçları göndermesi mümkün değil!
Haaaa iki kutu geldi mi?
Geldi!
Mete Özmerter uçağa koydu ve getirdi.
İki kutu!
Bir – iki!
İngilizce one - two!
Rumca, ena – diyo!
Ve de brüyooo!

-*-*-

Daha önce de yazdım, bu iki kutu ilaçtan biri “adese teslim, torpilli” biri içindi... (Not: UBP İskele milletvekillerinden her hangi biri ararsa, bu adrese teslim ilacın kim için geldiğini anlatırım.)
Öteki tek kutuyu da KKTC yetkilileri alamadı, bir başka “yetkili” aldı, “bizde dursun, gerekirse biz veririz” dedi.

-*-*-

İş insanı Halil Falyalı’nın dün ülkeye getirdiği 200 kutu ilaç bu ilaçtır...
Bu ilaçlar normal zamanda da pahalı.
Kutusu 150 Euro.
Ama Halil Falyalı kutusuna 2 bin Euro ödeyerek, bir ay süren uğraştan sonra ilaçları dün ülkeye getirtti ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Ali Çaygür ile Tabipler Birliği Başkanı Özlem Gürkut’un huzurunda, devlete bağışladı.

-*-*-

Evet, çok zor günlerden geçiyoruz.
Bu zor günler, “şunu suçlayalım, bunu eleştirelim, Rum’dan almayız, Japon’dan içmeyiz, Fransız’dan yemeyiz”le geçmez.
Türkiye’yi de suçlamaya gerek yok.

-*-*-

Ama artık propagandaya hiç ama hiç gerek yok.
Eleştiriye de, kızıp bağırıp çağırmaya da, yalana da gerek yok!
En güzeli bu meselelere hiiiiiç girmemek.
Gerçeği bilmek ve aynı zamanda saptırmamak...

-*-*-

Türkiye bize şu anda yardımcı olamaz, çünkü o ilaçlar kendi vatandaşına lazım.
“Ayrımız – gayrımız olamaz” mı diyorsunuz?
Elbette savunma, Doğu Akdeniz’deki doğal gazın paylaşımı, uluslararası siyasette ayrımız gayrımız olmayabilir ama bu konuda belli ki varmış!

-*-*-

Biz kendi işimize bakalım.
Halil Falyalı ödedi, 200 kutu ilacımız geldi.
Allah O’ndan razı olsun, Allah evlatlarını, sevdiklerini bağışlasın...


-*-*-

Şimdi gelelim hükümete...
Hükümet veya tüm hükümetler; bu ülkeyi ne zaman yönetti?
Ne zaman çok ciddi ulusal bir strateji hazırladı?
Ne zaman bu ulusal strateji uygulamaya koydu?
Hiç bir zaman!
Hiç bir hükümet!
Çünkü hepsi bağımlıydı, bağlıydı!

-*-*-

Bu ülkenin para politikası, maliye politikası, savunma politikası, eğitim politikası, din uygulaması, bayındırlık – ulaştırma ihaleleri ve uygulamaları, suyu, maaşları hep bağımlı değil miydi?
“... Tamamen bağlayın bitsin, gitsin, herkes ne yapacağını bilsin” de demedik mi?
Ben şahsen dedim!
Hala da diyorum!
Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye toprağı olması için gelin referandum yapalım!
Evet demezsem namerdim!
Ama yapamazsınız ki!
Şu anda tüm Dünya karışık ama yine yapamazsınız!

-*-*-

Yaptığınız neydi; hep idare - i maslahat!
Korkuyla, propagandayla ve ideolojik ayrımcılıkla yönetmek...
Bizden olanlara basın krediyi, yaratın her türlü olanağı; bizden olmayanları hain ilan edin, meseleyi sürdürün.
Düşünün; yıllardır hiç bir hükümet, “... Türkiye’den para gelmedi” demeye dahi hep çekindi.
Oysa gelmedi!

-*-*-

Haaaa gelmeli mi?
Hayır!
Gelmemeli!
Kimsenin parasına muhtaç olmamak en doğru olandır!
Ama benim tüm kapılarım, senin çıkarların yüzünden kapalı kalacaksa; o zaman da bunun karşılığının bir şekilde olması lazımdır!

-*-*-

Yıllardır bu ve buna benzer yazılar yazarım.
Yemediğim baskı, yaşamadığım dışlanma, işitmediğim hakaret ve küfür kalmadı!
Artık sona geldik.
31 yıldır ilk defa yazılarım “basılı gazete” dışında yayınlanıyor.
Bu bir teknolojik tercih değil; zorunluluk...
Çünkü yazı yazdığım gazetenin sahibi hapiste...
Kimse de kusura bakmasın, bu genç adamın hapiste olmasının sebebinin...
Neyse...

-*-*-

Önümüzdeki seçenekler mi?
Yani ne mi yapabiliriz?
Korona virüs salgını ile ilgili her tedbirini alkışladığım hükümetin şu anda tavrını net bir şekilde belirlemesi gerekiyor.
Önceleri, “Bu kadar çok devlet memuru ve devletten maaşlının olduğu bir ülkede, maaşlar ödendiği sürece, kimse sokağa inip de eylem yapamaz, yapmaz” diye düşünürdüm...
“Maaşını alan siner” derdim.
“Dolayısıyla hükümet maaşları ödesin, sorun yoktur” inancındaydım...
Ama şimdi açlık başlayacak...

-*-*-

Gazeteciler dahil...
Kısacası, sinip beklemenin dışında kalan ikinci seçenek, bu memlekete sahip çıkmaktır.
Battık, parasızız...
Mevcut hükümet de bu memlekete sahip çıkma hareketine katılırsa katılır... Hatta dilerse, buna öncülük de eder...
Değilse...
Kısacası bundan sonra da, bundan önceki gibi yönetileceksek...
Yani Korona virüs öncesindeki gibi yaşayacaksak, daha iyisi hepimiz bulaşalım, ateşlerde yanalım, nefesimiz kesilsin, ölelim!
Ama bunca yıldır yaşadığımızı bir daha yaşamayalım!
Kimse kusura bakmasın, salgın öncesindeki gibi yaşamak istemiyorum...
Siz istiyorsanız, çok yaşayın!
Diyecek başka bir sözüm yoktur!