Tanımış olmaktan dolayı büyük gurur duyduğum çok değerli iki büyüğümüzü ve bir de kardeşimizi yitirdik son bir kaç gün içerisinde...

Atay Coşkuner, Mertdoğan Soyalan ve Rıfat Kamçılı...

-*-*-

Atay abi Baflı...

Ama ben O’nu Yeşilırmak’ta komutanlık yaparken tanıdım...

1974’ün hemen sonrasıydı, zaten akabinde de sanırım emekli olmuştu...

Eşine, evlatlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim...

Hep gülen yüzüyle hatırlayacağız...

-*-*-

Ve Mertdoğan Soyalan...

Aileden biri gibiydi...

İlaç Eczacılık Dairesi’nde ablamın müdürüydü...

Çok çalışkan, çok bilgili, çok dürüst bir insan...

Ve çok büyük bir kayıp...

Eşine, tüm sevenlerine başsağlığı dilerim...

-*-*-

Ve gelelim kardeşimize...

Herkes O’nu “Rıfat Arap” diye bildi; esmer teninden dolayı...

Ten rengi ile ilgili şaka bile artık yasak...

Ancak yasak olsa da, “Rıfat Arap”, “Rıfat Kamçılı”dan daha çok bilindi...

-*-*-

O’nu askerde tanıdım...

Gülseren Eğitim Taburu’ndan asteğmen olarak “mezun” olduktan sonra kuramı çektim ve doğup büyüdüğüm bölgede (Lefke bölgesi) askerlik yapma şansını yakaladım...

Sene 1989...

Gemikonağı’nda o dönemlerde bilmem kaçıncı tabur vardı...

(Kaçıncı tabur olduğunu biliyorum canım da hani o günlerde istihbarata karşı koyma diye bir şey öğretmişlerdi, uyguluyoruz, o yüzden rakamı söylemedim...)

-*-*-

Neyse...

Rıfat, iri kıyım bir kademe elemanıydı...

Rütbesi “er”di ama “takım” gücündeki kademenin sanki alay komutanı gibiydi...

Hep güler, şakalaşır, bağırarak konuşur ve takım komutanı assubayın taklidini yapmaktan büyük keyif alır ve keyif verirdi...

Bir tek bölük komutanına “komutanım” dediğini işitmiştim...

Ötekilere “n’oldu be gumandan” gibi seslenişleri vardı...

-*-*-

Askerlik bitti; her karşılaştığımızda mutlaka sarıldık, kucaklaştık...

Bir ara Güney’de çalıştı...

Kendi işini kurdu...

Aradan 30 yılı aşkın süre geçti; tertipleri veya bölükten arkadaşları daha sık buluşuyor olabilirdi ama son kez Mağdurlar Meyhanesi’nde, o dönemi bir miktar ucundan da olsa yakalamış askerler, ben, tertibim Menteş Gündüz teğmen (milletvekilimiz) ve bölük komutanımız Metin Eray yüzbaşı (Emekli albay) buluştuk...

30 kadar kişiydik...

Çok eğlenceli bir akşamdı.

Ve Rıfat o akşamın da, tıpkı askerlik günlerinde olduğu gibi “yıldız”ıydı...

Neşe kaynağıydı...

Metin Eray’ı gülmekten bayıltacaktı...

-*-*-

O akşam da, ondan önce de, “şu sohbet” dikkat çekiciydi...

Rıfat’ın da dile getirdiği bir “sohbet” konusuydu bu...

“Bu ülkeyi sevmek ve savaşmak”...

En genci 45 yaşında o insanlar, Metin Eray komutanımızla, gerekirse, gözünü kırpmadan savaşırdı...

Ve Rıfat dahil, o akşam, o meyhanede buluşanlar, dernekçilik ya da siyasetçilik sahnesinde milliyetçilik şovu yapan salon züppelerinden değildi.

Hiç de olmamışlardı...

Bu ülkenin gerçek insanlarıydı.

Sahtekar çıkarcılar olmamış insanlardı...

Savaşta saklanıp, şimdi meydanlarda milliyetçilik taslayan sahte kahramanlar değildi onlar...

Ülkenin, her zaman ölmeye hazır gerçek insanları ve sapına kadar emekçileriydi...

-*-*-

Evet, Mertdoğan abi, Atay abi ve Rıfat artık aramızda değil...

Elbette herkesin gideceği yere gittiler...

Bundan hiç birimiz kaçamayız, er ya da geç, o yolculuğu yapacağız...

Ama bu güzel insanlar, bu gerçek vatanseverler, bu isimsiz kahramanlar tek tek tükenirken; geride kalan gösteriş ve çıkar meraklıları ile “üzgünüm ama”; “çok ve de çok sonradan gelmeler” bize “hava” basıyor...

Hava basmak bir yana, milliyetçilik dersi vermeye kalkıyor!

Hükümet kurdurtuyor, bozuyor, istifa ediyor, parti kuruyor!

Hatta Türklük öğretme cüretine başvuruyor!

Aşırı dozda züppelik yapıyor!

Arsayı, krediyi, terfiyi, makamı kimisi de “vatandaşlığı” (ne işe yarıyorsa) alıyor!

-*-*-

Biliyor musunuz, bu ülkede Rum veya Türk fark etmez, hiç zengin şehit yoktur...

Ya da istisna olarak bir kaç kişi vardır...

Bu ülkede, günümüzde bile, zengin ve vergi kaçakçılarının çocukları askerlik yapmamaktadır.

Her şekilde kaytarmakta, kaytarmak için, babaları mecliste yasalar bile geçirmektedir.

-*-*-

Haaaa, askerlik yapın veya yapmayın; sizin bileceğiniz bir iş...

Kaytarın; sonra asın dev Türk bayraklarını evinizin önüne...

Bedelliden falan yırtın; sonra asın KKTC bayrağını da iş yerinizin duvarına...

Ama kalkıp da bize milliyetçilik raconu kesmeyin; haddiniz değildir!

-*-*-

Askerlik mi?

Yapmasaydık, bunca güzel arkadaşımız olmazdı...

Yapmasaydık, Rıfat Arap’ı tanımayacaktık...

İyi ki yapmışız...

İyi ki Rıfat diye Şilluralı bir adamı tanıdık, sevdik ve O da bizi sevdi...

Dün Şehsuvaroğlu, Nafi onbaşı, Hacıveli, Demirkıran ve ben son görevi yerine getirdik...

Hacıveli, “asker arkadaşları” diye bir de çiçek yaptırmış...

-*-*-

Sevgili Rıfat’la en son telefonda konuştuk ama hastanede ziyaretine gidemedik...

Pandemi mazeretine sığınmak ne kadar dürüst olur bilemem ama seni sevdik Rıfat arap, bunu bil...

O taraftakileri “gülmekten gebertip” bu tarafa geri gönderir misin bilemem ama eminim ki, varsa “oraları” diye bir yer; sen gittiğin için mutlu olacaklardır...

Hoşça kal Rıfat Arap...

-*-*-

Mertoğan Soyalan, Atay Coşkuner, Rıfat Kamçılı yaşamını yitirdi...

Bu ülkeyi karşılıksız sevmiş insanlardı onlar...

Şimdi mi?

Karşılıksız sevmek; yeni dönemin olayı değil!

Şimdi, karşılığını alacaksınız ve severmiş gibi yapıp, bir de gerçek vatan evlatlarına ayar çekeceksiniz!

Zaman o zaman!

İki paralıklar mı desem; “gahbe Makaryos” diye iç mi çeksem bilemiyorum!

Ama kızgınım!

-*-*-

Rıfat, Mertdoğan abi, Atay abi gidiyor; ayıptır söylemesi, bize ayar çekme hadsizliğini göstermekten vazgeçemeyen çok yeni gelmeler; yeni dönemde, sahte milliyetçilik, dincilik, hırsızlık, çıkarcılık oynuyor ve ensemizde bir de bullez gavuruyor!

Ve acıdır ama tükeniyoruz!