Gündem Kıbrıs Özel

Dünya uzunca bir süredir, Covid-19 salgını ile boğuşuyor. Salgının sağlık açısından yarattığı tahribatın yanında, ülke ekonomileri de ciddi yaralar aldı. Bilhassa bizim gibi, ekonomik kalkınmasını tam olarak sağlayamayan, küçük ülkeler bu krizi daha belirgin hissetmeye başladı. Biz de bu süreci Ekonomist Yrd. Doç. Dr. Ayşem İyikal Çelebi ile konuştuk. Pandeminin KKTC ekonomisi üzerinde en zararlı etkisinin ülkemizde lokomotif sektör olarak kabul edilen turizm, yüksek öğrenim ve inşaat sektörlerinde yaşandığını söyleyen Çelebi, bu sektörlerin ülke ekonomisine sağladığı çarpan etkisini de geniş ölçüde sekteye uğrattığını vurguladı. 


İçinden geçmekte olduğumuz salgın sürecinde tüm Dünya ekonomisi olumsuz etkilendi. Bu ülkemize nasıl yansıdı?

Dünya piyasalarında yaşanan panik ve korku, ekonomide ani ve derin resesyon dediğimiz küçülme tahminleri ve gerçekleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yarımadasını da geniş ölçüde sarsan ve tüm dengeleri alt üst eden bir salgındır. 10 Mart 2020 tarihinde ilk vakanın tespit edilmesiyle birlikte hızlı bir şekilde ekonomik faaliyetler durmuş ve sıkı izolasyon stratejisi başlatılmıştı. Sıkı izolasyon stratejisi geniş bir toplum kesimini aktif hayattan çekmeyi gerektirdiği için ekonomik maliyeti ülkemiz ekonomisi üzerinde yüksekti. Ardından 4 Mayıs 2020 tarihinde kademeli olarak başlayan açılma sürecine kadar sadece gıda ve sağlık başta olmak üzere çok temel hizmetlerin sunulabildiği bir dönemden geçildi. Pandeminin KKTC ekonomisi üzerindeki en belirgin etkisinin iç piyasa faaliyetlerindeki duraksamanın yanı sıra esasta cari işlemler dengesinde ve dolayısı ile ödemeler dengesinde yaşanan bozulmadır. Buradan hareketle, cari işlemler dengesindeki bozulma dış ticaret açığına bağlı dengesizliğin pandemi öncesinde olduğu gibi devam etmesine ve cari işlemler dengesinin de negatife dönmesiyle dış açığın ciddi oranda büyümesine sebep olmuştur. Pandemiden dolayı yaşanan sıkı izolasyon ve kapanma sonucunda kamu ve reel sektör gelirlerinde büyük bir gerileme meydana gelişmiştir. Pandeminin KKTC ekonomisi üzerinde en zararlı etkisi ise ülkemizde lokomotif sektör olarak kabul edilen turizm, yüksek öğrenim ve inşaat sektörlerinin faaliyetlerini durdurması ve geçici süreliğine kapanması ve dolayısıyla bu sektörlerin ekonomimize sağladığı çarpan etkisini de geniş ölçüde sekteye uğratmıştır. İşsizliğin artışı, tüketim harcamaları ve talepte daralma, üretimde durma ve yavaşlama ve hizmet sektöründe küçülme ise dünya genelinde ve ülkemizde yaşanan pandemi sürecinin ekonomi üzerindeki en belirgin etkileridir.

Uzmanlar ikinci dalga uyarısı yapıyor. İkinci dalga adaya da gelirse ekonomi nasıl ayakta duracaktır?

İkinci dalgadan önce Dünya hali hazırda birinci vurgunun şokunu ve etkilerini atlatamıyor ve halen birinci dalga ile savaşını sürdürüyor. Ülkemizde de olduğu gibi şu anda birinci dalganın ağır ekonomik maliyeti ve bu dalganın üstesinden gelebilme çabaları değişken bir durumda devam etmektedir. Bu durumda ikinci dalganın yarım adamız üzerindeki ekonomik maliyeti üzerinde tahmin bile yürütmek çok korkutucu. Vaka sayısındaki artışa paralel olarak tüketici güveni çok zayıf kalıyor ve insanlar tekrar korkma ve saklanma moduna gireceklerdir. İkinci dalga adaya gelirse birinci dalganın etkilerini yaşayan bir ülke ekonomisi nasıl ayakta durabilir ki? Tüm diğer ülkeler gibi KKTC de pandemiden işletmeleri ve istihdamı ayakta tutabildiği ölçüde krizden çıkmayı başarabilecektir. Öte yandan tüm ikinci dalga uyarılarına rağmen, Dünya’nın şu anda geniş ölçüde aldığı karar bu sefer ekonomik faaliyetleri durdurmayacaklarıdır. 


Siz bir ekonomist olarak ekonomide yeni normale dönüşü ne zaman görüyorsunuz?

Ben yeni normal diye bir sözcüğü en yalın haliyle şöyle tanımlamak istiyorum; ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’, ‘Her şey çok değişecek’ ve en önemlisi ise ‘Değişmek zorundayız’ diyorum. 2008 finansal krizi sonrasında, 2018’de yaşanan kur savaşlarında da aynı cümleleri duymamış mıydık? Kısacası değişim hayatımızın hep bir parçası değil mi? Fakat sanki bu pandemiyle Dünya tarihinde çok farklı tecrübelerle karşı karşıya kaldığımız bir değişim içerisindeyiz. İnsanlık çok büyük bir bilimsel ve toplumsal sınavla karşı karşıyadır ve bu sınav sonucunda önce sağlıkta ve sonrasında ekonomide geçerli not alabilirsek yeni normale dönebileceğiz. Bilimsel tüm araştırmaların ortaya koyduğu en belirgin varsayım 2020 yılında tüm ülkelerin ekonomik daralma ile yüzleştiğini ve bazı ülkelerin 2021 yılı içerisinde kısmı bir toparlanma gerçekleşebileceğini ve diğer tüm ülkelerin ise 2021 yılı sonrasında ekonomide yeni normale ve dolayısıyla ekonomik büyümeye geçebileceğini öngörmektedir.

Peki bu süreçten ne gibi dersler çıkarmalıyız?

Bu yaşanılan süreçte insanoğlunun yaşamı adeta koca bir laboratuvara dönüşmüştür, tüm hane halkları denekler haline gelmiş ve herkesin bu süreçten çok önemli dersler çıkardığını ve çıkarması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum. Pandemi hayatımıza etkileri her yönden bilgileri analiz etme gerekçesi duyulan yepyeni bir sayfa açtı. Pandeminin bizlere verdiği derslere ben ‘doğa’ ile başlamak istiyorum. Covid-19 salgının hemen ardından uygulanan karantina ve sokağa çıkma yasakları öncelikle atmosferin kısmi rahatlamasını sağlamasını, ardından insanların eve kapanması, kısa zamanlı ekonomik çıkarlar için gerçekleştirilen üretimin kısıtlanması havayı temizledi ve doğa rahat bir nefes aldı. İnsanoğlu yüzünü bilime döndü ve herkes beyaz önlüğün ve sağlık çalışanlarının emeklerine minnet etti. Bir bilimsel araştırmada okuduğum anlamlı cümle gibi ‘Çünkü ne gerici amaçlar uğruna finanse edilen vakıflar ne de gerçekten zorunlu ihtiyaçların dışında gerçekleştirilen silah yatırımları bu salgını durduramadı’. Daha sonra aile ilişkilerimizi yeniden şekillendirme dersi verdi. Dijitalleşmenin önemini anlattı. Hatta kültürün dahi dijitalleşmesi ve ücretsizleşmesini sağladı. Ekonomimiz dijitalleşti. İstihdamı, üretimi, tüketimi ayrı ayrı pencerelerden değerlendirme ve e-ticarete yoğunlaşma eğilimi dersini verdi.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler kendi tedbirlerini almak konusunda, ne gibi adımlar atmalı?

Öncelikle işletmelerin böylesi olağanüstü durumların etkileri karşısında hazırlıklı olabilmeyi hedeflemelerini öngörmekteyim.  Her işletme işlerinin geleceğini teknoloji, sanal kaynaklar ve yeni tüketici davranışlarına göre şekillendirmelidir. Finansal dış kaynak ve kitle kaynaklarına yönelme, dijital otomasyon, süreli veya yarı zamanlı iş gücü modelleri normale dönüşümün reçetesi olarak düşünülmektedir.


Siz de söylediniz yüksek öğrenim ve turizm ciddi yaralar aldı bu dönemde. Bu iki sektör bizim en önemli gelir kapılarımızdı. Bu iki sektörü yeniden ayağa kaldırmak için neler yapabiliriz?

Turizm ve yüksek öğrenimde talebi yeniden canlandıracak veya istikrarını koruyacak şekilde dış talep destek paketi gibi uygulamalar sağlanmalıdır. Yüksek öğrenimde iyi yönetişim sistemi sağlanarak hizmet kalitesinin artırılması gerekmektedir. Yüksek öğrenim alanında ise hali hazırda stratejik plana bağlı çalışmalarını sürdürmekte olan Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın bu kapsamdaki çalışmalarının tüm üniversitelerce desteklenmesi ve gerek pandeminin etkisiyle oluşan kısa vadeli sıkıntıların aşılmasına gerekse de orta vadede yüksek öğrenimin rekabet edebilirliğini artırmasına katkı sağlanması gerekmektedir. Ülkenin turizm potansiyelinin daha etkin değerlendirilebilmesi için turizme tahsis edilen kaynakların etkin bir şekilde kullanılması, ülke tanıtım reklamlarının etkin bir şekilde yapılması, liman otoritesinin kurulması ve tüm limanların işletmesinin kamu-özel işbirliğiyle yürütülmesi, ayrıca şehiriçi ve şehirlerarası toplu ulaşımın artırılması öngörülmelidir.

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?

İnsanoğlu her şeyin üstesinden gelebilir ve bu pandemi sınavı ile birlikte tarihe acı bir not düşerek öyle veya böyle üstesinden gelecektir. Önemli olan acı reçeteden ve tüm yaşadıklarımızdan iyi dersler çıkarabilmektir. Pandemi ile doğru yaşamayı ve ödün vermeyi öğrenmeliyiz. Şunu unutmamız gerekiyor ki hastalıkla mücadele performansı (daha az ve zamana yayılmış hasta sayısı ve daha az kayıp) ile ekonomik performans arasında bir ödünleşme ilişkisi bulunmaktadır ve hep birisi ödün verecektir. Son olarak söylemek istediğim tüketimin dizginlendiği, yatırımların ve yerli üretken ekonominin ön plana çıkarıldığı tedbirler alınması, demokratik mekanizmalar desteği ile öngörülen makroekonomik hedeflerin şeffaf ve tüm bilimsel gerekçeleriyle birlikte halkımızla paylaşılması, ortak kararlar alınması ve gerekmesi halinde halkın onayı ile birlikte öngörülen düzenlemelere gidilmesi yerinde olacaktır.