Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Bülent Dizdarlı, sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, geçtiğimiz yıl 29 Kasım’da dağ yolunda gerçekleşen ve 3 kişinin hayatını kaybettiği kazanın ardından yaşananları açıkladı. Dizdarlı'nın bu paylaşımı okuyanları çok etkiledi.

İşte o paylaşım:

"29 Kasım 2016 Salı sabahı, yakın zaman dilimi içinde hastanemizin en trajik olayını yaşadık. 

O sabah evimden çıkmış hastaneye doğru yol almaktaydım. Cep telefonumun çalması ile irkildim. Arayan Hastaneydi ve bu saatte aranmam pek hayra alamet değildi. Nitekim gerçekten gelen haber kötüydü. O sabah saat 07:10 sıralarında Girne Dağ Yolu taşocakları mevkiinde Karaağaç’tan Lefkoşa’ya öğrenci taşıyan minibüs ile bir kamyonun çarpışması sonucunda, sonradan hepimizin öğrendiği korkunç kaza olmuştu. 112 Hızır servisimize gelen ihbarla hemen hareketlenmiş Ercan hava limanındaki ambulans dâhil dört ambulans ardı ardına olay yerine yola çıkmıştı. Kaza yerine varan ilk ambulanstan gelen bilgi ise 3 kişinin olay yerinde kaybedildiğini ve 7 ağır yaralının daha olduğu yönündeydi.

Hemen aracımı yana park ederek, doktorlarımızın kayıtlı olduğu WhatsApp ve Facebook gruplarına duyuru yazdım. Bu duyuruda “Tüm nöbetçilerin acil serviste toplanmasını, rutin ameliyatların durdurulup ameliyathanelerin hazır tutulmasını ve tüm cerrahi branş uzmanlarının acil serviste hazır olmalarını” istedim.

Olay yerinden ilk ambulans 7.45 de hastanemize geldiğinde, hazır bekleyen ilk ekip, getirilen yaralıyı alıp tektik ederken, beşer dakika ara ile gelen her yaralı için yeni bir ekip hazır durumda bekliyordu. Doğrusu bu kadar seri reaksiyon vermemize ben bile şaşıyordum ama inanılmaz bir gayretle herkes çalışıyordu. Tüm hekim ve diğer çalışanlar gerek benim gerek yardımcılarımın ağzından çıkan her sözü komut olarak kabul ediyor eksiksiz yerine getiriyordu. 

Netice olarak olay yerinde, kaza yapan araç içinde sıkışan üç canı kaybetmiştik. Yedi vaka ise dört ambulans ile hastanemize yetiştirilmişti. Ekipler hazırdı. Seri bir şekilde tektik tedavi ve ameliyatlara geçildi.

Kan ihtiyacımız doğdu. Sosyal medyadan bu talebi yayınladığım mesaja halkımızdan binlercesi kan vermeye koştu. O kadar ki orada yaşanan izdihamı önlemek için ayrı bir ekip kurmak zorunda kaldık. Sonunda o kadar çok kan vermek isteyen oldu ki, sonraki bir aylık ihtiyacımızı bile karşıladık. Ancak fazlasını teknik olarak da muhafaza etmek ve kullanmak mümkün olmadığından geri gönderdik.
Bu kaza olayı sırasında yaşadığım birkaç olayı aktarmadan geçemeyeceğim.

İlk soku karşılayıp yaralılarımızın tedavilerine başlandıktan sonra, acil servisin önünde ciddi bir kalabalığın toplandığını, bilgi almak isteyen ailelerin zaman zaman taşkınlık yaptığı sinirlerin gerildiği bildirildi. Polis gerekli önlemi almıştı. Saat 10.30 u bulmuştu ve Polis komutanı yanıma gelerek kalabalığa bilginin tarafımdan verilmesini istedi. Aslında bilgi vermek kolaydı da insanların yüzüne karşı evlatlarının babalarının öldüğünü veya ağır yaralı olduklarını söylemek zordu. Üstelik ben vefat eden kişileri görmemiştim. Hatta onlar henüz hastaneye bile getirilmemişti. 112 Hızır servisi arayıp kesin bilgi istedim ve kaza yerinde 3 kişinin kesin vefat ettiğini halen araç içinde sıkışmış olarak bulunduklarını teyit ettim. Hızır serviste görevli arkadaşımın verdiği bilgiye göre minibüs şoförü Denktaş Mutluel, yolcular Esma Sude Demirkıran ve İlayda Öztürk’ün olay yerinde vefat ettiklerini kesin olarak öğrendim. Sonra polislerle birlikte acil servis kapısına yöneldim. Kapı ağzına geldiğimde o mahşeri kalabalığın konuşup bağırmayı bir anda kestiğini hatırlıyorum. Aslında ben kalabalığa çok rahat konuşan bir insanım. Ancak bu kez sesim titriyordu. Ağzımdan kelimeler zorla çıkıyordu. Nasıl çıkmasındı ki? Karşımda bir kadın “Söyleme, ne olur benim kızımın adını söyleme” diye feryat ediyordu. Metin olmak zorundaydım. İsimleri okudum.

Birçok insanın o anda kendini yerlere attığını, duvarlara yumruk tekme attığını gördüm. Acil servis hemşireleri sanki az önce o yoğun işleri yapmamış, hiç yorulmamış gibi bu kez de perişan ailelerin sağlıkları ile ilgilenmeye çabalamaya başlamışlardı. Bu benim başhekimlik süremde yaşadığım en zor anımdı. O kadar ki geri odama giderken üzüntümden üstümdeki beyaz gömleği çıkarıp yere savurduğumu hatırlıyorum.

Doğukan Hüryaşar gelenler arasında en ağır yaralı olandı. Çok ağır travma almıştı. Beyinde minimal kanama vardı. Karın kanla doluydu. Dalak akciğer ve karaciğeri paramparça olmuştu. Tam bir koma da gelmiş apar topar ameliyata alınmış dalağı çıkarılmış, karaciğeri kısmen toparlanmış, göğüse tüpler takılmıştı. Yardımcı solunum cihazına bağlanmıştı. Çok kan kayıp etmişti. İlk gün on beş ikinci gün altı, üçüncü gün iki ünite kan verilmişti. Açıkçası vaka bana umutsuz görünüyordu. Ancak çocuk inanılmaz bir savaş verdi. Ateşlendi, tansiyonu çıktı düştü. Ama yenilmedi. Hekim ve hemşire arkadaşlarımın da olağan üstü çabasıyla, yoğun bakımda yatışının on dokuzuncu günü vücudu ilk canlanma belirtisini verdi. Hani o filmlerde olan absürt sahneler vardır da biz hekimler gülerek izleriz. Hasta birden gözlerini açar ve konuşmaya başlar. İşte o sahnelere yakın olaylar yaşadık. Önce ilgili hekim olan Dr. Burak Kavuklu beni aradı, Doğukan’ın uyaranlara cevap vermeye başladığını müjdeledi. Koşarak oraya gittim. Doğukan aynı şekilde yatıyordu. Ona “ Doğukan beni işitiyorsan gözlerini sımsıkı kapat” dedim. O dediğimi yaptığı anda dünyalar benim oldu. Dr. Burak Bey’in boynuna sarılmamak, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanırım Burak Bey de aynı durumdaydı. Zira uzattığım elimi sıkıca sıkarken gözlerime bakmaktan kaçınmıştı. Sanırım o an göz göze gelsek ikimizde sevinç gözyaşlarımızı tutamayacaktık.

Doğukan hızla toparladı. O kadar hızlı toparladı ki hastane idaresinin Kamil için düzenlediği doğum günü partisine katılıp herkesi mutlu etti. Nitekim diğer yaralılardan önce de taburcu oldu. Taburcu olduktan sonra evinde solunum zorluğu yaşadı. Tekrar hastaneye başvurdu. Solunum cihazına uzun süre bağlı kalma komplikasyonlarından biri olan nefes borusunda daralma geliştiği saptandı. Doğukan bu tanı üzerine sağlık kurulu aracılığı ile yurt dışına sevk edildi . Bu ameliyatlarda ustalaşmış Prof.Dr Nihat Şekercioğlu tarafından ameliyat edilerek sağlığına kavuştu.

Havva Kaymakamtorunları da ciddi yaralanan hastalarımızdan biriydi. Leğen kemiği kırığı ve beyinde kanama geçirmişti. Tanrı onu da bize bağışladı. Yoğun bakımdan çıktıktan sonra aramızda gelişen bir espriyi hep hatırlayacağım. Havva kafasına aldığı darbeden dolayı geçici hafıza kayıpları yaşıyor isimleri aklında tutamıyordu. Buna çare olarak kendisi ile ilgilenen kişilere numara takıyordu. Mesela Ortopedi uzmanı Dr Hasan Gümüşdağ’a “üç numara”, beyin cerrahı Cağın Ozankaya’ya “dört numara” diyordu. Yine de bunu bile anımsamakta zorlanıyordu. Beni her gittiğimde unutuyordu. Ben de sonunda numaralandım. “Bir numara” oldum. Ve sonunda bir gün kapıdan içeri girdiğim anda onun “Hey! İşte bir numara da geldi” sözleri ile artık sağlığına iyice kavuştuğunu hissederek mutlu oldum. 

Kamil Meşeli’nin baştan beri şuuru açıktı. Olanı biteni farkındaydı ve bundan dolayı değişik bir şok içindeydi. El kol ve bacaklarda muhtelif kırıkları vardı. Ameliyat gerekiyordu. Onla ilgili en önemli anım, ambulansla getirildiğinde onu ilk karşılayanlar arasında olan bana “bana dokunmayın asla ameliyat etmeyin, annemi babamı çağırın “ demesiydi. İlk saatlerde bize kendini teslim etmeyen bu çocuk sonradan bizle en uyumlu, her istediğimizi yapan bir hastaya dönüştü. Bu sayede hızla toparladı. Hastanede yattığı sürede doğum günü de geldi çattı. Bunu öğrendiğimi anda ona sürpriz bir parti yapmaya karar verdik. Ve onunla ilgilenen herkesin katıldığı bir pasta kesme töreni düzenledik. Bu partiye hızla iyileşmeye yüz tutan Doğukan ve hemen yan odada yatan Havva da iştirak edince keyifli bir zaman geçirdik.

Ferah Mutluel, en trajik hastamızdı. Kendisi ağır yaralıydı. Bunun yanında elim kazada eşini kaybetmişti. Yapılan ameliyatlar sonrasında hayata tutunmuştu. Ancak öyle bir olay yaşadık ki, hani denizleri geçer derede boğulursunuz derler ya, tam o tabirden. O sabah resmen soğuk terler dökmüştük. Sabah raporunda Ferah Hanım’ın iyi olduğu bir haftaya kadar taburcu edileceği bana iletildi. Ne var ki öğlene doğru gelen haber bunun tam aksiydi. Hastanın tansiyonu bir den düşmüş, şoka girmiş hatta kalbi solunumu durmuştu. Hemen müdahale edilmiş hastamız tekrar canlandırılmış, yoğun bakıma alınmıştı. Sonradan öğrendim ki hastanın bu hâle gelmesine sebep, o gün kocasının vefat ettiğinin kendisine söylenmesiydi. Ferah hanım bu haber karşısında bir anda şoka girmiş kalbi durmuştu. Neyse ki anında müdahale edilip yaşama döndürülmüştü. 

Bu kazada tüm halkımız bize yardımcı oldu. Toplumun sıkı zamanında nasıl birlik olacağını kenetleneceğini gösterdi. Sayın Bakan Dr. Faiz Sucuoğlu hemen olaya müdahil olarak bize destek verdi. Bizim kadar efor sarf ederek güç kattı. Düzenlenen basın toplantısı ile o ana kadar olan bilgi kirliliğini önledi. Nerdeyse her gün hastaları ziyaret ederek ailelere destek verdi.

Aileler ise tek kelime ile “muhteşemdi”. Tam bir işbirliği içinde bizle çalıştılar güvendiler ve sonunda yavrularına annelerine kavuştular.

Son olmasını dilemiştim. Maalesef olmadı…"