“Bu sıkıntıyı atlattık, aha gördüğünüz gibi kaç haftadır bir tek pozitif vakaya rastlanmadı!” diyenler var!
“Normale dönelim!” diye çağrı da yapıyorlar!
Vay yahu! Nasıl döneceğiz?
Turist kabul ederek mi?
Yani bugün take awayleri açıyoruz, sosyal mesafeyle cafeleri de açıp, kendi kendimize bir yere mi varacağız?
Turizmden bir yıllık kayıp, bugünkü kurdan 7 milyar TL’dir!

-*-*-

Battık!
İflas ettik!
Ve gerçekten her an kafalar daha da karışıyor!
Çok iyi tanıdığımız bir uzman bir şey söylüyor; bir öteki farklı konuşuyor, kafalar tam bullez oluyor.

-*-*-

Ödül Aşık Ülker dün Yenidüzen’de muhteşem bir söyleşiye imza attı.
Prof. Dr. Rifat Atun ile konuştu, O’nun saptamalarını yayınladı.
Prof. Dr. Rifat Atun, daha önce Dünya Sağlık Örgütü’nde de çok yüksek mevkilere gelmiş, sağlık biliminin Dünya’daki saygın uzmanları – bilim insanları arasındadır.
Açıkçası söylediğinden anladığım veya söylediklerinden çıkardığımı özetleyecek olursam, “Ne yaptığımız testler sağlıklıdır; ne de bu konudaki bir çok kararımız...”

-*-*-

Evet kafamız karışık!
Karantina konusunda bile “Tek otoritemiz dahi yok!”
Asker geliyor, asker ailesi geliyor, hükümet onlar geldikten sonra komutandan bilgi alıyor yani!

-*-*-

Tamam, haydi kabul ettik hiç pozitif vaka çıkmadı da Türkiye’de durum aynı değil!
Neden bizim tek bir otoritemiz yok?
Neden bir tek sağlıkla ilgili bakanlık ve onun bünyesindeki sağlık kurulu yetkili değil?
Yaaaaaa... Neden askerlere, “hayır gelemezsiniz, bu yaşamla alakalı bir meseledir, risk alamayız” diyebilen yok?
Bunu diyemiyorsanız, o zaman neden “hükümet” denildiğinde, “burada” diye yoklamaya yanıt veriyorsunuz?
Siz nasıl hükümetsiniz pardon müsaadenizle?

-*-*-

Elbette askerin karantina koşullarına saygım sonsuz...
Ama “devletiz biz” diye gofdorozlananlar, burada kedicik miyav miyav mıdır?

-*-*-

Bu yüzden korkmak zorundayız.
Sıfır vakadayız ama risk yok değil!
Çünkü, yetkiniz dışında, “ben geliyorum uleyn” diyen, gelebiliyor!
Ve “gık” deme şansınız yok!
Çünkü biliyorsunuz ki, “gık” deseniz, “git Serhat’ın yanına, sen de hainsin” diyecekler!

-*-*-

Neyse; “Aşı bulunmadığı sürece, bu iş bitmeyecek” deniyor...
Peki normal yaşama geçmeyelim mi yani?
Çok dikkatli bir şekilde geçebileceğimiz de söyleniyor!
Mesela herkes sosyal mesafeye dikkat edecek!
Etmeyenler bayağı fazla!
Herkes maske takacak!
Cumartesi günü bir ara durdum, usanmadım saydım, 200 kişinin yarısı takmıyordu!

-*-*-

Yıllardan beri topluma hep yalan söyleyerek, hep vaatler vererek, seçim rüşveti dağıtarak hükümet edildi.
Bu alışkanlığın en azından bu dönemde terkedilmesi gerekir.
Çekinmeden, korkmadan vatandaşa “gerçek” anlatılmalıdır.

-*-*-

Kötülemek, aşağılamak amacında değilim; sakın yanlış anlaşılmasın ama bir bakan, “hafta sonuna kadar Türkiye’den para gelecek, miktarını ben söylemeyeyim, Başbakan söylesin” şeklinde açıklama yaptı.
Gerçekten var mı böyle bir şey?
Bir başka bakana sordum; amacım “birbirilerine girsinler” değildir ama öteki bakan, “yok öyle bir şey” dedi.
Bu işlerle haşır neşir olan çok üst düzey bir bürokrata sordum, “... Yok, şimdilik öyle bir şey yok, bu açıklamayı yapan bakan belki bizden daha iyi haber alıyor olabilir, belki biz bilmiyoruz, belki de para gelir” dedi.

-*-*-

Kısacası, Cuma’ya kadar yani önümüzdeki beş iş günü içerisinde para gelmezse; “gelecek” diyen bakan, özür diler mi?
Veya daha ötesini yapar mı?
“topluma boşuna umut verdim, yalan söyledim” der mi?

-*-*-

Neyse!
Çok hatalarla ve ciddi yalanlarla bu ülkeyi yönettik.
Bunca zaman hep yalan söyledik.
Haaaa, kesinlikle Rum milliyetçiliği ve aksi tavrı; bu yalanları bazen ciddi anlamda masum hale çevirmiştir ama sonuçta toplumumuz hep kaybetti.

-*-*-

Toplumumuza, “Nerelisin?” sorusuna, “Kıbrıslı” cevabını vermeyi bile fazla gördük?
Ve “Kıbrıslı” olmayı da, “Kıbrıs’taki tek yasal devletle birlikte” kaybettik.
Kimliksiz kalmak kadar acı bir şey olamaz; biz kimliksiz kaldık.
“Bre aman zaman, yapmayın, etmeyin, eylemeyin” diyenlere, zaman zaman Türkiye’deki derin devletin, zaman zaman resmi makamların maddi desteğiyle beslenen bazı merkezlerin elemanlarını resmen saldırttık!
“Hain edebiyatı” diye bir “edebiyat türü” yarattık ve sonuçta hep toplum olarak kaybettik!

-*-*-

Kazananlar yok muydu?
Vardı canım elbette!
Kurulu düzenden nemalananlar olmadı mı?
Elbette olmuştur!
Mesela, adam biliyorum; önceleri komünistti, sonra döndü.
Kitap yazdı; bir tane satmadı.
Hısıma, akrabaya hediye etti.
Ama, Cumhurbaşkanlığı veya başka kurumlar, bu kitapların tümünü satın aldı!
Adam zengin bile oldu!

-*-*-

Mesela adam biliyorum; gazete yayınladı; bu gazete günde en fazla 10 adet sattı...
Bizzat GKK, o gazeteden onlarca, hatta yüzlerce satın aldı; aldırttı!
Ve bu gazetelerde, “çözüm olmalıdır, kimliğimiz korunmalıdır, Kıbrıslılığa sahip çıkılmalıdır, böyle gitmez, sömürü devam etmez, 1 Mayıs, Çav Bella Çav Bella, Kıbrıs’ta barış engellenemez” diyen herkes; “hainler” sınıfına kaydedildi...
Hedef gösterildi...

-*-*-

Ve şimdi tam bataktayız...
“Her yerde haber var” adlı televizyon programını çekmeye devam ediyorum...
Bir aksilik olmazsa, bu akşam ve her Pazartesi Kanal T’de yayınlanacak.
Önce Lefke ile ilgili bir program çektim.
Yayınlanırsa ve izlerseniz göreceksiniz; mesela bahçelere ve insanlara su sağlamak için, Venedikliler döneminden kalma sıra kuyular vardı.
İnsanlar bin yıl önce inşa etmişler.
Biz keyif ve deneme maksatlı el bombası patlattık içlerinde!

-*-*-

Çekmedim ama çekeceğim; daha önce başka bir yerde haberini yapmıştım; Karpaşa köyünden, beş mil ötedeki Asomatos köyüne, yer altından taş dizilerek su taşınmış... Çökerttik, yıktık...

-*-*-

Bir hafta sonrası için de gittim, dün Gaziveren sahilinde bir çekim yaptım. İnşallah o da yayınlanır...
Plansız, hesapsız olarak bölgeden kum ve çakıl aldık; bölgedeki tatlı suya deniz suyunu karıştırdık. Yer altı sularını biz koruyamadık.
Ne dedik adına?
“O çakıl ve kuma ihtiyacımız var, inşaat yapılacak”...
Aynı hatayı veya aynı gerekçeyi, Beşparmak Dağları’ndaki iğrenç taş ocağı kazılarında da kullandık!
Çevreyi, dağı, toprağı, doğayı yedik; “ihtiyacımız var, inşaat yapacağız” dedik.
Hiç hesap yapmadık.
Hiç plan yapmadık.

-*-*-

Yine Gaziveren – Yalya sahil bölgesinde onlarca gamini kurduk, yıllarca bölgedeki narenciye ağaçlarını kömür yaptık; hem havayı kirlettik, hem ağaçları, bahçeleri yaktık.
Plan yoktu, hesap yoktu.
Çevre felaketi zirvedeydi ve biz “ne yapsın, insanımız aç mı kalsın?” diye mazeret uydurduk.
Maçı idare ettik.

-*-*-

Ve yine aynı bölgede, hala belediyeler de, köylüler de, kişiler de kurumlar da her yana çöp döküyor!

-*-*-

Doğru, dürüst, planlı, hesaplı, hesap verebilir, demokratik, adil bir devlet yaratamadık.
Çullisine götürdük ama şimdi deniz bitti, tuz kurudu!
Ganimet, torpil, har vurup harman savurma, damadı işe koyma, gelini bankaya yerleştirme, Vakıflar’ın halılarını bile çalıp satma, Sanayi Holding’i batırma, ETİ’yi çökertme, KTHY’yi kapatma, Ercan inşaatı da kaldı; üniversiteler ne yapacak; turizmde işimiz tamamen Allah’a kalmış durumdadır; hala yalan söylemeye devam ediyoruz; hala UBP’de başkanlık hesapları, çok yetkiliymiş gibi KKTC’de cumhurbaşkanlığı yarışları; Meclis’te konuşmalar, bakanlar, müdürler, müsteşarlar, toplantılar da toplantılar...
“El birliğiyle yapacağız, çözeceğiz, kalkınacağız...” gibi açıklamalar...

-*-*-

Günlerdir tekrar etmekten bir hal oldum; kapılar kapalı olsa bile; oturup Rum tarafı ile çözümü konuşmaya başlamamız lazım!
Dünyalı olmak zorundayız.
Dünyalı olabilmenin tek yolu, acil çözümdür.
Benim inancım budur!

-*-*-

“Yok, hayır, her şey tamamdır, merak etmeyin, bırakın hainleri dilediklerini yazsınlar, söylesinler, eskisinden daha iyi olacağız, Anavatan hafta sonuna kadar kesin parayı gönderiyor” diyorsanız; saygım da sonsuzdur...
Ama, en azından, hani önümüzdeki ay devlet maaşlarını ödeyemez, susuz ve elektriksiz kalır ve daha büyük felaketler görmeye başladığınızda;  “ama söylemediydiniz ki” demeyesiniz diye yazmış olayım istedim!

-*-*-

Su demişken, bir hikaye hatırlatayım...
Balonla Türkiye’den su getirildi.
Süleyman Demirel dönemi.
Balon, bahsettiğim Gaziveren – Yalya bölgesindeki sahile geldi.
Demirel de Türkiye’den geldi. Etrafı adamlarıyla, bakanlarıyla ve bizim kadro ile dop dolu...
Suyu bölgedeki Güneşköy tesislerine verecekler, oradan da Lefkoşa’ya, Mağusa’ya pompalanacak.
Ama balon patladı.
Su denize boşaldı.
Tören iptal edilmedi; tuzlu deniz suyunu pompaladılar, gösteriyi tamamladılar.
Oralardan şimdi asrın projelerine geldik ama asrın projesi de umarım, asrın fiyaskosu ile sonuçlanmaz!
Bu konuda “haksız ve rezil rüsva olmayı çok istiyorum!”...
İnşallah yanılırım ve Haziran sonuna kadar asrın projesinden yeniden su akmaya başlar!
Değilse; işimiz zurna!
Anladınız beni!