Eskiden ayıp sayıldıkları için gizli saklı yapılan ve herkes hemencecik çaktığı halde “bilinen sırlar” olarak muhafaza edilmek istenen alengirli işler, zamanla garip bir biçimde meşruiyet kazandı ve siyasal kültürümüzün harcını oluşturdu.

Politikaya, toplumsallık yanından habersiz olarak bodoslama dalan “siyasal esnaf” takımımız, bu alana kendi bildiğince şekil verdi. Böylece politika, toplumsal bütün bağlarından kopartılmış, bireysel ve zümresel çıkar peşindekilerin keyiflerince cirit attıkları uçsuz bucaksız bir arenaya dönüştü.

Partizanlık yeni bir hastalık değil… Siyasal yanlılığı özel beklentilere uygun olarak ilan etmek ve ihtiyaç hasıl oldukça revize etmek de öyle… Yeni olan şey bu hastalıkların artık “hastalık” olarak görülmüyor olması.

Mesela yıllar evvel de iktidar partisine mensup olmayan belediye başkanları, merkezi hükümet tarafından cezalandırılırdı. Ama soran çıkarsa, “olur mu hiç öyle şey; biz her belediyeye aynı desteği veriyoruz” denilerek bu durum örtbas edilmek istenirdi.

Oysa yakın geçmişte muhalif belediyeleri lanetlemek “siyasal prensip” mertebesine yükseldi. Artık bir hükümet partisi çıkıp da, “iktidarla uyumlu yerel yöneticiler seçin” diye açıktan propaganda yapmayı kendinde hak görmeye başladı. Üstelik “sen ne diyorsun kardeşim?” diyenin yüzüne, niye öfkelendiğine anlam veremeden, aval aval bakarak…

Son zamanlarda, siyasal kültürümüzdeki harabiyeti anlatacak öylesine çok ilginç örneğe tanık oluyoruz ki şaşmamak elde değil.

Örneğin bakanlar, devlet hizmetinde eksikliği hissedilen kadroların doldurulması için parti genel sekreterine başvuruyorlar. Bunu bizzat UBP Genel Sekreteri’nin medyaya yaptığı açıklamalardan öğreniyoruz. Rahatlık o dereceye varmış durumda… Devlet ciddiyetiymiş, parti-devlet ayrımıymış… Bunları kimsenin taktığı yok artık…

Öte yandan Başbakan, istihdam münhalini, sadece kendi partisinin gençlik kolları mensupları için açıyor. Bir iftar yemeğinde ve kameralar önünde… Yani bütün toplumun gözlerinin içine bakarak, “yalnızca partili evlatlarımı alacağım, ötekiler başka kapıya” diyor.

Üstelik, işe alınacak olanların “ihtiyaçlı aile çocukları arasından seçileceğini” müjdeliyor. Böylece yine yurttaşların gözünün içine bakarak aslında şunu söylemiş oluyor: “Ey ahali, siz verginizi ödüyorsunuz ve düzgün hizmet almak istiyorsunuz ama benim size aldırdığım yok. Ben işini iyi yapacak insanlar değil, ihtiyaçlı insanlar arıyorum. Bunları sosyal devlet projeleriyle kucaklamak yerine sizin vergilerinizle ödenen birer memur haline getireceğim. Nasıl ama!”

Politik âdâb yerlerde sürünürken; devlet ciddiyeti buhar oldu… Baksanıza milletvekilleri, lafı hiç dolamadan “falanca mevkiyi söz verdiler” diyerek parti değiştirebiliyorlar. Üç beş ay sonra “söz verdikleri makamı vermediler; istifa ediyorum” deme hakkını da kendilerinde görebiliyorlar.

Siyasetimizdeki en yeni şey, eskiden ayıp sayılan şeyleri, şimdilerde iftiharla sahiplenmek.

Daha açık söyleyelim: Artık utanma da kalmadı.