İngiliziler “arsonist” der...
Türkçe’ye, “kundaçı” olarak çevrisi yapılmıştır...
Arsonist, “... bir şeye zarar vermek veya yok etmek için kasıtlı olarak ateşe veren kişi” olarak açıklanır...
Türk Dil Kurumu, “kundakçılık” için, şu tarifi yapmaktadır:
“İçinde oturulan ya da oturulmayan ev, yapı, koru, orman, biçilmiş ürün ve yığınları, kesilmiş odun ve kereste ve benzeri nesneleri ateşe verme”...
Bunu yapan kişi de “kundakçı”dır!

-*-*-

Tepebaşı – Kalkanlı arasındaki ormanı kömüre çeviren yangınla ilgili bir kişi, “kundakçılıktan” tutuklanmış!
Beş çocuk babasıymış!
Kim olduğu beni hiç ilgilendirmiyor!
Acaba diyorum, bir çeşit “ruh hastalığı” meselesi mi?
Yani “alevleri izlemekten zevk alma hali” mi?
Filmlerdeki gibi!

-*-*-

Elbette yargının sonucunu beklemek lazım!
Elbette masumiyet karinesi söz konusu!
Daha mahkeme yok!
Fol yok, yumurta yok, biz bir kişiyi yargısız infaz etmeyelim de; “... eğer gerçekten o yangını bir insan çıkarmışsa; ruh sağlığına, beş çocuk babası oluşuna aldırmaksızın; “canlı yayında kurşuna dizilmesi” dahil olmak üzere; her türlü cezaya “okey” diyorum!

-*-*-

Çok üzgünüm!
Daha önce, “çocuk tecavüzcüleri ve katilleri için benzer cezalar düşünüyordum!
Demokrasi!
Çağdaşlık!
İnsan hakları!
İdam cezasının vahşiliği mi?
Tartışmaya bile girmem!
“Asın” da demiyorum!
“Dileyenin idam mangasını canlı olarak izleyebilmesi sağlanmalı” diyorum!

-*-*-

Geçip baktınız mı o ağaçlara?
Gün boyu, 800 yıllık, bin yıllık zeytin ağaçlarını hayal ettim...
Bölgeyi iyi bilen, ulaşabildiğim dostlarıma, arkadaşlarıma ulaştım, ağaçları sordum...
Özellikle tarihi olanları...
“Oraları daha yanıyor” dedi biri...
“İtfaiyeciler, galiba bir tek yaşlı ağacı kurtarabilmişler” dedi öteki...
Herhalde bugünkü gazetelerde okuruz; kaç hektar, kaç bin ağaç gittiğini...

-*-*-

“Bir kişi kundakçılıktan yakalandı” haberini işittiğim dün öğle saatlerinden sonra, gerçekten dengem bozuldu!
Nasıl bir ruh halidir?
Nasıl bir duygudur?
İster misiniz, “ruhsal durumu bozuk”tan aklanıversin?
Neyse, “yargıya müdahale” etmiş olmayalım!
Ama dayanamıyorum, gerçekten o ağaçları gidip görün...
Hayvanları, makileri, şinyaları düşünüyorum...
Siz de hayal edin!
Adam keyif için yakmış yani!
Yakmışsa tabii ki!

-*-*-

Ve Anavatan tabii ki yanımızda...
Helikopterlere teşekkürler...
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne de teşekkürler..
Bir ilk olmuş, onlar da bir uçak bir helikopter göndermişler.
Bu işbirliğinin, bizi çözüme götürmesi dileğiyle...

-*-*-

Emekli İtfaiye Müdürü, değerli abim Aysın Öztrak diyor ki, “... yangını söndürmek için harcanan enerji, bir yılda eğitim için harcansa, yangınlar önlenebilir...”
Buna da katılmamak elde değil...


-*-*-

Yangın başlamış, helikopterler beş saat sonra müdahale etmiş!
Çaresizlik!
Zavallı olma hali!
Yoksulluk!
Devletsizlik!
Ne diyeyim?
“Psefto” diyeceğim, ateş alacaksınız!

-*-*-

Ne desem boş!
“Paramız yok, helikopter alamıyoruz.”
“Eneşi rialya, no pata pat!”
Paramız yok, planımız yok, almak için programımız da yok; yangınlardan korunmakla ilgili olarak şov yapmanın ötesine geçemiyoruz.
Bir de yangından sonra açıklama yapmakta, süperiz!
Yüreğimiz yandı!
50’de 50 vekilimizin açıklaması var bu konuda!
Bu da üzücü aslında ya o da başka mesele!

-*-*-

Bu konuda ciddi anlamda yangın eğitimi yapan Intergaz’ı yürekten kutlamadan da geçmeyeceğim...
Örnek alınmalı. Hem de sadece şirketler değil, devlet tarafından da rol model olarak takip edilmeli...

-*-*-

Hangi okulumuz, göstermelik bir kaç tanesi dışında, kaç öğrencisine, şimdiye kadar yangın eğitimi verdi?
Ne kadar ciddiye aldık bu konuyu?


-*-*-

Ve paramız yok ne acı değil mi?
Her yıl geçici ormancı alınıyordu; bu yıl o da alınamadı...

-*-*-

Ama “KKTC foreveeeer” diyorsunuz ha!
Ayran yok ayran!
Sizler maşallah atla büyük abdeste gitmeye devam!
Kabul edeniniz de yok, “ayranımız olmadığını!”...

-*-*-

Kısacası diyorum ki; atları satın, lüksleri elden çıkarın; atla abdesthaneye gitmekten artık vazgeçelim; çünkü memlekette ayran kalmadı!

-*-*-

Bayramları iptal edin.
Dini olanları da milli olanları da.
Allah’tan “dış gezi” şimdilik iptal.
“Konuk” da kabul etmeyin üç beş yıl.
Devletin iki TL’sini dahi, siyasi ve hamasi şovlara sakın ama sakın harcamayın!

-*-*-

Devletin maaşları nasıl ödeyeceğini; kesinti yapmak zorunluluğunuzu memurin takımına nasıl anlatacağınızı düşünün...
Bu işi odaklanın...
Zenginlerin birikimlerine traşlama da olacak mı?
Yoksa bu konu cızzz mı?

-*-*-

Özel okullar, üniversiteler, kumarhaneler, oteller ne olacak?
Bunların hesaplamasını yapın.

-*-*-

Ve defalarca yazdım, defalarca yazmaya da devam edeceğim; “Türkiye’den para geldiydi, aha hafta sonu kesin buradaydı” gibi zırvaları kendinize saklayın; çünkü kendinizden daha çok, kraldan kralcı bir atmosfer yaratıyor ve Türkiye’yi küçük düşürüyorsunuz...
Siz de “yalancı” oluyorsunuz!
Bir gün para gerçekten gelirse, ahali de inanmayacak!
Yalancı çoban hikayesindeki gibi!

-*-*-

Son olarak bir not daha eklemek istiyorum...
Kaç gündür içimde kaldı, yazamadım, çatlayacağım...
Ne olur, şeftali kebabı tartışmasına girmekten vazgeçin...
Efendim Türkiye’de bir kanal saçmalamış!
Adı üstünde kanalın, “şov” yapmış!
Gülümseyin, geçin...
Şeftali Kebabı, Türkiye’de Karasal İklim’in egemen olduğu bölgelerde ağza bile alınmamalı zaten.
Çünkü bu yemek, diyetisyenlere ve uzmanlarına sordum; “Akdeniz mutfağı ve Akdeniz diyeti” ürünü...
Çok sıcak havaların kebabı.
Soğuk havalarda insanın bunu “hazmetmesi kolay değil”...
Kuzu yağı veya domuz yağından (banna) ve her iki hayvanın etinden – kıymasından yapılıyor çoğunlukla; bu nedenle, kesinlikle Akdeniz yiyeceğidir.

-*-*-

Kaldı ki, köken de çok yüksek olasılıkla, “İtalyan” Mutfağı’dır.
Ve hepsinden önemlisi, “... Bir şef vardı, adı da Ali’ydi; O’nun yaptığı kebaptı da bu nedenle adına Şef Ali’nin kebabı demişler, sonradan Şeftali Kebabı olmuş” iddiasını da lütfen zırvalamayın!
Bakan Nazım Çavuşoğlu en başta; babası, dedesi ne zaman “Şef” kelimesini kullandı?
Hangi Kıbrıslı, hangi geçmiş tarihte, yemek pişiren, kebap yapan “ustaya”, “Şef” dedi ki?
Yalaaaaaan!
Yeşilçam repliğidir, “Nnnyalan söylüyorsunuz!”
Bizim geçmişimizde, doğrusu “aşçı” olduğu halde, “accı” veya “ahcı” denirdi; hatta lokanta veya restoran da yoktu, köylüler “şehere” gittiğinde, “bir accıhanede” ya da “bir ahcıda” yemek yerdi!

-*-*-

Kısacası Show TV’nin yaptığı “show”du…
Bligisizlikten, “programı da dolduralım” maksatlı net “saçmalamaktı”…
Bizimkilerin yaptığı ise alelade propaganda!
Şef Ali’ymiş!
Hade yahu!
Uydurmayın!
“İsmin kökeni” konusunda en az Show TV kadar saçmaladınız ama tarifinde sıkıntı olmadı yine de!