Hepiniz tüm dünyanın gündemine oturan George Floyd’dan haberdarsınızdır. Amerika’da polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden, “nefes alamıyorum” diye yardım istemesine rağmen üzerine çıkan polisten kurtulamayan Floyd, siyahilere karşı yapılan ırkçılığı tekrar gündeme getirdi…  Ne ilk ne de son olay bu maalesef, ırkçılık tarih boyunca insanların hayatlarında var olmuş. Sadece psikolojik değil, sosyokültürel, siyasi, davranışsal gibi boyutları olan ırkçılığa birlikte bakalım.
Irkçılık, içerisinde önyargı, şiddet, aşağılama gibi duygular barındırır. Başka bir gruptan olanı ötekileştirmek, değersizleştirmek, damgalamak gibi hareketler yine ırkçılığın dinamiklerini oluşturmaktadır. Kendini bir başka grubun, kişinin varlığına, oluşumuna göre tanımlamak ya da var etmeye çalışmak kişinin kendi benlik saygısının düşüklüğünü ve bunu tamamlama isteğini gösterir. Bunu biraz daha açalım. Kimliğinde, benliğinde eksiklik hisseden bir kişi, kendini daha büyük bir gruba entegre eder. Aidiyet duygusunu oluşturan bu durum aynı zamanda güvenlik ve bütün olma ihtiyacını karşılar. Ancak kendi grubuna bağlı olma durumu diğerlerine karşı öfkelenmeyi getirir. Diğer gruplara karşı ciddi bir öke gelişiminin yanında empatinin tamamen yok olması gelir. Kötünün aktarımı tamamen dış gruba, kalan tüm olumlu duygular kendi grubuna yönelir. Kişi bu noktada kendi grubunun dinamikleri, önyargılarıyla ya da diğer grubun varlığına göre tanımlanmaya başlar. Irkçılığın en tehlikeli boyutu da bu noktada başlar, kişi kendi problemlerini, başarısızlıklarını, olumsuz her şeyini dış gruba aktarmaya başlar. Diğerini şeytan, kötü olarak görür. Şiddetin açığa çıktığı bu noktada ölümler de başlar.
Kendimizden olmayanı dışlamakla başlayan bu süreç önyargılarla da taçlanır. Önyargı, ötekine karşı asılsız düşünceler ve tamamen yargıları barındırır. Bunun en net örneklerinden biri, avrupadaki bazı insanların, birçok müslümanın sadece dinlerinden dolayı terörist olduklarını düşünmeleri ve bunu açıkça ifade etmeleridir. Önyargı yıkılması en zor kaledir. “Önyargıları kırmak, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur” diyen Albert Einstein, bugün yaşasaydı, hala aynı dertten muzdarip olduğumuzu görür ve bizlere bir kez daha o meşhur fotoğrafında olduğu gibi dilini çıkarırdı sanırım.
Irkçılığın, ötekileştirmenin gerçekleştirilmesinde birçok davranış kalıbı yer alır. Uygulamada ise statü çok önemli bir yer tutar. Statü bazında gücü elinde tutan kimse, kendinden olmayana, ırkçılık yaptığı kişiye daha kolay bir şekilde zorbalık uygular. 1971 yılında çokça eleştiri alan ve tartışmalara yol açan ancak bu konuda bizlere önemli bilgiler veren Stanford Hapishane Deneyi’nden bahsedelim. Zimbardo, Stanford Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken, psikoloji bölümünün bodrum katına sahte bir hapishane inşa ettirir ve 24 lisans öğrencisini deney için seçer. Bu 24 öğrenciden 12 tanesi mahkum 12 tanesi de gardiyan olarak yazı-tura yöntemiyle görevlendirilir. Deney karşığı para alacak öğrencilere mahkum olacaklar için itaat, gardiyan olacaklar içinse suçlulara karşı sert olmak ama şiddet göstermemek şartı konulur. Polisle yapılan işbirliği doğrultusunda prosedürlere uygun bir biçimde tutuklanan ve aynı süreçten geçen 12 denek, gardiyan rolüne tamamen uygun üniformalara bürünmüş ve göz temasını  kesmek için gözlük takan diğer 12 deneğe teslim edilir. İlk gece sayım için sertçe uyandırılan mahkumlar, psikolojik şiddete maruz bırakılır, ikinci gün ise mahkumlar isyana başlar. Kontrolün gittikçe kaybolmaya başladığı deneyde, gardiyan rolündekiler işkenceye, psikolojik ve fiziksel şiddete başvururken, mahkumlar sinir krizleri geçirmeye başlar, hatta bir tanesi çıkartılır. Zimbardo ise bu noktada kendini hapishane müdürü yerine koyar ve sürece adapte olur. Ancak o zamanki asistanı ve daha sonra eşi olacak Christina Maslach tarafından uyarılır ve deney altıncı gününde son bulur. Polisin Floyd’a uyguladığı şiddet göz önüne alındığında aynı durumun yaşandığı varsayılabilir. Gücünü ve statüsünü kullanarak ötekine karşı ırkçılık, ayrımcılık yapmak ve şiddet uygulamak yaşamın her anında görülebilir. Deneyde de ortaya çıkan budur. Hepsi psikoloji öğrencisi olan ve birbirlerini tanıyan, üstelik bunun bir deney olduğunu bilen insanların bile gücü elinde bulundurduklarında, diğer gruba karşı şiddet uygulayarak kendilerinin üstün görmeleri, etik açıdan çok tartışılan ve eleştirilen bu deney sayesinde gözler önüne serilmiştir. “Nefes alamıyorum” diye yakaran Floyd da aynı şeyi yaşadı aslında…
Zimbardo 2003 yılında Lucifer Etkisi olarak tanımladığı bu kavramı kaleme aldığı kitabında, daha geniş açıklamalara yer verir. İyi insanın koşullara göre kötü insan olabileceğini vurgulayan sosyal psikolog, çok önemli bir noktaya parmak basmıştır aslında. Dünyayı biz ve onlar olarak tanımlıyoruz. Biz ve diğerleri…. Tuttuğumuz takım, inandığımız din, ten rengimiz, kültürümüz, yaşadığımız yer, gittiğimiz okul bizlerin sosyal grubunu oluşturuyor. Bizler bu gruplar üzerinden karakterimizi oluşturuyor, kendi grubumuz ya da öteki olarak adlandırdığımız gruplar üzerinden kendimizi tanımlıyoruz… Roller değişince, şartlar farklılaşınca ya da gerekli gücü elde edince de istismarlar, ötekileştirme, önyargı, ırkçılık başlıyor…
Psikolojik temellere dayandırsak da ırkçılığın hiçbir türü, şekli ya da dinamiği kabul edilemez elbette. İnsanlığın yüz karası olarak adlandırılabilecek olan ırkçılık, empatiye muhtaçtır. Karşımızdakine empatik yaklaşabiliyorsak, ırkçılığı, önyargıyı, ötekileştirmeyi yıkabiliriz. Çünkü biyolojik olarak baktığımızda, birbirimizle aynıyız. Yaşanılan coğrafya, iklim koşulları, fiziksel etmenler tarafından başkalaşan ve değişen insan yapısı tektir. Tek bir ırkız aslında, insanız! Bunu kabul edebilir ve özümsersek, çocuklarımıza bunu aşılayabilirsek, karşımızdakini etnik grubu, teni, dini, dili yerine sadece insan olarak görebilir ve eşit olduğumuzu unutmazsak dünya çok daha güzel bir yer olacak. Hadi gelin karşınızdakinin teninden önce gözlerini görün, o gözler size insan olduğunu hatırlatacak…
Tüm dünyanın elele olduğu günleri görmek dileğiyle..
Psk. Esra Dağlar Bozdoğan
[email protected]