Bu hafta yine yaşamını yurt dışında sürdüren başarılı bir iş insanı ile tanıştıracağız sizi. Kendisi İngiltere’de hukuk eğitimi aldıktan sonra, babasının da adada tanınan bir hukuk adamı olmasından dolayı, babasının gölgesinde kalmamak adına İstanbul’da yaşamıyı seçmiş. Koç Gurubu’nda çalışmaya başlayarak, iş hayatına atılan Emre Akın Sait, Koç Gurubu’nda en üst noktalardaki yönetici konumun ardından kendi hukuk bürosunu açtı. Daha sonraları da eş zamanlı olarak iş hayatında rüzgar enerjisi, güneş enerjisi derken, şimdilerde katıatık işiyle dünyaya açılmaya hazırlanıyor. Birgün iş hayatından sıkıldığını fark eden Sait, kendini doğaya ve yaban hayatı fotoğrafçılığına adadı. Afrika ülkelerine giderek, burada fotoğraflar çeken Emre Akın Sait, doğa ile kendini bulduğunu ve bundan birkaç yıl sonra iş hayatına noktayı koyup tamamen doğada fotoğraflar çekeceğini açıkladı. Karmi’de doğanın içinde küçük sevimli evinde konuştuğumuz Sait, Kıbrıs Türkü’nün bugün içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal hayatı da değerlendirerek, neler yapılması gerektiği konusundaki fikirlerini ortaya koydu. İşte detaylar…

Hukuk eğitimi

SORU: Kamuyouna kendinizi tanıtır mısınız?

SAİT: 1973 yılında Baf’ta doğdum. Çocukluk yıllarımı Kuzey Kıbrıs’ta geçirdim. TMK’yı bitirdikten sonra İngiltere’de hukuk eğitimi ve masterimi tamamladım ve daha sonra 1996 yılında İstanbul’a yerleştim. Bir taraftan hukuk mesleği ile, bir taraftan da iş adamı kimliğiyle iş yapmakta, diğer taraftan da 4 yıldır bir yaban hayatı fotoğrafçılığı, amatörce, keyfle başlamış, profesyonelliğe doğru giden, evli 2 çocuk babası bir Kıbrıslı Türküm.

“EMRE” olabilmek için gittim

SORU: Üniversiteyi bitirdikten sonra Kıbrıs’a geri dönmeme nedeniniz nedir?

SAİT: Hukukçu bir babanın hukukçu bir oğluyum. İngiltere’de okuduktan sonra bütün arkadaşlarımın niyeti okul bittikten sonra dönüp askere gitmekti. Fakat hukukçu bir babanın hukukçu bir oğlu olarak Kıbrıs’ta hukuk ile uğraşmak, hele ki babanız Başsavcı iken, sıkıntılı birkonu idi.İş yapsam, “Akın Bey’in oğlu iş yapıyor denilecek,” Akın Bey’in oğlu” diye ne yapsan insanlar sana gelecek her zaman belli bir takım menfaat beklentileri içerisinde. Bir de ömrünü Kıbrıs’a, Kıbrıs hukukuna, anayasasına koymuş bir adamın oğlu olarak Kıbrıs’ta benim ölsem de hiçbir zaman “Emre” olamayacaktım. Her zaman “ Akın Sait”in oğlu olacaktım. Dolayısıyla, bütün bunların sentezi Kıbrıs’a sürükledi beni.

Koç Gurubu ile başladım

SORU: İstanbul büyük bir piyasa. Bu piyasada tanınmış bir hukuk büronuz var. Bunu nasıl başardınız?

SAİT: Tabii ki her başarının arkasında bir tek kelime var. “Çalışmak, çok çalışmak”. Ben de çok çalıştım. Kariyerime de bir büro ile başlamadım. İlk başlangıcım Koç Gurubu’nda Tofaş’ta, Avrupa Hukuku uzmanı diye başladı. Daha sonra aynı şirkette hukuk müdürü oldum. Daha sonra Kamu İlişkileri Direktörlüğüne yani Genel Müdür Yardımcılığı’na kadar orada çıkıp, orda edindiğim belli bir çevre ile ayrılıp, bu kez kendi hukuk büromu kurup bir takım diğer ortaklarımla da farklı iş sahalarında yatırım yapmaya başladım.

Heksagon Katı Atık Yatırımı

SORU: Bu farklı iş sahalarını biraz tanımlayabilir misiniz?

SAİT: Farklı iş sahalarının başında gelen bir şampiyon yaptığımız yatırım, katı atık yatırımı. Heksagon Katı Atık Yatırımı diye bir şirket var benim de ortağı olduğum. Heksagon, evsel, organik atığı belli birtakım işlemlerden geçirip, bio gaz, elektrik üretimine kullanmak. Bir taraftan da geriye kalan kompostu, yine belli bir takım kimyasal işlemlerden geçirip, onu da mineral gübreye çevirip, böylece evsel atığın %70-75’ini gömmekten,yakmaktansa, yok etmek üzerine bir yatırımımız var. Daha önce rüzgar enerjisi konusunda bir atırımımız oldu. Su arıtma konusunda yatırımlarımız oldu. Bunların belli bir kısımlarını devredip çıktık. Bugün, şampiyon yatırımımız katı atık yatırımıdır.

Dünya Bankası işimizi önemsiyor

SORU: Burada uluslararası bir yatırımdan mı bahsediyoruz?

SAİT: Türkiye çapında başladı. Dünya Bankası’ndan aldığımız bir kredi var. Şimdi Dünya Bankası ile birlikte bunu dünyaya yaymaya başlıyoruz. Çünkü, entegrede olarak bahsettiğimiz yani, toplama, ayrıştırma ve işleme koyma, bu çapta bunu dünyada henüz yapan yok. Dünya Bankası’nın da çok dikkatini çeken bir konu. Dolayısıyla, Türkiye civar coğrafyada ve Avrupa’dan çok ciddi teklifler alıyoruz. Şu anda Türkiye’de kazandığımız 4 ihale var. Çünkü çöp toplama işi kamuya ait bir işlem olduğu için kamu bir özel ihale ile, imtiyaz ihalesi ile özel sektöre devrediyor. Bunlardan iki fabrika bitmiş devreye girmiş durumda, üçüncü ve dördüncü fabrikalar da inşaat aşamasında. Tahmin ediyrorum onların da tamamlanması durumunda önümüzdeki 1,5 sene içerisinde, biraz Türkiye’nin dışına çıkacağız gibi görünüyor.

Bağlılıklar, bağımlılıklar….

SORU: Şu an dışardan bakan bir kişi olarak ülke ekonomisini nasıl görüyorsunuz?

SAİT: Kıbrıs gelişiyor, büyüyor. 10-20 sene önceki Kıbrıs’tan çok farklı bir Kıbrıs. Ama benim gönlümden geçen Kıbrıs’ın özgür ve bağımsız olması. Kendi kendine yeter bir Kıbrıs olması. Ekonomik, siyasi, politik bağımlılıklardan bahsediyorum. Çünkü bağımlılıklar sizi kendi iradenizle gitmek istediğiniz yerlere götürmez. İster istemez bağımlı olduğunuz yerlerin politikalarıyla güdülüyorsunuz. O anlamda benim açımdan tatmin edici bir yerde değiliz. Ama baktığım zaman gelişiyor muyuz, eve gelişiyoruz. Fakat bu gelişme ne kadar kontrollü bir gelişmedir. Onunla ilgili de şüphelerim var. Şehircilik konusunda neler yapılıyor veya yapılmıyor  ortada, her taraf beton yığını olmuş ama hani bu bir zenginlik midir bir atraftan da evet zenginliktir. Yeni yeni apartmanlar, yeni yeni siteler yapılıyor. Belli ki gelir kaynağı var ki bu yatırımlar geliyor. Ama turizm olsun,  gayri menkul olsun bu konularda ülke ekonomisine daha fazla katkı sağlanabilir. Bir de bugünün siyasi ortamında ve dünyaya baktığımda sanki de hani tereddüt vardı belki eskiden insanların kafasında geçmişte ama doğru düzgün yapılabilmiş bir anlaşma da tahmin ediyorum tek çaremiz gibi görüyorum. Çünkü bu kadar küçük çapta bir ülke olup, hem de bağımsız olup, hem de ekonomik olarak kendi adına ayakta durabilmek, çok zor. Görüşmeler de devam ediyor yıllardır. Benim anladığım yine o bağlılıklar, bağımlılıklar da bir yere kadar bu işin çözülmesini her halde etkiliyor.

Yapılanlar yeterli değil

SORU: Çözüm dışında Kıbrıs Türkünün ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde durma yeteneği yok mudur?

SAİT: Kıbrıslının böyle bir kapasitesinin olmadığını söylemek ayıp olur. Haksızlık olur, çok kıymetli insanlar var Kıbrıs’ta. Ama turizm örneğine bir bakalım. Türkiye’de tüm kumarhaneler kapandı, tüm kumar sektörü Kıbrıs’a geliyor. Şimdi bu Kıbrıs’ın elinde para kazanmak için çok iyi bir fırsattı. Şimdi KKTC’nin son 10-15 yılda kumar turizminden veya Türk yatırımcıdan ne kadar vergi geliri elde ettiği ortadadır. Ben bunun yeterli olduğu kanaatinde değilim. Bundan çok daha fazlasını kazanabilirdi.  Bu örnekte olduğu gibi bir sürü başka örnekler de var. Toplumun ciddi bir yüzdesi devlet memuru yapılmış Kıbrıs’ta. Bir tek buna yaslanarak hiçbirşey yapmamak, işte o bağlılıklar ve bağımlılıklar devam etsin. “Ben nasıl olsa maaşımı alırım” diyerek bir yerlere gidilmiyor. Kıbrıs bir kurtuluş mücadelesi vermeli eğer kendi ayakları üzerinde durmak istiyorsa. Bunun için de Kıbrıslı elini taşın altına koyması ve çok çalışması gerekir.Bu artık bir kültür haline de gelmiş. Dünyanın neresine giderseniz gidin adalılar tırnak içinde söylüyorum “tembeldir”. Adalı kültürü diye bir kültür var. Bu böyledir. Üzerimizde bir adalı olma elbisesi var, bir de bu devlet entarisini koyduğunuzda, bir siyasi ve politik entarileri giydirdiğiniz zaman, “ böyle gelmiş, böyle gidere” dönüyor. Bir de üniversiteler para kazanıyor. Görüyorum, yeni müthiş hastaneler yapılıyor. Bir sürü yabancılar görmeye başladık.  Ümit ediyorum bunlardan Kıbrıs ekonomisi kazanması gerektiği kadar maddiyat kazanıyordur ve bu doğru şekilde kullanılıyordur. Son dönemde bu yaklaşan seçimlerde görüyorum bir sürü aday arkadaşlarım var benim nesilden. Çok seviniyorum çünkü belki bizim nesil, bizden önceki nesillerin yapamadıklarını yapmaya cesaret edeceklerdir.Ümit etmekten başka çare yok gibi galiba.

Yaban hayatı ve yaban hayatı fotoğrafçılığı

SORU: Çok farklı hobileriniz olduğunu biliyoruz. BU yoğun iş temponuz içerisinde, sizi bu yöne iten neden ne oldu?

SAİT: Hiç aklımda yoktu. Aksine doğadan da çok zevk alan birisi değildim. Kıbrıslıların belki de %50’si denize girmez. O kültürde yetiştiğimiz için biraz da doğadan uzak büyüdük. Fakat İstanbul ve aile hayatı ile iş hayatı, her ne kadar da bunların pozitif tarafları varsa da, yorucu, yıpratıcı tarafları da var. Ben sabah 06.00- 21.00 çalışmış bir adamım. Son 3 yıldır artık ayağı frene koyup, “ hayatta başka şeylerde olmalı, tek amaç çalışmak olmamalı” diyebilmeye başladım. Çocuklarım da şimdi anne-babaya daha az bağımlı noktaya gelmeleri nedeniyle şimdilerde, yaban hayatı ve yaban hayatı fotoğrafçılığına zaman  ayırıyorum.

Yağmur ormanları ve özgür olma hissi

SORU: Neden yaban hayatı?

SAİT: Bu bir kaçış, kaçmak istedim aslında. Bunun başlangıcı çok enteresan. Bir gün işten bunalmış. Yine çalışıyorum, yine bir kontrat yazıyorum, yine başımda bir sürü dert var diye bunaldığım bir gün, sabah saat 07.30’da Hürriyet Gazetesi’ni açtım ve Ayşe Arman’ın “Süha Derbent” diye İstanbul’da yaşayan yaban hayat fotoğrafçısı 45 yıldır bu işi yapan ve Türkiye’nin şampiyon fotoğrafçılarından birisi kendisi. Süha Derbent, Mustafa Koç’u Ruanda’ya götürüp, Goril fotoğrafları çektirmişti. “Tamam, ben bunu istiyorum” dedim kendime. “Farklı bir yerde, farklı bir ortamda gorillerle olmak istiyorum” deyip, arayıp Süha Derbent’i buldum. Beni de Ruanda’ya götür, ben de gorillerle gidecem dedim. “ Harika çok güzel” dedi ve o röprotajdan 3-4 ay sonra kendimi Ruanda’da buldum.  Hayatımda Afrika’ya gitmemiştim ve gidene kadar öldüm korkudan. Fakat gittikten sonra on gün kaldım 3 yıl önce. O zehiri almış insanın artık durmasına imkan yok. Yağmur ormanlarının içerisinde yürümek, ormanın ne olduğunu görmek ancak oralarda olur. O kadar çok yeşil var ki, deli gibi yağmur yağıyor ama umurunuzda değil. O kadar çok keyf alıyorsunuz ki. Bir de orada yaşayan insanların yaşam koşulları, evler, çocukları görünce, kendi haline şükrediyorsun. Daha da önemlisi utanıyorsun. Aslında hepimizin ne kadar şımarık olduğunu görüyorsun. Birincisi, halime şükrettim, iki; yaşadığım hayattan utandım, üç; hayatın aslında bize öğretilmiş olduğu kadar eve git, çalış, otur, çocuklarının okul parası, kefen parası biriktir” den ibaret olmadığını gördüm. Herkesin bir hayatı var. Herkes bir gün ölecek. Ölürken de yalnızsın. Onu da herkes istediği şekilde yaşamalı. Ben kendimi keşfettiğim günden bugüne sürüklenip gidiyorum.

Hedef,  Antartika İmparator penguenler

SORU: Kaç ülke gezdiniz 3 yıldır?

SAİT: Ben şu anda daha çok Afrika’ya endeksliyim. Afrika’da 3 ülkeye gittim. Şimdi 4-5 sırada. Türkiye içinde bunu biraz yapmaya başladık. Kars bölgesine gittik. Kars bölgesinde avlanan tilki fotoğrafları var meşur. Atlayıp, zıplayıp, karı delip fareyi çıkarıp yediği. Onu çekmeye gittik. Ocak ayında Amerika’ya Montana’ya gideceğiz. Orada karda avlanan Benegal Kaplanı, siyah leopar ve başak fotoğrafları çekeceğiz. Eksi 40 derece. Kıbrıslıların yaşayabileceği bir ortam değil. Nasıl yaşayacağımı hiç bilmiyorum. Bütün bunlar da bir megalo plana gidiyor. Megalo plan ise, Antartika’ya gitmek. Antartika’da İmparator Penguenleri dediğimiz penguenler var. 23 saat uçak yolculuğu, ardından buzulların içerisinde bir tekne yolculuğu, ardından sizi helikopterden bir dağın tepesine atıyorlar, bir kampa. Ve bırakıyorlar orada. Bunu yapan şirket size, “ minimum bir hafat kalacağınızı garanti ediyoruz ancak, ne zaman geri döneceğinize doğa koşulları karar veriyor” diyor. Bunu yapan henüz daha hiç Türk yok çeken. Dolayısıyla, bunu yapan ilk Kıbrıslı Türk olmayı hedefliyoruz ama çok ciddi bir uğraş, ciddi bir hazırlık gerektiriyor. Bu benim kendimi bulmama yarayan bir hobi oldu.

3-4 yıla kadar iş hayatımı noktalayacağım

SORU:  Hayatla ilgili hedefiniz ne bundan sonra?

SAİT: Bu fotoğraf işinin başlamasıyla keşfettiğim bir gerçeğim var. İş ve para konuları çok şahsi konular. Kimisi bin tl ye yaşar, kimisi 100 bin tl ye yaşayamaz. Bunun sonu yok. Ne işin ne de para kazanmanın sonu vardır. 40 milyon dolar parası olan adamın “ artım yeter tamam durayım” dediğini duyamazsınız. Herkes daha fazla kazanmak ister. Daha da garip bir şekilde, parası olmaya başlayan insan, korkmaya başlıyor. Kaybetme korkusu geliyor. Birşeyi olmayan insan daha rahat yaşıyor. Ben kendi hayatımın gerçeği, çocuklarımın doğru düzgün bir eğitim almasını sağlayacak kadar, onlara belli bir kalitede hayat verebilecek kadar ve kendi hayatımı da lüks içinde değil ama belli bir rahatlık içinde yaşayabilecek kadar bir noktaya geldiğime inanıyorum. Dolayısıyla benim hedefim, önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde profesyonel olarak yaptığım, avukatlık olsun, iş yatırımları olsun, onları artık sonlandırıp, hayatıma yaban hayatı fotoğrafçılığı, onlarla ilgili sergiler, dergiler, magazinlerle vakit geçirmek ve inşallah etrafta ne olmak istediğini arayan Kıbrıslıya veya dünyalıya yön vermek. İnşallah o noktaya varacağım 3-5 yıl sonra. Hedefim o.

Yılın 3-4 ayını adada geçirmeye başladım

SORU: Kıbrıs’a dönmeyi düşünür müsünüz?

SAİT: Bundan 5 yıl önce İstanbul’da hayatımda “ Kıbrıs’a dönmeyi düşünüyor musun” deseler, söz konusu değil derdim. Bugünün koşullarında tahmin ediyorum Kıbrıs herkes için bir seçenek. Tabii ki ben ister istemez, İstanbul’da bir evlilik yaptığım için çocuklarım orda okuyorlar. Eşim orda. Dolayısıyla adaya full time dönmek için henüz erken. Ama son 1-2 yıldır burada daha çok zaman geçirmeye başladım. Vakit geçirdikçe, fotoğraf ve yaban hayatı ile birlikte Kıbrıs’ı yenşden keşfetmeye başladım. Tahmin ediyorum yılın 3-4 ayını burada geçirmeye başladım. Yaşayıp göreceğiz.

Büyük düşünmeli

SORU: Son olarak gençlere mesajınızı alalım?

SAİT: Çok çalışmadan hiçbirşey olmuyor. Bu ülkeden çok büyük insanlar çıktı. Bir Asil Nadir geçti burdan. Bugün İstanbul’a baktığınız zaman, adını şanını İstanbul’da yaşayan Kıbrıslı Türklerin yüzde 90’ının  bilmediği, hatta Kıbrıs’ta yaşayan insanların ne yaptığını bilmediği bir sürü inanılmaz derecede başarılı olmuş, çok iyi yerlere gelmiş Kıbrıslı Türkler var. Biz kendimizi, Kıbrıs’ı ve Kıbrıslı Türkün hikayesini ancak böyle anlatırız. Yoksa kendi başımıza, Kıbrıs’ta çalıp oynayarak olmuyor. Dolayısıyla, benim söyleyebileceğim tek şey, biraz büyük düşünmek lazım. Biraz adadan dışarıda da kurgular yapmalı. Birazcık bu işin tanıtımına da katkı koymak gerekiyor. Biraz bireysellikten, kendi elde ettiğimiz maddiyat ve maneviyattan öte, sanki artık Kıbrıs Türkü’nün, “ Ben bu ada için ne yapabilirim” sorusunu sorma zamanı geldi. Çünkü çareler tükeniyor artık. Dolayısıyla, herkesin birazcık daha büyük düşünüp, elini taşının altına koyması gerekiyor.