Kıbrıs sorununu ötelemeden, yakın ve yakıcı günlük sorunları öncelleştiren, ekonomik ilişkileri temel alan bir dönüşüm yaşadıklarını söyleyen CTP Lefkoşa Milletvekili adayı Mutlu Azgın, Erhürman liderliğindeki CTP’nin vizyonunu “Emekçi güçlerin birlikteliği ve birleşmesi kadar, sermayenin de birlikteliği ve birleşmesi gerek. Varımızla yoğumuzla birleşmeliyiz, güçlerimizi birleştirmeliyiz, bütünlemeliyiz. Aksi halde, bu günleri çok arayacağız” ifadeleriyle özetledi.

“Son 15 yılın yaklaşık 10 yılında CTP iktidarı var. Halk CTP'ye neden güvensin?” şeklindeki sorumuza karşılık ise Mutlu Azgın, siyasi istikrarı vurguladı.

Kıbrıs sorununun çok az konuşulduğu bir seçim sürecinden geçildiği ve CTP’nin  daha çok iç sorunlara odaklı olduğunun dikkat çektiği bu değişimin de yeni Genel Başkan Sayın Tufan Erhürman’ın etkisinin olduğunun sorulması üzerine Azgın şu yanıtı verdi:

“Yaşadığımız, yaşarken duyumsadığımız, gerçekliğinden şüphe duymadığımız her şeyin aslında bir imtihan olduğu, esas gerçeğin ölümden sonra başladığı ve sonlu hayatımızda emek harcanması gereken en önemli şeyin sonsuz cennet ödülü olması gerektiği fikri, tek tanrılı dinlerle birlikte hayatımıza girmiş ve zihin dünyamızda zannettiğimizden çok daha derin izler bırakmıştır. Bir anlamda, şimdiki zamanın, var olmak (to be)  kadar var bulunmanın (to be present) , cennet vaadiyle araçsallaştırıldığını görürüz. Şimdiki zaman araçsallaştırıldığı oranda bir tür "tali gerçekliğe" dönüşür kaçınılmaz olarak. Esas gerçekliğin bir alt kategorisi gibi…  
Cennet vaadi ve fikri, tarih boyunca bazen devrim, bazen KKTC'nin tanınması, bazen da Kıbrıs sorunun çözümü olarak karşımıza çıkar. Şimdiki zamana dair ne varsa, her şey aslında birer imtihan ve araçtır. Devamlı ‘zor ve olağanüstü’ dönemlerden geçeriz çünkü her ne yaşıyorsak, Kıbrıs sorunu çözülmeden veya KKTC tanınmadan yaşayacağımız, kaçınılmaz ‘mukadderattır’… Yaşadığımız her şey, çözüm üreterek değil, sınanarak atlatılması gereken bir "varta"ya dönüşür. Dayanmalıyız, direnmeliyiz, bu zor ve gerçek olmayan günlerin geçmesini beklemeliyiz ve tabii güzel günler göreceğiz eninde sonunda… Oysa bizim gerçeğimiz nedir? Kıbrıs sorunu devam etmektedir ve KKTC tanınmamıştır. Bu gerçeği yaşama niyetimiz var mı yok mu? Bu gerçeğin sorumluluğunu alma efkârını taşıyor muyuz taşımıyor muyuz?”

"ERHÜRMAN’LI DEĞİŞİM ŞİMDİKİ ZAMANA DÖNÜŞ"

“Şimdiki zamanın tali gerçekliğe dönüştüğü bir siyaset alanında kimsenin ahlaki bütünlüğünü korumasını, âdil olmasını, kişisel ve sektörel holiganlık yapmamasını, çelişkisiz kalmasını, atomize olmamasını, liyakatı önemsemesini bekleyemeyiz. Siyasetin, şimdiki zamana dönmesi gerektiğini düşünüyorum…

CTP'de Tufan Erhürmanlı değişimin, konjonktürün de etkisi ve gerektirdikleri bakımından, şimdiki zamana dönüş olduğunu söyleyebiliriz.

Kıbrıs sorununu ötelemeden, yakın ve yakıcı günlük sorunları öncelleştiren, ekonomik ilişkileri temel alan bir dönüşüm yaşıyoruz son iki yıldır. Her sektörle alakalı yoğun bir hazırlık süreci geçirdik. Sorunları analiz ve tespit etmiyoruz sadece aynı zamanda çözüm önerileri sunuyoruz. UBP-DP hükümetininin 20 aylık icraatını eleştirmekle kalmıyor, ne yapacağımızı da anlatıyoruz.”

“KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİ GEREKTİĞİNE İNANIYORUM…”

“Kıbrıs sorununun çözülebileceğine inanıyor musunuz?” sorusuna karşılık ise Mutlu Azgın şöyle konuştu:

“Kıbrıs sorununun çözülmesi gerektiğine inanıyorum. Kıbrıs sorunun çözülmesi radikal bir değişimdir, değil mi? Evet…  Altmış yılı aşkın bir zamandır her iki toplum, ayrı ayrı kendi statükosunu yaşamaktadır… Radikal değişimler, çoğunlukla iki sosyal damardan beslenir. Birinci damar, ahlakçı, değerci, ideolojik, inançlı değişim savunucularıdır. Yani, sözgelimi, çok kültürlü bir Kıbrıs'ta yaşamak tercihi, çoğulculuk, halkların kardeşliği fikrine olan inanç, ortak vatan, ortak devlet fikri vb. Dünya görüşü olarak karşımıza çıkabilir veya ideolojik ezber. Arpa ile buğdayı kavga ettiren, tahammülsüz, farklı kültürlere kapalı bir insan da çözümcü olabilir, dünya görüşü ve oluş biçimi gereği de birey çözümcü olabilir.

İdeolojik ezberden bilinçli dünya görüşüne kadar geniş bir ‘inançlı’ kesim var…  
Bu kesim, çözüm istencinin sürdürülmesi, teşvik edilmesi, çözüm fikrinin yayılması için gerekli ve önemli bir kesimdir. Bir anlamda, çözümcülüğün  niteliksel hali…
Ancak, radikal değişimlerin gerçekleşmesi için ikinci damara da ihtiyaç vardır, hele hele demokrasilerde. İkinci sosyal damar pragmatiklerden oluşur. Bu örnekte pragmatik/ faydacı çözümcüler diyebiliriz… Çok farklı nedenlerle bugününden memnun olmayan, sürer durumdan hoşnutsuz, mutsuz kesim…

Ağırlıklı olarak sosyo-ekonomik sürer durum ile yeninin ürkütücü bilinmezliğini teraziye koyar ve karar verir. Radikal değişimlerin nicelik, yani sayısal kısmı işte buradadır. Bankalar krizi, AB üst kimliği ve uluslararası hukukun parçası olmakla 2004 referandumu arasında dolaysız bir bağ vardır. Ancak, o noktaya kadar, bazan ezberci bazan bilinçli dünya görüşü sonucu çözümcü bir avuç insanın, yani ‘öncülerin’ devamlılığı ve inançlı inadı çok önemlidir… Kıbrıs sorunuyla ilgili her iki toplumda sözü edilen her iki sosyal damardaki durumu takip etmekte fayda görüyorum…

Dönüştürücü çoğunluğun yani faydacı yenicilerin/değişimcilerin oluşması kolay iş değil. Süreç ister, inat ister, fedakarlık ister, irili ufaklı krizler ister ve konjonktür momentumu ister. Değişimlerin kolay olmadığını bileceğiz ve sırasında yenilgiden de haz duymaya bakacağız…”

“EMEKÇİ GÜÇLERİN BİRLİKTELİĞİ VE BİRLEŞMESİ KADAR, SERMAYENİN DE BİRLİKTELİĞİ VE BİRLEŞMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM”

Mutlu Azgın CTP'nin sermaye ve Türkiye ile ilişkileri hakkındaki bir soruya karşılık ise şu değerlendirmeyi yaptı:

“Üretim ilişkileri çelişkili devam ediyor olabilir. Sınıflı toplumda hiç bitmeyecek de olabilir. Ancak, üretimin sorun olduğu bir ekonomik alanda, üretici güçlerin tümünün birleşmesi çağrısı bana daha gerçekçi, gerekli, acil ve güncel görünüyor… Yani, emek ve sermaye birlikte hareket etmelidir ve ortaklaşılacak noktalar çelişkilerden daha fazladır şu an itibariyle diye düşünüyorum. Emekçi güçlerin birlikteliği ve birleşmesi kadar, sermayenin de birlikteliği ve birleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Varımızla yoğumuzla birleşmeliyiz, güçlerimizi birleştirmeliyiz, bütünlemeliyiz. Aksi halde, bu günleri çok arayacağız.

Ekonomik alanımız aşırı devlet bağımlı bir noktadadır. Bunun anlamı nedir? Mevcut koşullar altında devlet bağımlı ekonomik alanın somut ve ölçülebilir içeriği nedir? 
Şudur: Ekonomik alanımız, yaklaşık 600 milyonluk TC hibeleri ve yardımları ile dönmektedir… Yani, genel ekonomik durumda çarpan etkisi yaratan reel sektör hibe ve yardımları olmazsa, altyapı projeleri gerçekleşmezse, bütçe yardımı da yapılmazsa, hani şimdiki veriler var ya elimizde, şu  kadar yerel gelir,  bu kadar kişi başına düşen milli gelir, şu kadar toplam istihdam vd. tüm bu veriler, söz konusu hibe ve kredilere bağlı olarak bir anda yükselebilir veya düşebilir.

Bunu geçtim, TC hükmetse ve dese ki, iç ve dış borcundan her yıl 200/300 milyon ödeme yapmaya başlamalısın, mevcut koşullarda ekonomik anlamda yine krize gireriz ki bütçemizin borç ödeme kabiliyeti kazanacak biçimde güçlendirilmesi gerekiyor, bu ayrı bir konu…”

“HÂLÂ CARİ GELİR/GİDER DENGESİYLE UĞRAŞIYORUZ "BÜYÜK HEDEF" OLARAK”

“Hâlâ cari gelir/gider dengesiyle uğraşıyoruz "büyük hedef" olarak. Her sakallı dedemiz değil maalesef, KKTC'de ekonomik alandaki beyaz sakallı devlet, özel/kamu fark etmez, kendi dedemiz değil yani. Argümanın şehvetine kapılıp sektörler arası savaşlar çıkıyor ya bazan, işte o zamanlar için bu olguyu akılda tutmakta fayda görüyorum.

İkinci önemsediğim nokta, devlet/kamu yararı arasındaki farktır. Birçok devletçi ekonomi politikalarının, kamusal/toplumsal fayda yaratan etkisinden uzaklaştığını düşünüyorum. Ve bu nedenle, hızla toplumsal destek zemini kayıyor.

Devlet yardımı olan en küçük alanın kamusal ekonomik veya sosyal fayda yaratması gerekiyor… Yukarıda da belirttiğim gibi, en kalın elbiseli argümanı dahi itinayla soymalıyız, çırılçıplak kaldıktan sonra toplumsal faydaya bakmalıyız. Devletin, üretim alanlarını kendine bağımlı hale getiren ve yozlaşmaktan başka işe yaramayan sözde "destek ve yardımları", ekonomik alanları özgürleştirici, güncelleştirici ve reforme edici bir kimliğe ve etkinliğe kavuşturmalıyız. Dünyanın her yerinde ekonomik ve sosyal fayda sağlayan destek ve yardımlar var…”

“SİSTEM ÇÖKMÜŞTÜR; BU SİSTEMİ DEĞİŞTİRECEĞİZ”

“Önemli olan toplumsal fayda sağlaması, öngörülen yaygınlığa ulaşması ve kamusal faydaya dönüşmesi… Bu da yapısal dönüşümle, sistemin tepeden tırnağa değişmesiyle mümkündür. Çünkü sistem çökmüştür… Bu sistemi değiştireceğiz. Dağıtan, ihsan eyleyen, morfinleyen devlet modelinden, üretici güçlerin beraber üretttiği, üreticiye yardım eli uzatan ve ürettiğini adil paylaşan bir devlet örgütlenmesinin temelini atacağız… Borç taksiti ödemeliyiz, özellikle iç borç, denk bütçeyi standartlaştırmalıyız ve ekonomik büyümeyi yıllık %5'in üstüne taşımalıyız.

Diğer yandan, Sayın Recep Akdağ, 25 bin dolar kişi başı milli gelir konusunda ciddiyse ve romantik bir iyi niyet göstergesinden öteyse söyledikleri, bu hedefe yönelik disiplinli ve çok sağlam bir işbirliği yapmalıyız ki genellemeci bir argümanla sözü edilen hedefe ulaşmak için art arda iki haneli rakamlarla büyüme gerçekleştirmemiz gerektiğini söylemek sanırım yanlış olmaz… Ve kuşkusuz, kişi başına düşen milli gelir hesapları, dezavantajlı grupların, tutunamayanların, toplumsal zenginliğin adil paylaşılmadığı alanların durumuna bakmamız, yani gelir kadar gelir dağılımını önemsememiz ve büyümenin eşitlik endeksini yakından denetlememiz şart. Ekonomide ne kadar genellemeci kalırsak, o kadar yanılma ihtimalimiz artar.  Tüm büyük anlatıları ve rakamları usul usul soyacağız ve çıplak gerçekliğe ulaşacağız…”

“SADECE YETKİ DEĞİL SİYASİ İSTİKRAR İMKÂNI DA SAĞLAMALI… İSTİKRAR İÇİN MÜHÜR OYUNUZ ÇOK ÖNEMLİ”

“Son 15 yılın yaklaşık 10 yılında CTP iktidarı var. Halk CTP'ye neden güvensin?” şeklindeki sorumuza karşı ise Azgın, siyasi istikrarı vurguladı.

Mutlu Azgın sözlerine şöyle devam etti:

“CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman Başbakan adayınızdır sevgili arkadaşlar. Sayın Erhürman'a güvenin, CTP'ye güvenin ve ekonomik kalkınma için sadece yetki değil siyasi istikrar imkânı da sağlayınız lütfen…   Geçtiğimiz 4 yılda yaşananları düşününüz. Üç başbakan, 4 maliye bakanı, 3 farklı hükümet modeli süreçlerini beraber yaşadık. Siyasi istikrar yoksa ekonomik kalkınma da yoktur. Suyun 100 derecede kaynaması kadar kesin bir kuraldır bu. Kendi payımıza düşen hatalardan dersler çıkardığımız ve iki yıldır başta Genel Başkanımız Sayın Tufan Erhürman'ın açık açık özeleştiri yaptığı malumunuzdur… Şu an programlarımız, sektörel çözüm önerilerimiz ve kadromuzla karşınızdayız. Ekonomik kalkınma için siyasi istikrara ihtiyacımız var. Siyasi istikrar için mühür oyunuz çok önemli. Sizin için…”