Gazetecilik, bana göre Dünya’nın en önemli mesleklerinden biridir hatta belki de birincisidir.

Bu mesleği yaptığım için de çok mutluyum.

Mesleği sevmek ve bunu disiplinli bir şekilde yapmak; başka meslekler için de en önemli “unsur”dur diye düşünüyorum.

Yaptığı işi seven insanlar olmak; bir çok ülkenin üzerinde önemle ve özellikle durduğu bir konudur.

Kişilerin çok iyi zanaatkar olması, yaptığı işi sevmesi, üretimin kalitesini artırır.

Ülkenin kalkınması açısından bu durum elzemdir.

-*-*-

Ülkemiz gazeteciliğinde “siyasi duruş” farklılıkları çok belirgindir.

Bu “duruş farkı”, bir çok kişinin, “şu gazeteciyi çok seviyorum”, “bunu sevmiyorum” demesine yol açar.

Bu da çok normaldir.

Faşist ve ırkçı olmadığı sürece, her görüşe saygılı olmak da bir gazetecilik görevidir.

Ama gazetecinin, görüşü ne olursa olsun, “yönetenden” değil, “yönetilenden”; “zenginden” değil, “yoksuldan” yana olması gibi bazı “keskin” kuralları da kesinlikle vardır; bu kuralları bulunmayan ülkeler de elbette bulunmaktadır!

-*-*-

Bizde, “gazetecilik” mesleğini yapan ve “yönetenlere” alkış tutanlar da çok fazladır.

Tartışılması gereken bir konudur bu!

Zaman zaman “alkışçılık” elbette olabilir ama “her zaman” olması gazetecilik etiği dışındadır.

-*-*-

Gazetecilikte, “haber” esastır.

Ama “yorum” da mutlaka vardır, olacaktır.

-*-*-

Habercilikte “esas” ise “kriterler”dir.

Bu kriterler, haberin “yeni”, “alışılmışın dışında”, “ilginç” ve “insanları ilgilendiren” olmasıdır.

-*-*-

“İlginç” olması ile ilgili bir örnek vermek istiyorum…

“Haber değeri” açısından “yazılacak konunun ilginç olması” çok önemlidir…

Gazetecilikle ilgili ders kitaplarında da anlatılan bir konudur bu…

-*-*-

Bir çok gazetede, halktan bazı kişilere örneğin “Katolik Kilisesi kadın papazlara izin vermeli mi?” sorusu sorulur… Bu haber yapılır. Kamuoyu yaratmak hedefleniyor olabilir…

Türkiye’de de bir dönem, “Kadınlar cenaze namazı kılar mı?” tartışması vardı.

Veya “kadın imam olur mu?”…

-*-*-

Bir çiftçinin, bir gözlük tamircisinin, bir balıkçının, bir kunduracının bu konuda görüş belirtmesinin haber değeri ile bu gibi konularda “Devlet Başkanı”nın, Başbakan’ın, Din İşleri Başkanı’nın, önemli tarikat liderlerinin görüş belirtmesinin haber değeri arasında ciddi fark vardır.

İşte gazetecilikte bu konu çok önemlidir!

-*-*-

Ve meseleyi tabii ki KKTC’ye getirmek istiyorum!

Mesela “1 Temmuz kararı!”…

Bu konuda halkın görüşü, kamuoyu yoklaması ile belirlenirse, elbette haber değeri çok önemli olur.

Ama hükümet üyelerinin görüş belirtmesi, “karar mercii” olmaları açısından “haber değeri” açısından vatandaşların görüşlerini belirtmesinden daha önemlidir!

Peki, gerçekten KKTC’de “karar mercii” bizim hükümet üyeleri mi?

Yani asıl “haber değeri” Türkiye’deki makamların bu konuda açık veya gizli “talimat” vermesi veya “baskı yapıyor olması” mıdır?

-*-*-

İşte benim takıldığım nokta budur!

Burası çok önemlidir!

1 Temmuz açılım kararında “Türkiye’nin” A kategorisinde, İngiltere’nin ise C kategorisinde tutulması, gerek kararın alındığı gün gerekse dün itibarıyla “hatalı”ydı!

Belki duygusaldı!

Ama bence, “korku” içeren, “asıl yetkiliyi” kızdırmamayı da kapsayan, “haber değerini de düşürmesi gereken” bir noktadaydı!

-*-*-

Beni eminim anladınız!

Bu ülkede kesinlikle gazetecilik yapmak çok zordur!

-*-*-

Kıbrıs sorunu penceresinden bakalım.

“Kıbrıslı liderler otursun, sorunu çözsün” dediğinizde; haber değeri mutlaka düşüyor!

Çünkü, masadaki “Kıbrıs Türk tarafı”; masadaki “Kıbrıs Rum tarafı” kadar “yetkili” değildir!

Bu gerçeğin gizlenmesinin artık “yeni” olmaması, “çok bilinen” olması nedeniyle haber değeri bile yoktur!

-*-*-

İşte bu ve buna benzer örneklerdeki nedenlerden dolayı; habercilik açısından bile, Kıbrıs sorununun kesinlikle çözülmesi lazımdır!

-*-*-

Gazetecilik – habercilik açısından da bu zorunluluğu açıklamak istedim!

Ama isterseniz mesela “yargı” açısından da bakabilirsiniz!

Bu ülkede, örneğin Lefkoşa Kaza Mahkemesi’nin “KKTC Devleti ile vatandaş” arasındaki bir kararını, o vatandaş, üst mahkemeye taşımak isterse, sonuçta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidebilir…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittiği anda “KKTC Devleti” yok sayılır ve “sanık” veya “taraf” olarak “Türkiye Cumhuriyeti” yer alır!

-*-*-

Örnekleri sıralar giderim…

Mesela, Türkiye’nin bölgedeki stratejik çıkarları ile KKTC’nin stratejik çıkarlarının her konuda, her durumda, her platformda “örtüşmesi” mümkün değildir.

-*-*-

Sporda – eğitimde – kültürde KKTC’nin her türlü hakkı, sürekli ötelenir haldedir.

Bu konuda Türkiye’nin çıkarları çok farklı noktadadır.

Örneğin Fenerbahçe veya Galatasaray’ın UEFA ya da FIFA’dan ceza almaması; Kıbrıslı Türk gençlerin uluslararası spor karşılaşmalarında yer alabilmesinden çok daha önde tutulabilmektedir.

-*-*-

Bunları neden mi anlatıyorum?

Birincisi; KKTC Meclisi’ni izlerken konu aklıma geliyor…

Ve diyorum ki, “niye konuşuyor ki bu insanlar?”…

Yetkiyi bırakın, paraları yok.

Hükümet, Cumhurbaşkanı niye konuşuyor?

Mesela Kıbrıs konusunda yetkileri yok!

-*-*-

Veya 1 Temmuz kararı?

Korkmadan, ürkmeden, tamamen KKTC ekonomisi ve KKTC insanının sağlığı düşünülerek karar vermek, “bronzo” meselesi durumundadır!

-*-*-

Kısacası; bu yüzdendir ki hep diyorum; ya federal Kıbrıs; ya da kardeşim “yalan olanı” ya da “hiç olmayanı” terk edin; gönderilsin bir kaymakam; Kıbrıs, Osmanlı döneminde, Anamur’un da Tarsus’un da bir “kazası”ydı;

bir daha olması, sizi neden rahatsız etsin ki?

“Psefto Gratos” olmaktan daha “gerçekçi” ve daha “hukuki” olmaz mı?

-*-*-

Ve son not: Akla en uygun olan, federal çözümdür tabii ki…

Öteki olasılık, imkansızı istemektir.