Güvenmekle güvenememek arasındaki ince çizgide yaşamaya başladık. Yapabileceklerimiz, yapamadıklarımız, elimizde olmayanlar derken bir yanda seçim propagandaları, bir yanda covid-19 ve tabi ki son zamanlarda herkesi kaygı içerisinde bırakan karantina süreci…

Sosyal medyada her gün karantinada aç kalanlar, verilmeyen ilaçlar, temizlik koşullarının yerine getirilmeyişi, kalacak yer olmaması gibi durumlar sadece günlük yaşamda değil ruh sağlığımız üzerinde de karmaşa yaratıyor. Hatta öyle ki virüsü kapmaktan değil de karantina sürecini yaşamaktan korkar olduk. Tekrardan evde izolasyon kararı çıkarsa zaten bozuk olan ekonomimiz daha da kötüye gidecek ve maddi olarak çöküş içerisine gireceğiz endişesine kapıldık. Yani anlayacağınız pandeminin kendisinden ziyade yarattığı veya yaratacağı muhtemel olgular üzerinden kaygı duyuyoruz.

Yenilenerek devam ediyoruz hayatımıza. Eskiden sosyal fobi ya da çok çalışmanın yaşamımız üzerindeki etkileri gibi konuları konuşurken, bugün gidecek bir işimizin olup olmadığı kaygısıyla uyanıyoruz. Okulda sunum yaparken yaşanılan kaygıyı değil de gidecek bir okulun olmaması kaygısını yaşıyoruz. Bir virüs hayatımızı bu kadar değiştirebildiyse eğer şu soruyu mu sormalıyız acaba; “Hayatlarımız yeteri kadar sağlam temellere dayalı değil miydi?”

Her şeyi garantilemiştik oysaki. İşlerimiz, hayatımız, okulumuz, ekonomik durumumuz… Çok hızlı bir şekilde hayatlarımızın hâkimi olamadığımız bir sürece girdik; çıkamıyoruz. Sağlık sisteminin, teknolojinin, liderlerin yani öncesinde güvendiğimiz hiçbir şeyin bizi koruyamayacağı gerçeğiyle baş başa kaldık. Oysa en temel ihtiyacımız güvende olmaktır. Bugün içerisinde bulunduğumuz bu güvensizlik ortamı hayatımızın her yanına yayılıyor. Akıl sağlığımız, psikolojik sağlamlığımız zorlanıyor. Rutine dönemediğimiz gibi yeni bir rutin de yaratamıyoruz. Yani değişiyoruz. İstemeden de olsa değişerek yeniyi yaratmaya çalışıyoruz.

Belirsizliğin içerisinde belirli hayatlar kurmaya çalışan insanlık, ülkemizde her gün farklı bir sınavdan geçiyor. Bir yanda şehir efsaneleri diğer yanda şaşkınlıkla karşı karşıya kaldığımız gerçekler arasında sıkıştık. En temelde aylardır öğrendiğimiz kendimizi ve çevremizdekileri korumaya yönelik tedbirlere sıkı sıkı sarılmalıyız. Sonrasında ise kendi güvenlik çemberimizi yaratmalıyız ki tutunacak bir gerçekliğe sahip olalım. Kısa hedeflerle yaratacağımız tatmin duygusunun faydasını uzun vadede görebilmek mümkün. Kaygıyla baş etmek ve sağlıklı stratejiler üretmek de bizim elimizde. Yani demek istediğim şu, bu saatten sonra gemisini kurtaran kaptan gibi olmalı, dümene geçip ipleri ele almalı…

İçinizdeki kahramanlara selamlarımla…

Psk. Esra Dağlar Bozdoğan

[email protected]