Ankara’da aynı üniversitede, aynı fakülteye, aynı yıl başladık, aynı yıl bitirdik...
O işletmedeydi ben kamu yönetiminde...
Birlikte ders çalıştık, birlikte gezdik...
Ortak dersler aldık...
Aynı yaştaydık...
35 yıldır tanıdığım biriydi...
Ağzından, tek ama tek bir ters laf, küfür işitmedim.
Kimseye hakaret ettiğine, dedikodu yaptığına tanıklık etmedim.

-*-*-

Bir ara birlikte kilo aldık; birlikte vermek için Ankara’da kendimize spor salonu aradık.
Bahsettiğim 1980’li yılların ikinci yarısı...
80 kiloyduk ve kendimizi “şişman” sayıyorduk. 
Sonra birlikte 90’lara çıktık... 
O 90’larında kaldı, ben 130’ları aştım...
İlk gittiğimiz spor salonundaki ter kokusunu her karşılaştığımızda anar ve gülerdik.
“Ne pis kokuydu o koku be Hasan...”

-*-*-

Hep şakalaştık, hep eskiyi andık...
Eski daha güzeldi...
Eski ülkemiz, eski dostluklarımız... 
Gitarı, sesi, adamlığı; asla unutulmaz...

-*-*-

Çocuklarına düşkünlüğü...
Muhteşem bir evlat oluşu...
İşine, işlerine bağlılığı...
Haksızlığa uğrayışı...
Müdürlükten alınıp müşavir oluşu...

-*-*-

Ülkesine tutkusu... 
Arkadaşlarına saygısı...
Ailesine, annesine – babasına sevgisi...

-*-*-

Esprileri...
Zekası...
Facebook paylaşımlarındaki yüzde yüz doğruluk...

-*-*-

İki üç kez televizyon programıma konuk olarak almıştım...
Turizmi, pazarlamayı en iyi bilenlerden, bu konuda ciddi tecrübe kazanmış isimlerden biriydi...
Ama siyasetin bu ülkede rezil bir “tarafı” vardı ki o tarafın kurbanıydı...

-*-*-

Dün sabah televizyon programı sırasında, “gizli mesajlar” diyebileceğim Facebook’un sakladıklarına da bir göz atayım dedim...
Bir genç arkadaş, “... Serhat bey, Hasan abi sizden hep bahsederdi, arkadaşınız olduğunu biliyorum, haber vereyim dedim, hastaneye kaldırıldı...” diye mesaj yazdı.
Mesajın tarihine, saatine bakmadım bile.

-*-*-

Bir ortak arkadaşımıza program devam ederken, kısa bir mesaj yazdım... 
“Be Ersan, Hasan hangi hastanede?”

-*-*-

Yani, evet rahatsızlanmıştı ama ciddi bir sorunu olamaz diye aklımdan geçirmiştim...
“Hava serinlesin, akşam üzerine kadar işlerim var, bir ara gider seslenirim” diye de içimden geçirdim doğrusu...
Ersan’dan, kısa bir yanıt geldi:
“Kaybettik!”...

-*-*-

Kimse kusura bakmasın, beni affetsin ama o sırada önce Allah aklıma geldi!
Allah büyüktür!
Sadece aklıma gelmedi doğrusu; bir an karşıma geçti sanki ve “o kadar büyük değildi”... 
Yanıma oturdu; hiç affetmedim anında sitem ettim; “... Bu işleri siz organize ediyorsanız Sevgili Allah’ım; büyük bir hata yaptınız!”...

-*-*-

Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum...
Kelime kalmadı!
Cümleler bitti!
Ne nokta kaldı, ne virgül!

-*-*-

O sırada program konuğum geldi.
Asım Akansoy...
“Sevgili Serhat, istersen programı yapmayalım” dedi.
“Ne olacak ki, Hasan geri mi gelecek? Sayın vekilim, yapacağız” dedim.

-*-*-

Program bitti...
Çıktım!
Ersan’ı aradım...
Önce anne ve babası aklıma geldi...
Doktor anlatmış ikisine de...
Ve annesi, oğlunun öldüğünü öğrendiği anda, gayet sakin bir şekilde, doktora demiş ki; “lütfen bana bir iğne yapar mısınız?”...
Bir an oradakiler şaşırmış; anne eklemiş; “... Artık yaşamak istemiyorum, anlamı kalmadı”...

-*-*-

Çok acı geldi bu ölüm...
Tarifi yok!
Hazmedilemez!

-*-*-

Hasan da, en yakın arkadaşlarından Artun’un acısını hazmedememişti...
Her yerde, her sohbette, hep Artun’dan bahsediyordu.
O da, Hasan’ın tıpkısıydı; güzel insandı, dosttu, sevgi doluydu...
Hasan, Artun’un yanına gitti!

-*-*-

Çok üzgünüm ve de kızgınım, sorgulamayı sürdüreceğim sevgili Allah’ım!
Hiç da kusura bakma!
Zamansız, sırasız ve hep en iyileri niye alıyorsun ki?
Hepsinden önemlisi, niye evlat acısı yaşatıyorsun?
Evet, hepimiz meçhule gideceğiz ama ne olur bozma bu beytambal sırayı!

-*-*-

Önce bu ülkeye; sonra tüm ailesine, arkadaşlarına, dört evladına, sevgili Aylin’e ve Filiz hanıma başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

-*-*-

Hoşçakal Hasan Artuner...