Memleket yangın yerine döndü. Dövizin ateşi öyle bir yakıyor ki herkes şaşkınlıkla olan biteni izliyor. 
Çarşı pazardaki fiyatlarda kontrol edilemeyen yükseliş, Türkiye ile birlikte elbette Kıbrıs Türkü’nü de perişan etti.
Güney’den gelen Rumlar ise TL’deki değer kaybı nedeniyle benzin istasyonları ve marketlerde neredeyse bayram ediyor. 
Ülke yaşanan bu ekonomik krize ne yazık ki istifa etmiş bir hükümetle yakalandı. 
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, yeni hükümet oluşumuna yönelik bugün ve yarın, siyasi parti genel başkanları ile görüşecek. 
Ancak meselenin UBP kurultayına kilitlendiği de ortada.
Şu anda yapılan görüşmelere sadece “ısınma turu” desek yanılmış olmayız.
Ana muhalefetin başı Erhürman, hükümeti “istifayı bile yüzüne gözüne bulaştırmakla” suçladı.
Ancak şurası bir gerçek. 
Yaşanan ekonomik krizle mücadele etmek, an itibarıyla tek başına bir siyasi partinin boyunu aşan bir mesele haline gelmiştir.
Bunca yıldır ertelenen reformlar, bize yaşanan bu kriz ortamında yine kendini hatırlattı. 
Bugüne kadar halının altına süpürdüğümüz sorunlar yine ortaya çıktı.
Yıllardır altına imza attığımız mali protokollerde şimdiye kadar tek bir maddeyi hayata geçirebildik mi?
Hayır, geçiremedik.
Ama iş 13. maaşlara gelince, pişkin pişkin “Türkiye’den isteyin” önerileri ortaya atılıyor.
Başbakan Yardımcısı Erhan Arıklı dün “Türkiye’deki ekonomik durum, bizim yaşadığımız krizden çok daha ileri boyutta. Bizim bu noktada ‘paramız yok’ diyerek gitmemiz doğru olmaz. Anavatan bizi şimdiye kadar ortada bırakmadı ama ben çok mahcubum. İmzaladığımız protokolün yerine getiremedik” diyor.
Bu çok önemli bir özeleştiridir.
Ne yazık bu protokolün hayata geçirilememesi sadece hükümetin de sorunu değildir. Muhalefetiyle, sendikalarıyla, sivil toplum örgütleriyle, el birliğiyle bu protokolün hayata geçmemesi için her türlü haylazlığı yaptık.
Peki ama bu protokolün amacı neydi?
Kimin ekonomisini güçlendirmeye yönelikti?
Lafa gelince “kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiden” söz edenler, o ekonomiye gidiş yoluna neden sürekli köstek oluyorlar?
Bu soruları tek tek kendimize sormamızın zamanı geldi. 
Bu yapı artık böyle devam ettirilemez.  Arıklı’nın yaşadığı mahcubiyeti bizler de yaşamak zorundayız. 
Gemi su alıyor. Batacak. Buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmak, yüzme bilsek dahi bize kurtarmayacak. Aklımızda olsun…