Gündem Kıbrıs Özel

Moleküler Mikrobiyolog ve Mikrobiyel Patogenez Uzmanı Dr. Ender Volkan Çinar, Gündem Kıbrıs okuyucuları için Covid-19’u kaleme aldı.


İşte Çinar’ın kaleminden Covid-19…

Koronavirüs veya Coronavirus- bir çoğumuzun 2019 yılının Aralık ayındaki haberleri izlemeden önce hiç duymamış olduğu bir kelime. Kuşkusuz ki bu kelime, bütün dünyadaki hemen her birey tarafından artık günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş durumdadır. Dünyanın birçok bölgesinde ciddi trajediler yaşanmasına sebep olan yeni tip, SARS-CoV-2 koronavirüs ve sebep olduğu hastalık COVID-19 hakkında Aralık 2019’dan beri yapılan bilimsel çalışmalar, bu çok bilinmezli denklemi çözmeye çalışmaktadır. Halen kesin bir tedavisi veya aşısı bulunmayan COVID-19’un bulaşma mekanizmaları, korunma metodları, patogenezi ve halkın sağlığı üzerindeki etkileri konusunda, bilimsel veriler ışığındaki güncel durumdan bahsedeceğim.  


COVID-19 hastalığı

COVID-19 (COronaVIrus Disease-19) denildiğinde ilk akla gelen semptomlar, nefes darlığı, ateş, öksürük (pnömoni) yanında bazı durumlarda kusma/ishal benzeri durumlardır. Fakat hastalık dünyada milyonlara ulaşıp yüzbinlerce can aldığından, hastalığın seyrinin sadece bu semptomlardan ibaret olmadığı bilimsel çalışmalar tarafından da gösterilmiştir. Son dönemlerde, özellikle uzun vadeli hastalık sürecinde, bazı pıhtılaşma problemlerinin yaşanabileceği ortaya çıkmaktadır. İlginç bir şekilde, bazı hastalarda veya semptom göstermeyen durumlarda, tat ve koku alma hissinin yok olması da COVID-19 ile seyreden belirtiler arasında bulunmaktadır. Bunlara ek olarak da ‘delirium’ denilen, bilincin ve algının kaybolma hali gibi bazı semptomlar da raporlanmıştır. Özellikle ileri yaştaki ve kronik hastalıklardan muzdarip hastalarda daha ciddi seyredip ölümcül olabilen hastalık, bazen sağlıklı gençlerde de yaşamı tehdit edebilen sonuçlar doğurabilmektedir. Böbrekler, kalp gibi organların da hastalık sürecinde etkilenebileceği raporlandırıldığından, hastalığın seyrinin kişiden kişiye değişiklik gösterebileceği bilinmektedir. Çocuklarda genellikle hafif seyreden COVID-19, nadiren enflamasyonun aşırı seviyeye ulaşmasıyla birlikte Kawasaki hastalığına benzer, çok sistemli enflamatuar sendromuna (Multisystem Inflammatory Syndrome in Children; MIS-C) sebebiyet verebilmektedir. Neden bazı bireyler hastalık belirtisi bile göstermezken, bazı sağlıklı bireylerde ölüme kadar ilerlediği ise araştırılmaktadır.
Daha önce yaşanan 2002 SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome), 2012 MERS (Middle East Respiratory Syndrome) gibi koronavirüs pandemilerine ters bir şekilde, bu hastalıkta hiç semptom göstermeden de virüsü başka bireylere yayabilmek mümkündür (Rothe ve ark., 2020).  Bunun ilginç bir örneği, Amerikan donanmasına ait USS Theodore Roosevelt gemisinde ilk olarak 3 denizcinin hastalık belirtisi göstermesi ile başlayıp binden fazla denizcide virüsün tespit edilmiş olmasıdır (Payne ve ark., 2020). Zaten, COVID-19’un dünya genelinde milyonlarca insanı enfekte etmiş olmasının bir sebebi de, virüs bulaşmış olan fakat bunun farkında olmayan bireylerin toplum içinde bulaşlara sebep olmasıdır. Daha önce yaşanan SARS, MERS gibi salgınlarda, virüs bulaşan bireyler çok ciddi hastalık geçirdiğinden ve yatarak tedavi gördüğünden, virüs yayılımı daha limitli boyutlarda kalmaktaydı. Zaten bu iki hastalığın ölüm oranları COVID-19’a göre daha fazla olmuştur (SARS-%10-15, MERS %34-38 vaka ölüm oranı). COVID-19’da ise, bu rakam ülke ve yaş aralıklarına göre değişkenlik gösterirken, yaklaşık %3-4 civarında seyretmektedir. En fazla virüs yayılımı ise, enfekte olan kişi semptom göstermeye başlamadan önceki 1-2 gün içinde yaşanmaktadır (He ve ark., 2020).

Tarihten Dersler ve COVID-19

Kuşkusuz ki, COVID-19 tüm dünyaya halk sağlığını korumanın, salgınlara hazırlıklı olmanın ve önlem almanın ne kadar önemli olduğunu göstermiş oldu. İnsanlık tarihi, en son bu düzeyde bir salgına, yine ciddi bir halk sağlığı krizi yaratmış ve yaklaşık 50 milyon ölümle sonuçlanmış olan, grip (influenza) virüsünün sebep olduğu 1918 Influenza (İspanyol Gribi) pandemisinde şahit olmuştu. 1918 influenza pandemisi aslında Amerika Birleşik Devletlerinin Kansas eyaletinde çıkmış olmasına rağmen (Barry, 2004), oradan 1. Dünya Savaşı sebebi ile Avrupa’ya yayılmış, ve İspanya’daki salgının ciddi boyutlara ulaşması sonucu adına İspanyol Gribi denmiştir.
Bir asır önce yaşanmış olan bu salgından, halkın sağlığını korumak adına alınabilecek birçok ders de mevcuttur. Bunlardan bir tanesi, bu salgın süresince ABD’nin St. Louis ve Philadelphia kentlerinin aldığı önlemler ile halklarını nasıl korudukları ve/veya koruyamadıkları ile ilgilidir. Philadelphia kenti, salgını göz ardı edip tüm halkın katılım gösterdiği bir geçit töreni düzenlemiş ve vakalarda ani artış ortaya çıkıp, sağlık sistemi çöktüğünden, ciddi kayıplar vermiştir. St. Louis kenti ise, hemen törenlerini iptal ederek önlem almış, hastalık yayılımını yavaşlatmıştır. Bu strateji, COVID-19 sırasında ‘Flatten the curve/ Eğriyi yassılaştır’ sloganıyla birçok ülke tarafından uygulanmış ve erken önlem alan ülkelerde, salgının ilk dalgası limitli seviyede tutulmuştur – KKTC de bunlara bir örnektir. Önemli olan, ayni performansı uzun vadede göstererek, gelebilecek 2. hatta 3., 4. dalgaları da ayni ciddiyetle karşılayıp, halkın sağlığını koruyabilmektir.
Günümüz durumunda ve yukarıda verilen örnekte de görüldüğü gibi, pandemilerde, dünyanın bir yerinde başlayan salgın, kolayca başka şehirlere ve de tüm dünyaya yayılabilmektedir. Çin’in Wuhan şehrinde başlayan SARS-CoV-2 salgını ise, İtalya, İngiltere ve İspanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde trajik sonuçlara sebep olup, Kuzey ve Güney Amerika ülkeleri, Orta Doğu ve daha birçok coğrafyada da önemli sorunlar yaratmaktadır. Özellikle salgının ilk aylarında İngiltere’nin uygulamak istediği strateji, önemli sayıda can kayıplarına sebep olmuştur. Virüsün yayılmasını durdurmayı ilk etapta önemsemeyen Boris Johnson hükümeti, sürü bağışıklığı kazanma tezi üzerinde durdu fakat bu duruş, ülkedeki salgının, sağlık sistemini aşmasına sebep oldu. İlginç bir şekilde, son zamanlarda ortaya konan bilimsel sonuçlar ise, sürü bağışıklığının salgının yaygın olarak yaşandığı ülkelerde bile etkin seviyelere kolay ulaşamayabileceğini göstermiştir (Pollan ve ark., 2020). Hatta, hastalık geçiren kişilerde, kazanılan bağışıklığın çok uzun süreli olup olmadığı da önemli tartışma konusudur (Long ve ark., 2020). Virüsün toplumda yayılmasına izin verip, sürü bağışıklığı kazanmayı strateji olarak kullanmak, çok can kaybı vermeyi göze almayı içerir. Dolayısıyla tercih edilen yol, sürü bağışıklığının, ileride üretilmesi muhtemel olan aşı ile kazanılması olmalıdır.  İçinde bulunduğumuz durum, aşı ile virüsün bir yarışı olarak düşünülebilir. Etkin bir aşı bulunana kadar virüsten kendimizi uzak tutmamız, ciddi can kayıpları vererek sürü bağışıklığı kazanmaya çalışmaktan daha mantıklıdır. Peki kendimizi virüsten nasıl uzak tutabiliriz?

Maskeler, El Hijyeni ve Fiziksel Mesafe

Salgın bütün dünayaya yayılıp, bir pandemi oluşturmaya başladığı günden beri, ‘sosyal mesafe’ kurallarına uyalım mesajlarını tüm bilimsel çevreler yaymaktadır. Doğrudur, insanların kendilerini olabildiğince izole etmeleri, salgını kontrol edebilmedeki en önemli kriterdir. Fakat, sosyologların bu terime bazı itirazları bulunmaktadır. Öyle ki, sosyolojide, ‘sosyal mesafe’, farklı ırk, sosyal sınıf, etnik köken gibi sınıflandırmaların arasındaki farktan bahsederken (ör: Hindistandaki kast sistemi), bu kavram bir anda sadece COVID-19 kökenli bir terime dönüştü. Bu sebepledir ki, artık sosyal mesafe yerine, fiziki mesafe veya fiziksel mesafe gibi terimler tercih edilmektedir.
Adı sosyal mesafe veya fiziksel mesafe olsun fark etmez, bu stratejinin salgını önlemedeki rolü yadsınamaz. Yalnız başına değil de, maske kullanımı ve kişisel hijyene dikkat edildiğinde etkinliği artar. İki metre gibi bir fiziksel mesafe ve maske kullanımı önerilirken, havada asılı kalabilecek virüs yüklü partiküllerin daha uzağa yayılabileceği muhtemel olduğundan (Morawska & Cao, 2020), iç mekan yerine dış mekan tercihi yapılması, ve iç mekanların bol havalandırılması önerilmektedir.
Maske kullanımının önemi gün geçtikçe artarken, halen dünya çapında tartışma devam etmektedir. ABD gibi bazı ülkelerde politik de bir boyut almış olan maske kullanımını en iyi açıklayan cümlelerden birisi ‘senin masken beni, benim maskem seni korur’ olmaktadır. Virüs boyutunun 100nanometre (bir nanometre, bir milimetrenin milyonda biri), civarında olduğunu düşünürsek gerçekten de virüsün geçmesini engellemek için çok sofistike filtreler gerekir. Fakat, doğru maske kullanımı, potansiyel virüs taşıyıcı bir bireyin konuşması sırasında ağzından çıkabilecek virüs yüklü parçacıkların ortama yayılımını limitler. Dolayısı ile bir ortamda tek bir kişinin değil de herkesin maske kullanması, yayılma riskini tamamen ortadan kaldırmadığı halde, yayılımı sınırlandırır. Doğru maske kullanımının vücuttaki oksijen seviyesini düşürüp karbondioksit zehirlenmesi gibi problemlere sebep olabileceği düşüncesi ise, bilimsel verilerle desteklenmemektedir. İçinde bulunduğumuz pandeminin ciddiyeti göz önünde bulundurulduğunda, alabileceğimiz her önlem hayat kurtarıcı olabilir; maske de bu önlemlerin arasında önemli yer tutar.
Bu süreçte, el hijyeninin önemi, çeşitli sağlık kuruluşları tarafından defalarca gündeme getirilmiştir. Güncel bilimsel veriler virüs yayılımının yüzeylerden ziyade kişiden-kişiye solunum parçacıkları ile daha fazla olduğu üzerinde dursa da, el hijyenine dikkat her açıdan yarar sağlar. Yüzeylerde virüsün aktif kalabileceğini fakat zaman geçtikçe önemli düzeyde azalma gösterdiğini bilimsel çalışmalar göstermektedir (van Doremalen ve ark., 2020; Ren ve ark., 2020). Bu sebepledir ki sık sık el yıkamak veya alkol bazlı dezenfektanlarla elimizi temizlemek, herhangi bir ortam veya yüzeyden elimize geçebilecek olan virüsün ağız, göz veya burundan bizi enfekte etme şansını azaltır.
Çeşitli çalışmalar, etkili bir aşı bulunmadığı taktirde COVID-19’un dalgalar halinde 2024’e kadar tüm dünyayı etkileyebileceğini öngörmektedir (Kissler ve ark., 2020). Şu anda Çin’in üretmekte olduğu bazı aşı adayları yanında, ABD’nin Boston kendindeki Moderna firmasının ve İngiltere’de Oxford Üniversitesindeki bilim insanlarının tasarladığı aşıların klinik çalışmaları olumlu sonuçlar vermektedir. Umut odur ki, en yakın zamanda üretilecek olan etkili bir aşı, dünyanın yaşamakta olduğu bu felaketin sonunu getirecektir. Etkili aşının bir alternatifi ise, hastalığı tedavi edebilecek bir ilacın bulunmasıdır. Çeşitli yeni ve kullanımda olan ilaçlar COVID-19’a karşı denenmekte ve hastalığın farklı evrelerinde, farklı ilaçların daha etkili olabileceğini ortaya koymaktayken, henüz hastalığı tamamen ortadan kaldırabilecek bir ilaç veya ilaç kombinasyonu bulunmamaktadır. Bu aşı üretilene kadar veya kesin çözüm bir ilaç bulunana kadar kendimizi maske, fiziksel mesafe ve hijyen kurallarına dikkat ederek korumak hem kendi sağlığımız, hem sevdiklerimiz hem de toplum sağlığı için yaşamsal önem arz eder.