Milli Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu açıkladı: “... Milli Eğitim Bakanlığı’na kayıtlı 53 bin öğrenci var... Online derse katılanlar ortalama 25 bin kişi...”

-*-*-

Anket yapmak mı?

Telefonla tabii ki yüz yüze değil!

Cumhurbaşkanlığı seçimini kimin kazanacağı ya da kimlerin ikinci tura kalacağı da önemliydi elbette ama asıl önemli olan şu anda anket yapabilmek!

Öğrenciler için mesela!

-*-*-

Nasıl mı?

Dünya’yı da takip ederek elbette...

Onlar nasıl yapıyorlar?

-*-*-

Geçen gün bir arkadaşım aradı, “otistik” veya “öğrenim zorluğu çeken” çocuklardan bahsetti!

Sokağa çıkma yasağı uygulanan Türkiye’de bu tür çocuklar için bazı özel izinlerin söz konusu olduğunu; örneğin parklara götürülüp dolaşmalarına izin verildiğinden söz edildi!

-*-*-

Elbette bu çok çok önemli ama bunun ötesinde, “çocuklar ne düşünüyor?” konusu da çok çok çok önemli!

-*-*-

Neden mi?

Çünkü bu yaşanan bir travmadır!

Ve çocukların travmadan, travmalardan etkilenmesi, belki bizde “umursanmayan” bir sorun olabilir ama gerçek ve de çağdaş devletlerde, bu konu hayatidir.

-*-*-

Nereden mi biliyorum?

Abi, abla, kardeş; bu koronavirüs salgını geçsin, “Profesör” unvanı kullanmayacak mıyız hepimiz?

Kullanacağız!

Ben de artık bu gibi konuları oku oku bir hal oldum; kendi kendimi “profesör” ilan etmiş durumdayım da ondan dolayı biliyorum!

-*-*-

Değil tabii ki!

Dün bir İngiliz gazetesinde okudum!

Aratırmışlar; ilkokul çağındaki her beş çocuktan birinin sokağa çıkmaya ciddi anlamda korktuğunu belirlemişler...

Araştırmışlar; yine her beş çocuktan birinin yiyecek bulamamaktan korktuğunu saptamışlar...

-*-*-

Şimdi, Türkiye’de çocuğuyla sokakta polise yakalanan baba ne diyor; “... Çocuk benim değil, sanane ölürse!”...

Bu zihniyet Allah’a çok şükür Kıbrıs Türk toplumunda “olmayan bir zihniyet”...

Ayrımcılık yapmak için söylemiyorum zaten tüm Türkiye o holloyu kınadı ayrıca kızgınlıkla söylediğinden eminim...

Ammma, unutmamak lazım, her çocuk evet anne ve babasının çocuğudur ama aynı zamanda o çocuğun sağlığından, eğitiminden ve geleceğinden “devlet” sorumludur...

-*-*-

Sahi devlet demişken aklıma bir konu daha geldi.

Devletler, bu korkutucu salgına hazır değildi.

Koskoca Fransa, İspanya, İngiltere, İtalya ve onların önünde Amerika patır patır dökülüyor...

Türk televizyon kanallarına ve gazetelerine göre “Türkiye bunlardan kat kat daha iyi”...

Yorum yapmaya fazla gerek yok ama “yayılma hızı, test ve vaka oranı, ölüm oranı” bahsettiklerimizden çok düşük değil...

Şimdi kısaca diyeceğim şudur ki; bu bahsettiğimiz devler bile hazır değildi ama biz zerre kadar hazır değiliz!

-*-*-

Şimdi bunun hesabını sormanın zamanı değil ebette...

Ama çok önemli bir “ilaç”tan söz ediliyor...

Bakanlık çevreleri konuyu gayet iyi biliyor...

Sağlık Bakanı’nı “diksiyon” konusunda eleştiriyoruz ama asıl eleştirilmesi gereken yıllardır kimliksiz, devletsiz, temelsiz, öylesine idare ediyor oluşumuz ve bu idare ediyor oluştan memnun oluşumuzdur!

Evet, 200 “kutu” gelmesi gereken ilaçlardan, “sadece 2 kutu” gelmiş!

O kutulardan biri, “adrese teslim”miş; ötekisine de “bizim devletin makamları” değil, “başkaları” el koymuş!

“Bizde dursun, ihtiyaç olursa veririz” denmiş.

-*-*-

Diyeceksiniz ki, “bu hastalığın ilacı mı var?”...

Bu salgınla mücadelede kullanılan bir ilaçtan bahsediyoruz!

-*-*-

Yani şunu demeye getiriyorum ki, Kıbrıslı deyişiyle, “bunda kerlim” hepimizin bazı gerçekleri anlamamız gerekiyor.

Yalana, propagandaya (ki asıl yalanlarla dolu olan budur), hamasete, sahtekarlığa, yalakalığa, yağcılığa, şükrancılığa “elveda” demek zorundayız.

-*-*-

Geçmişteki hataları toparlayacağız; geleceğin planını yapacağız...

Çocuklarımızın geleceğini hesaplayacağız...

Özel eğitim ihtiyaçlı olanların ihtiyaçlarını bileceğiz...

-*-*-

Acil bir şekilde, “hangi sektörlere, hangi yatırımlara yöneleceğiz?” sorusuna yanıt vereceğiz...

Bunun yanıtını bileceğiz...

Bunca zamandır uluslararası hukuk dışında tutulduk, “idare edin, biz buradayız” dendi ama “burada olunamayacak haller de varmış demek ki”yi asla aklımızdan çıkarmayacağız.

-*-*-

Suyumuz bitebilir...

Çaresini bizim bulmamız lazımdı...

Neyse...

Elektrik ne olacak?

Ya yakıt alamazsak?

-*-*-

Yatırıma ayrılacak tek kuruş yok!

Nereden, hangi kurumdan “kredi” yani “borç” alacağız?

Kimden isteyebiliriz?

Kimseden!

Kimsemiz yok!

Gerçek budur!

Evet, kimsemiz yok!

Bu gerçek, “tokat” gibi yüzümüze vurmadı; resmen ağır bir kafa yedik tam burnumuzun üstüne ve dağıldık!

-*-*-

TC’nin bir parçası mı olacağız?

Federal çözüm m kuracağız?

KC’ye, 1960’a mı döneceğiz?

KKTC’yi mevcut yapısı ile devam ettirmek gibi bir düşünceniz var?

Bilemiyorum ama oturup karar vermek zorundayız!

-*-*-

Konu konuyu açıyor...

İngiliz vatandaşıyım...

Pasaportumun süresi bitmek üzere; online başvurdum. Online ödedim. Online fotoğraf gönderdim.

Ben KKTC’deyim, başvurduğum ofis Liverpool – İngiltere’de...

Pasaportum hazırlandı, adres olarak “Mersin 10 Turkey” vermek zorundaydım...

“Niye Güney’den bir posta kutusu adresi vermedin?” sorusu sorulabilir ama DHL denen şirket, “Mersin 10 Turkey”i tanıyor!

“KKTC’yi” değil ha!

Mersin 10 Turkey!!!

Okey?

-*-*-

Pasaport İstanbul’a kadar geldi.

Size, pasaportunuzun nerede olduğunu, konşimento numarası ile birlikte sürekli bildiriyorlar...

Ve o pasaport İstanbul’da kaldı!

“KKTC’yi küçük düşürmek için abartıyorsun” da diyebilirsiniz!

Ama ben de size “... KKTC gerçekten var olsaydı, benim pasaport, İstanbul’da DHL ambarında kalmayacaktı diyorum”...

-*-*-

Bir başka meseleden bahsedeyim.

Bırakın kimseden borç alamadığımızı, yardım göremediğimiz, ölümüzü – hastamızı bile kimsenin saymadığını...

ABD dedi ki, “... Sağlık personeli istiyoruz... Dünya’nın neresinde olursanız olun, bir Amerikan konsolosluğuna ulaşın ve Amerika’ya gelin”...

Biliyorsunuz ABD daha önce “Yeşil Kart”tı bilme  ne gavolozdu, değil doktor, “olduğunuz gibi tıp fakültesi yutsanız” sizi almıyordu!

Peki, KKTC’de diyelim ki bir doktor, gitmez ama gitmek istedi varsayalım!!!

Ne yapacak?

Kuzey Lefkoşa’daki ABD ofisciğine başvursa bile; “gel Lefkoşa Büyükelçiliği’ne, seni mülakata alalım” diyecekler....

Karantinasız geçemez...

Geçerse, hangi pasaportla, neyle, nasıl, nereden uçacak?

“KKTC Pasaportuyla mı?”

-*-*-

Evet, önce sağlık...

Evde kalıyoruz.

Tamam...

Ama, bu salgın, Kıbrıs Türk toplumu için milattır.

Ben salgın öncesindeki olduğu gibi, kimliksiz, pasaportsuz, devletsiz, dilbandi, kimsesiz yaşamak istemiyorum!

Neden mi?

İki kutu hap, iki kutu hap!

Bilmem anlatabildim mi?