Yakın Doğu Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Şevki Kıralp, Kıbrıs konusunda gelinen kritik süreci Yeni Bakış gazetesinden Özlem Çimendal'a değerlendirdi.

YDÜ Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Şevki Kıralp , Kıbrıslı Türkler’in hem 1963-64  hem de 1974’te, Kıbrıslı Rumlar’ın ise 1974’te  zorunlu olarak yer değiştirmesinden sonra, Kıbrıslı Türk nüfusun ve Kıbrıslı Rum nüfusun üçte birinin göçmen statüsüne dönüştüğünü belirtti.

Kıralp, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun ise KKTC’de değerinin yeterince anlaşılmadığı, uluslararası alandaki meşruiyetini ve saygınlığının sürekli olarak eritildiği bir kurum haline getirildiğini vurguladı.

Kıralp, Kıbrıs sorununun onlarca yıldır devam etmesi, taraflar arasındaki görüş ayrılıklarının bir uzlaşıya dönüşememesi ve gerçek anlamda barışı ve güveni maksimize edecek bir ortamın kurulamamasının hem mevcut bölünmüşlüğü pekiştirdiği, hem de geleceği iki toplum arasında dostluk ve işbirliğinde değil, çatışmada, hatta düşmanlıkta gören kesimlerin elini güçlendirdiğini kaydetti.

Kıralp: Türkiye kısa bir süre sonra kritik bir seçime girecek. Siyasal arenada Sayın Muharrem İnce ve Sayın Selahattin Demirtaş’ın Kıbrıs’ta federal çözüm konusundaki tutumları ılımlı görünüyor. Sayın Meral Akşener “federasyonu boş verin, kendi işimize gücümüze bakalım” diyor. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrını ise yıllardır biliyoruz.

Kıbrıslı Türk ve Rumların üçte biri göçmen durumunda

Son günlerde en çok tartışılan konular arasında bir Kıbrıslı Rum’un Kozanköy’deki arazisine geri dönmesinin yer aldığına dikkat çeken Kıralp, “Bu konuya insani boyuttan bakacak olursak aklımıza ilk olarak tarihsel gerçekler, acı yaşanmışlıklar gelir. Kıbrıslı Türkler hem 1963-64 olaylarında, hem 1974 olaylarında, Kıbrıslı Rumlar ise 1974 olaylarında zorunlu olarak yer değiştirdi. Kıbrıslı Türk nüfusun üçte biri de, Kıbrıslı Rum nüfusun üçte biri de göçmen oldu” şeklinde konuştu. 

“Bu insanlar evini, arazisini ve hatıralarını geride bırakarak başka bir yerde başka bir hayat kurmak zorunda kaldı”

“Bütün bu insanlar evini, arazisini ve hatıralarını geride bırakarak başka bir yerde başka bir hayat kurmak zorunda kaldı” diyen Kıralp, buna kendi yaşam öyküsünü de örnek gösterebilmesinin mümkün olduğunu söyledi. Kıralp, “Benim annem ve babam da güney Kıbrıs’tan kuzeye göçmen geldi. Dünyaya geldim geleli, annemlere güneyde bıraktıkları evlere karşılık eşdeğer olarak sağlanan bir Rum evinde yaşamımı sürdürmekteyim. Güney’de hem annemin hem babamın doğdukları evlere gittik, şu an her ikisi de yıkılmış, yerle bir olmuş durumda. Annem de babam da uzun yıllar güneyde bıraktıkları hatıralara geri dönememenin üzüntüsünü hissetti. Ayrıca, geçenlerde bir ölüm haberi aldım. İçerisinde yaşadığım evin asıl sahibi olan Kıbrıslı Rum Akis Hrisostomu yaşamını yitirdi. Kendimi çok kötü hissettim. Benim 32 yıldır içinde yaşadığım evin esas sahibi bu evde sadece beş ay yaşayabildi ve 1974’te zorunlu olarak göç etti. 2004’te Annan Planı’na göre evden çıkacaktık ve Hrisostomu evine geri gelecekti. Ben de annem de babam da planı tüm enerjimizle destekledik.  Biliyorduk ki bu ev zaten bizim değildi. Bunlar sadece benim yaşadıklarım. Kıbrıs’ta benzer durumları yaşayan yüz binlerce insan var. Bundan ötürü, bugün 80 yaşına merdiven dayamış bir Kıbrıslı Rum’un, ömrünü doğduğu köyde tamamlamak için Kozanköy’deki arazisini geri almasını son derece insani bir durum olarak görüyorum” dedi. 

“Taşınmaz Mal Komisyonu’nun meşrutiyeti ve saygınlığı gittikçe azalıyor” 

Hukuki ve siyasi açıdan bakılacak olunursa, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun KKTC’de ne yazık ki değerinin yeterince anlaşılmadığı, uluslararası alandaki meşruiyetini ve saygınlığının sürekli olarak eritildiği bir kurum haline getirildiğine dikkat çeken Kıralp şunları söyledi:  

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kurumu meşru ve geçerli bir iç-hukuk mekanizması olarak görmüşken, bazı çevreler bu kurumun kararı çerçevesinde bir Kıbrıslı ruma arazisinin iade edilmesine tepki gösteriyor. Bu tepkiler zaten zor durumda olan Taşınmaz Mal Komisyonunu daha da itibarsız bir hale getirebilir. Komisyonun kararına rağmen biz bu insanı bir şekilde arazisine yerleşmekten alıkoyarsak bunun Kıbrıs Sorununda Türkiye’ye de, Kıbrıs Türk tarafına da yararı değil, zararı dokunur.”
 
“Mevcut durum bölünmüşlüğü pekiştirirken, çatışma ve düşmanlığı savunanları güçlendiriyor”

Kıbrıs sorununun onlarca yıldır devam etmesi, taraflar arasındaki görüş ayrılıklarının bir uzlaşıya dönüşememesi ve gerçek anlamda barışı ve güveni maksimize edecek bir ortamın kurulamaması hem mevcut bölünmüşlüğü pekiştirdiği, hem de geleceği iki toplum arasında dostluk ve işbirliğinde değil çatışmada, hatta düşmanlıkta gören kesimlerin elini güçlendirdiğinin de altını çizen Kıralp, “Tarafların farklı müzakere başlıklarındaki tutumları uzun yıllardır biliniyor. Her iki tarafın da kendine göre haklı sebepleri var, ancak çözümsüzlük sürdükçe bundan zarar gören taraf Kıbrıs Türk toplumudur. Kabul etsek de etmesek de Kıbrıslı rumlar bize kıyasla oldukça üretken bir ekonomiyle, oldukça büyük bir sosyal refah içerisinde yaşıyorlar. Kişi başına düşen ulusal gelirleri bizimkinin iki katından fazlayken, ihracatları bizimkinin neredeyse 65 katı. Ve yine kabul etsek de etmesek de, Türkiye’nin desteğiyle ayakta kalıyoruz. Dolayısıyla, Kıbrıs Rum tarafı kendi ekonomik kapasitesini sürdürülebilir bir duruma getirdi ve bizim sonsuza kadar dayanamayacağımızı umuyor. Biz ise nasılsa arkamızda Türkiye var diyoruz. Ortada öyle ya da böyle bir denge var ve taraflar bu dengeyi bozmaya, yani müzakere masasındaki pozisyonlarını değiştirmeye doğru ciddi bir baskı hissetmiyor. Müzakerelerden biraz da bu dengeden dolayı ciddi bir sonuç çıkmıyor” ifadelerini kullandı.    

“Adadaki çözüm parametresinin değişeceğine fazla ihtimal vermiyorum”

Kıralp, “Bütün bu şartlarda, Türk tarafında, özellikle Kıbrıs Türk siyasetinde bazı çevrelerin ‘Federasyon olmuyor, konfederasyon ya da iki devletli bir çözüm deneyelim’ benzeri tezleri dile getirdiklerine tanık oluyoruz. Öncelikle, federasyon ya da Kon-federasyon, her ne çözüm bulunacaksa bulunsun, bunu iki tarafın birden kabul etmesi lazım. 1983’te KKTC ilan edildi ancak hemen akabinde BM Güvenlik Konseyi tüm devletlere ‘Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti haricinde başka bir devleti tanımayın’ çağrısını yapan bir karar aldı. O kararın yarattığı durumların ortadan kalkması için Kıbrıs Rum tarafının ‘Tamam, ayrılıyoruz, Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletini tanıyoruz’ demesi lazım. Şu an Kıbrıs Rum toplumunda ‘ayrılalım gitsin’ diyenler sayısal olarak küçük bir azınlık. Kaldı ki, Sayın Anastasiadis ve ekibinin, ekonomimiz böylesine harap bir haldeyken bizi tanınmış bir devlet olarak uluslararası alana dâhil etmeyeceklerini, yani şu aşamada Kon-federasyonu ya da anlaşmalı ayrılığı kabul etmeyeceklerini düşünüyorum. Açıkçası adadaki çözüm parametresinin değişeceğine fazla ihtimal vermiyorum” diye konuştu.  

“İnce ve Demirtaş’ın Kıbrıs’ta federal çözüm konusundaki tutumları ılımlı görünüyor”

“Hatırlamakta yarar var ki Kıbrıs’ta federasyon kurulması bir Türk tezidir” diyen Kıralp, “Hatta 1974’e değil, 1955’e kadar dayanıyor ve bir dönemler dedelerimizin savunduğu Taksim tezinden bile eskidir. Taksim 1956 yılında İngiltere’nin teklifi üzerine gündeme geldi ancak Türkiye hükümetinin İngiliz hükümetine adada federasyon kurulmasını daha 1955’te önerdiği arşivlerle, belgelerle sabit. Türkiye kısa bir süre sonra kritik bir seçime girecek. Siyasal arenada Sayın Muharrem İnce ve Sayın Selahattin Demirtaş’ın Kıbrıs’ta federal çözüm konusundaki tutumları ılımlı görünüyor. Sayın Meral Akşener ‘Federasyonu boş verin, kendi işimize gücümüze bakalım’ diyor. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrını ise yıllardır biliyoruz. Kendisi federasyona karşı değildir ancak çözümsüzlüğün devam etmesinden çok da rahatsız olmaz. Tüm bunları alt alta yazarak topladığım zaman, federal çözüm gerçekleşmezse bunu alternatif bir çözüm modelinin değil, devam edecek bir çözümsüzlüğün izleyeceğini düşünüyorum” dedi.  

“Herkesin kendisine şu soruyu sorması lazım dedi: Ben toplumum için, gençlerim için ne yapıyorum?”

“Elbette müzakereler tekrar başlayana ve günün birinde çözülecekse de Kıbrıs sorunu çözülene kadar Kuzey’deki yaşam devam edecektir” ifadelerini kullanan Kıralp, belki de o vakte kadar siyasetçisinden gazetecisine, akademisyeninden sendikacısına, memurundan iş insanına kadar herkesin kendisine şu soruyu sorması lazım dedi: Ben toplumum için, gençlerim için ne yapıyorum?” Günlerdir bir Kıbrıslı Rum’un arazisine geri dönüşünün konuşulduğuna dikkat çeken Kıralp, “Bir kısmımız bunu adil bulmuyoruz ve tolerans göstermekte zorlanıyoruz. Peki, kendi içimizde, birbirimize karşı yeterince adil miyiz? Birbirimize karşı yeterince toleransımız var mı? Ekonomik olanaklara herkesin adil biçimde erişebilmesini sağlayan, çeşitli farklılıkların kendini ifade edebilmesine ve kendini yaşayabilmesine imkân veren bir yapıya sahip miyiz? Böyle bir yapının önemini ve gerekliliğini kabullenmemizi sağlayacak anlayışlar taşıyor muyuz? Giderek şiddet eğilimi artan bir toplum haline gelmekte olduğumuzun farkında mıyız? Maalesef Rus yazar Tolstoy’un ‘Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünür ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez’ diye ifade ettiği durumu yaşamaktayız. Bundan ötürü de gündelik yaşamımız ve gündelik siyasetimiz çözümler yerine sorunlarla, mutluluk yerine huzursuzlukla dolup taşıyor” şeklinde konuştu.