Gün geçmiyor ki bir kaza, cinayet, kadına yönelik şiddet, doğal afetler, savaş ve bunun gibi olaylarla karşılaşmıyoruz. Hayatın, insanın, siyasetin ve adını koymak istediğiniz diğer nedenlerin sonuçları olan bu olayların olmasını engellemek mümkün olmamakla beraber sonuçlarının ve etkilerinin zarar verici etkisini düşürmek olası…
Bugünlerde sıkça kendime sorduğum sorularla karşılaştım. Gazete okurken kanlı cesetlerle karşılaşmak zorunda mıyım? İnternette gezerken savaş videoları otomatik olarak açıldığında katledilen çocukları görmek zorunda mıyım? Televizyonu açtığımda iki eşini öldürmüş bir adamı izlemek zorunda mıyım? Tabi ki değilim. Gazetede başka sayfayı açabilir, internette sayfayı yenileyebilir, televizyon kanalını değiştirebilirim elbette ancak bu çözüm değil çünkü bunun sonu yok. Reyting ya da tiraj uğruna sansürsüz yayınları sansürsüz olarak içselleştiriyoruz. Haber alma ve öğrenme özgürlüğünün etkilenmesinden hiç bahsedemiyorum bile maalesef çünkü tüm bunların daha ağır sosyal ve psikolojik sonuçları var.
Günümüz koşullarında neredeyse her erkek ve kadın bu şiddetin bir parçası oluyor. Maalesef bu çocuklar için de geçerli; ancak medyada şiddet ve çocuklarla ilgili konudan bir sonraki yazımda daha geniş ve detaylı bahsetmek istediğim için şimdi ele almayacağım.
Medyada şiddetle ilgili yapılan araştırmaların sonuçlarına bakıldığında ilk olarak bu tür yayınların insanlarda duyarsızlaşmaya sebep olduğu ileri sürülmektedir. Cinayet, aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet gibi durumlar olağan değildir. Bunları yaşamak ve şahit olmak kişilerde ciddi travmalara yol açabilir. Ancak bugün şiddet seyirlik bir malzeme olarak pazarlanan bir olgu haline gelmiş durumda. Özellikle görsel medyaya bakıldığında sanal bir gerçeklikten bahsedebiliriz ve bizler de elimizdeki kumandalarla bu sanallığa hükmeden sanal hükümdarlarız.
Burada sanal gerçeklikle anlatmak istediğim şu: Medyada şiddet günlük hayatın doğal bir parçası, yansıması olarak gösteriliyor. Şiddet Freud’a göre bastırılan bir içgüdüdür; dolayısıyla yaşamın bir parçasıdır bu inkar edilemez. Yani insanlık var oldukça şiddet de var olacaktır. Önemli olan şiddete yönelik olan düşünce ve tepkidir. Ancak şiddet görüntüleriyle sürekli karşılaşmak, izlemek, okumak bir süre sonra insanları duyarsızlaştırır. Bu noktada kısır bir döngü başlar. Duyarsızlaşma oldukça şiddetin dozu artacak, bununla ilgili düşünceler rahatsızlık vermeyecektir. Bu da bir anlamda insanları şiddete teşvik etmek, bunu normalleştirmek demektir. Bu bağlamda sanal gerçeklikte buna sıkça maruz kalmak, gerçek dünyada şiddete daha az tepki vermek, empati yoksunluğu, başkalarına karşı duyarsız olmayı getirir.
Medyada şiddete maruz kalan herkesin anında şiddet uygulamaya başlaması gibi bir durum söz konusu değil elbette. Bu bir süreç. Zamanla gelişen ve büyüyen bir tehlikeden söz ediyorum ve tabi ki toplumsal bir sorundan. Bireysel olduğu kadar toplumsal olarak da medyada şiddetin etkilerini görmek mümkün. Bunun ilk örnekleri olarak birinci ve ikinci dünya savaşı sırasında askerlerin medya yoluyla şiddete motive edildiğini biliyoruz.
Medyadaki şiddet, bireysel olarak gerçekleştirilen şiddet eyleminin bir noktadan sonra toplumsal olarak kabul görmesine yol açar. Ya da bunun tam tersi olarak dışlanmasına sebep olur, katı normlar ve hatta tabular oluşur. Buradaki duygu bireysel olmaktan çıkıp toplumsal bir boyuta bürünür. İki durumda da söylenebilir ki medyada şiddetin yarattığı sonuçlar tamamen uçlardadır ve olumsuz yöndedir.
Şiddetin insanın doğasında, içgüdüsel olarak var olduğunu, insan oldukça şiddetin de süreceğini söyledik. Bu bağlamda medyada şiddetin asla yer almamasına yönelik talepler gerçek dışı bir düzeyde kalır. Bunu engellemek yerine şiddetin medyada nasıl temsil edildiğine yönelik çalışmaların yapılmasının daha yararlı olacağına inanıyorum. Şiddetin haklı, nedenlere dayalı, komik, etkisiz veya önemsiz olarak gösterilmesi hatalı temsillerdir. Çoğu zaman ölümcül temalarda karşımıza çıkan medyadaki şiddet olguları normalmiş gibi dayatılmak yerine doğru temsillerle ele alınır, medya içeriğine dikkat edilir ve gerekirse tepki gösterilirse duyarsızlaşma ortadan kalkmaya başlayabilir. Bilinçli izleyici, okuyucu olmak, çocuklara da bu bilinci aşılamak ilk olarak atılması gereken adımlardır diye düşünüyorum. Kullanılmayan güç, güç değildir sözünden yola çıkarak medyanın yararlı hale gelebileceğini savunmak hiç de zor değil aslında…
Bu noktada kritik bir eşikte olan bizleriz… “Kontrol kimde?” sorusunu soralım kendimize. Doğru içerikleri izlemek, görmek, okumak bizim elimizde. Çünkü değişim bireyle başlar. Biz değişirsek ailemiz değişir, bir çok aile değişirse toplum değişir… Bunlar azımsanmayacak bir öneme sahiptir. O tatlı çizgi filmlerde bile şahit olduğumuz şiddete ancak kendimiz dur diyebiliriz…
Tom ve Jerry’nin birbirlerinin kuyusunu kazmak yerine birbirlerine yardımcı oldukları günleri görebilmemiz dileklerimle…

Psk. Esra Dağlar Bozdoğan
[email protected]