Çevreciler, salgınının önlemesi kapsamında uygulanan geçici kısıtlamalar; kapanmalar, seyahat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasağı, sanayinin durması sayesinde, hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında “geçici” iyileşmeler görüldüğü ancak bu iyileşmelerin kısıtlamaların azalmasıyla salgından önceki seviyelere döndüğü konusunda hemfikir. Emisyonlarda eski seviyelere ulaşılmasının, küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlatıcı etkisi olduğunu belirten çevreciler, iklim değişikliğinin aşırı iklim olaylarıyla etkilerinin hissedildiği ve iklim krizinden en çok etkilenecek bölge olarak belirtilen Akdeniz bölgesinde yer alan Kıbrıs’ta ülkesel bir iklim politikası olmadığını, “iklim değişikliği yokmuş gibi” davranıldığını kaydetti. 

Çevre savunucuları ayrıca, sosyal izolasyon ve fiziksel mesafe kurallarının yaşandığı salgın sürecinde insanların doğaya yönelmesinin doğa tahribatını da beraberinde getirdiğine işaret ederek, doğaya çıkan kişilerin çöpünü doğada bırakması, kaplumbağa yumurtlama alanlarını kamp alanları olarak seçmeleri, araçlarla sahillere girmeleri gibi doğa tahribatına yol açan aktivitelere sıklıkla rastladıklarını aktardı.
Çevreciler, salgın sürecinde sağlık konusunda bilgilendirme yapılırken, çevre konusunun ikinci plana itildiğini, ancak iki konunun iç içe olduğunu, ekonomi politikaları ile ülkenin geleceğe dair planlarının çevre koşullarındaki olası değişiklikler dikkate alınarak şekillendirilmesi gerektiğini söyledi. Çevreciler, salgının çevresel etkilerini azaltmada bireylere sorumluluklar düştüğüne de işaret etti. 
Son bir buçuk yıldır tüm dünyayı ve KKTC’yi de etkisi altına alan koronavirüs (Kovid-19) salgınının sadece insan hayatı ve ekonomi üzerindeki etkileri değil, çevresel etkileri de tartışılmaya devam ediyor. Türk Ajansı Kıbrıs (TAK), Kovid-19 salgınının çevre ve doğa üzerindeki etkilerini Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki İki Taraflı Çevre Teknik Komitesinin Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ve bazı çevre örgüt temsilcileri ile konuştu. 
Koronavirüs, ilk olarak Çin’in Wuhan eyaletinde 2019’un Aralık ayının sonlarında ortaya çıkmış ve hızla tüm dünyaya yayılmasıyla Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 11 Mart 2020’de küresel salgın olarak ilan edilmişti. KKTC Sağlık Bakanlığı tarafından Kovid-19’a neden olan SARS-CoV-2 virüsüne KKTC’de ilk kez Mart 2020’de rastlandığı açıklanmıştı.

BİYOLOGLAR DERNEĞİ (BİO-DER): “TAHRİBAT KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYOR”

Biyologlar Derneği (Bio-Der) eski başkanı Hasan Sarpten, salgınının sadece insanların değil, doğal yaşam ve yaban hayatı üzerinde etkileri olduğuna işaret ederek, “İlk zamanlarda salgın tedbirleri kapsamında dünyada farklı zamanlarda ‘kapanmaların’ yaşanmasıyla daha az ulaşım aracı kullanımı, fabrikaların kapanması, insan aktivitelerinin azalması, geçmiş dönemlere oranla karbon salınımında ve hava kirliliğinde geçici azalmalara neden olmuştur. Haliyle insanlar eve kapanınca da hem doğa tahribatı bir süreliğine durmuş hem de dünya bir anlamda insan dışı canlılara özgürce kalmıştır. Pandeminin ilk dönemlerde parklara ve şehirlere inen yaban hayvanlarının görüntülerini sıklıkla gördük” diye konuştu.
Ancak Sarpten, insanlığın virüsle mücadele konusunda üzerindeki ilk şoku atlatıp açılım süreçleri hızla başlayınca tahribatın ve kirliliğin kaldığı yerden devam ettiğini belirterek “2020 yılının sonunda pandemi sürecine rağmen atmosferdeki karbondioksit oranının rekor düzeylere ulaşması engellenememiştir. Bu da insanlığın doğayı yok etmesinin bir sonucu olan virüs salgınlarından gereken dersi çıkarmadığını ve halen doğayı tahrip etmeyi daha da hızlı bir şekilde sürdürmeye devam ettiğini göstermiştir” değerlendirmesinde bulundu. 
Sarpten, “Açıkçası, salgın nedeniyle yaşanmış bir doğa tahribatı yok ama salgın sonrası salgından hiç ders çıkarılmadığını gösteren birçok veri vardır. Elbette ki bu verilerin başında da ilk açılım yaşanan sektörlerin başında ülkemizde inşaat sektörünün gelmesi gösterilebilir” dedi.

“DOĞADA OLMALIYIZ AMA DOĞAYI DA KORUMALIYIZ”

Sarpten ayrıca, pandemi döneminde, insanların daha izole bir yaşam sürmeleriyle birlikte doğaya yönelmelerinin çevre üzerindeki etkilerine de işaret ederek, “İnsanların doğaya çıkması, doğayı tanıması ve doğayla içe içe yaşamaya özlem duyması pandeminin bireyler üzerindeki önemli etkilerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, bu durum doğa tahribatlarını da beraberinde getirmektedir. İnsanların bu konuda daha hassas ve dikkatli olması, atıklarını etrafta bırakmaması, gördüğü bitkileri koparmaması son derece önemlidir. Doğada olmalıyız ama doğayı da korumalıyız. Bence pandeminin en temel mottosu bu olmalıdır” görüşünü paylaştı.

Sarpten, ülkelerde “yeniden açılma” süreciyle emisyon düzeylerinin tekrar yükselmesinin iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlattığına da işaret ederek, “Bizim iklim için hemen ve süratle harekete geçmemiz gerekiyor. Çünkü, özellikle bizim gibi Akdeniz ülkeleri iklim değişikliğinden üst düzeyde etkilenmeye başladı bile. Kış aylarında yaşanan seller, yaza aylarında yaşanan yangınların şiddeti ve sıklığı arttı. Aşırı miktarda can ve mülk kayıpları yaşanıyor” diye konuştu.

Çevre ve doğanın korunması konusu ile iklim değişikliğinin ülke üzerindeki etkileri hakkında sivil toplum örgütlerinin bazı farkındalık çalışmaları ve uyarıları dışında yetkililerin herhangi bir çalışma yapmadığını da söyleyen Sarpten, “Biz daha yangınlara bile hazırlıklı değiliz. Devletimiz, biz dünyada yaşamıyormuşuz ve iklim değişikliği yokmuş gibi davranıyor” dedi. Sarpten şunları söyledi:
“İlk iş olarak iklim değişikliğinin en önemli sorunumuz olduğu kabul edilmelidir çünkü, biz sadece lafta var diyoruz ama tedbir amaçlı hiçbir şey yapıyor, yeşili azaltıyor, betonu artırıyoruz! Deniz seviyesinin yükseleceği aşikar ama Kıbrıs için temel sorun bu değil. Bizim için iklim değişikliğinin en önemi etkisi kuraklık ve aşırı iklim olayları olacak. Eskiden yılda bir kez yaşanan toz kirliliğinin bile artık her hafta yaşanması buna sadece küçük bir göstergedir. Kuraklık hakim olacak ve bir yıllık yağmur sadece birkaç günde yağıp sellere ve su baskınlarına yol açacak. Elbette beklenen KKTC devletinin iklim değişikliğini durdurması değil. Ancak, etkilerini azaltmak için tedbirler alınmalı, yeşil artırılmalı ve korunmalı. Yangın sel gibi felaketlere her zamankinden fazla hazırlıklı olunmalı. Çünkü giderek daha sık ve şiddetli yaşanacaklar.”
Hasan Sarpten, salgın döneminde maske, eldiven gibi tek kullanımlık ürün attıklarındaki artışa da işaret ederek, “daha az atık çıkarmak, daha az su tüketmek, plastikten uzak durmak” gibi uygulamaları her bireyin hayatının parçası haline getirmesi gerektiğini söyledi. Ancak Sarpten, devletin alacağı tedbirler olmadan bunları başarmanın mümkün olmadığını belirterek, “Bugün, mesela Avrupa’da tek kullanımlık plastikler yasaklandı. Bize ise naylon poşet yasağı bile denetimden yoksun. Dahası, pandemi süreci başta maskeler, eldivenler olmak üzere tek kullanımlık plastik ürünleri de artırdı. Şu an yaklaşık 1,6 milyar maske okyanuslarda yüzüyor. Buna rağmen, Çin, Nisan 2020’de 450 milyon maske üretti. 2021'deki maske üretimi ise 52 milyarı buldu” dedi. Saprten, ülkenin atıklar konusunda da “sınıfta kaldığını”, devletin bu konuya kaynak ayırmadığını ve geri dönüşümün “neredeyse sıfır noktasında” olduğunu söyledi.

YEŞİL BARIŞ HAREKETİ (YBH): “ÇEVRE, EKONOMİK ODAKLI POLİTİKALARIN GÖLGESİNDE KALDI”

Salgın tedbirleri kapsamında uygulanan kısıtlamalar sayesinde hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında iyileşmeler görüldüğünü ancak kısıtlamaların azalmasıyla karbon emisyonlarında salgın öncesi seviyelere dönüldüğü konusunda Sarpten ile aynı görüşleri paylaşan Yeşil Barış Hareketi (YBH) Başkanı Feriha Tel, salgından sonra ekonomik toparlanma sürecinde, çevreye duyarlı politikaların, ekonomi odaklı politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Tel, şöyle konuştu:
“Son yıllarda, salgından hemen önce çevre konusunda farkındalık artmaya başlamıştı. Ülkeler iklim değişikliğinin yavaşlatılması için küresel eylem planına kim dahil olacak diye yarışa girmişti. Rüzgar ve güneş enerjisi kullanımlarından termik santrallerin kapanmasına kadar birçok konu gündeme gelmişti. İklim değişikliği önem kazanmaya başlamıştı. Tek kullanımlık ürünlerin kullanılmaması konusunda da farkındalık oluşmuştu. Ancak salgından dolayı birçok faaliyetin durmasını takip eden süreçte, özellikle ülkelerin tamamen açılmasıyla çevreye duyarlı politikalar geri planda kaldı ve ekonomiyi tekrardan ayağa kaldırmaya odaklanan politikaların olduğu bir sisteme dönüldü.”

Tel, bu küresel durumun KKTC için de geçerli olduğunu belirterek, salgın öncesi, son zamanlarda ülkede yaşanan aşırı yağışlar, sel ve su baskınları ile daha sıcak ve kurak geçen yaz aylarının bilim insanlarınca konuşulmaya başlandığını, ancak bu farkındalığın “uzun süre kapalı olan sektörleri nasıl ayağa kaldırırız, turizmi nasıl canlandırırız” gibi kaygılarla bakan politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Ancak Tel, son zamanlarda ülkede meydana gelen yangınların sellerin doğal afet değil, insanların yıllar içinde yarattığı iklim değişikliğinin sonucu olduğunu ve iklim krizi konusunda acil önlemler alınması ve iklim politikası oluşturulması gerektiğine işaret ederek, şöyle konuştu:

“Doğaya, şişe ya da sigara izmariti atıp yangına neden oluyorsanız, yangın doğal afet olmaz. Dereler içinde inşaat yapıp, derelerin yolunu değiştirerek, derelere müdahale ediyorsanız, sel bir doğal afet değildir. Bunlar doğaya verilen tahribatın sonucudur. Bunlar, ekonomik arsızlıktan dolayı yapılan yanlışlardır. Son zamanlarda çıkan yangınların doğal afet olarak kabul edilmemesi gerekiyor çünkü artık bilmemiz gerekiyor ki iklim değişikliğinden dolayı sıcaklık ve nem oranı yükseliyor ve ormanlara atılan bir şişe bile yangına neden olabiliyor... İklim değişikliğinden dolayı Akdeniz bölgesinde orman yangınlarının daha da fazla artacağı bilinciyle ülkede bir ya da birden fazla yangın helikopterinin bulundurulması gerekiyor. Bu, hem dış temaslarda hem de bütçe olarak birinci öncelik olmalı. Geçen ay Türkiye’nin farklı illeri ile KKTC’de Karşıyaka’da eş zamanlı çıkan yangınlar bunun önemini ortaya koymuştur.”

Tel, pandemi döneminde, birçok yerde orman arazilerinin farklı amaçlarla kullanılmaya başlandığını, ağaçların kesildiğini belirterek, Bilgi Edinme Yasası altında, orman arazilerinin ağaçlandırma amacı dışında ne kadarının ve hangi amaçlarla kullanıldığı hakkında Orman Dairesi’nden bilgi talep ettiklerini ancak kendilerine verilen yanıtta “yeterli düzeyde” bilgi bulunmadığını söyledi.

“SON DÖNEMLERDE PLASTİK SAYISI TENEKE SAYISINDAN ÇOK DAHA YÜKSEK”

Tel, salgında tek kullanımlık ürünlerin kullanımındaki artışa ilişkin olarak, “Çöp konusunda zafiyeti olan ülkemizde de bunu gözlemliyoruz. Teneke kafeslerimize plastik de atılıyordu ama son dönemlerde plastik sayısı teneke sayısından çok daha yüksek. Her yerde maske, plastik pet şişe ya da bardak görüyoruz, bunlar denizlere kadar ulaştı. Sahillerde çok fazla görmeye başladık” diye konuştu.

GERİ DÖNÜŞÜM PROJESİNDE GERİ ADIM

Salgının ayrıca, 2015 yılından beridir 21 belediye ile iş birliğinde yürüttükleri geri dönüşüm projesini etkilediğini belirten Tel, “Projeyle geri dönüşüm konusunda farkındalık yaratıldı, cam ve plastik şişelerin geri dönüşümü için talep oluştu, ama salgında iş yükü artan belediyeler geri adım atmak zorunda kaldı ve bu konuda ayrı devlet bütçesi olmadığından proje sıfırlanma noktasına geldi” dedi.
Feriha Tel, “Bilmeliyiz ki doğa bir bütün, doğaya attığımız her şey bir sorun yaratıyor, ormanlık alanda attığımız bir cam şişe hava sıcaklıklarının yükseldiği günlerde ormanda yangın çıkartmaya yeterli… Yine kirlettiğimiz denizlerden dolayı özellikle ülkemizde kaplumbağaları daha az ziyarete geliyor ve denizanası nüfusunda artış gözlemleniyor. Sonra da halk deniz analarından, denizdeki kirlilikten ve çıkan yangından şikayet ediyor. Doğanın dengesini bozan bizleriz, bizler doğayı korumak için bir an önce mücadele vermeye ve hassasiyet göstermeye başlamazsak maalesef kendi kaliteli ve sağlıklı bir yaşam geleceğimizden çalacağız” dedi.  

KUZEY KIBRIS KAPLUMBAĞALARI KORUMA CEMİYETİ (SPOT): “ENDİŞELENDİRİCİ BİR DURUM VAR”

Kuzey Kıbrıs Kaplumbağaları Koruma Cemiyeti (SPOT) Başkanı Damla Beton, Kovid-19 salgını tedbirleri kapsamında kısa süreli kısıtlamaların doğaya salınan karbondioksit miktarlarında azalmaya yol açtığını, ancak bu kısa süreli değişimin devam ettirilmemesi halinde iklimsel değişikliğe pozitif etki sağlamasından bahsedilemeyeceğini söyledi.
Beton, salgında kullanımı artan hijyen malzemelerinin doğa üzerindeki etkisine işaret ederek, “Doğaya zararları saymakla bitmeyen pek çok malzeme, geçmişte temel olarak laboratuvarlarda kullanılırken, şu anda herkesin evinde de kullanılmaya başlandı. Eskiden sahillerimizde bu malzemelere rastlamazken artık her yerde görmek mümkün. Herkeste ön plana çıkan hastalık korkusu kendini hijyen kaygısı olarak göstermekte ve bu da çevre kirliliğini tetiklemekte. Bu durum, genel olarak yaşam şeklimizin doğa dostu olmaktan uzaklaştığına işaret ediyor. Bu endişelendirici bir durum. Uzun süreçte doğadan daha da uzaklaşmamıza yol açabilecek bir ruh hali” değerlendirmesinde bulundu.

“DOĞAYA YÖNELİM ARTINCA TAHRİP EDİCİ AKTİVİTELER DE ARTTI”

Salgın sürecinde, insanların doğal alanlara yöneliminin arttığını belirten Beton, “Bir ülkede doğa dostu yaşam hakimse doğal alanlara yönelmekte bir sakınca yoktur, fakat, henüz kendi çöpünü doğada bırakmamaya alışmamışken doğal alanlara yönelinmesi çevre açısından riskli olur” dedi. Beton, ülkede, doğal alanlara çöp atmama konusunda sınırlı bilince sahip olunmasından dolayı insanların gittiği alanları kirletmesine, kamp yapmak için seçilen alanların kaplumbağa yumurtlama alanları olmasına, sahillere araçla girilmesine sıklıkla rastlandığını belirterek, “Doğaya yönelim artınca tüm bu tahrip edici aktiviteler de artıyor. Bu konularda ihbarları değerlendiriyor, hem insanları uyarmaya çalışıyoruz hem de gerekli durumlarda ilgili mercilere şikayetlerde bulunuyoruz” diye konuştu.
Bu konuda genel olarak olumsuz bir tablo çizmesine rağmen, doğada zaman geçirerek, doğanın bir parçası olduklarını yeniden hatırlayan kişilerin doğayı koruma konusunda daha hevesli olduklarını belirterek, Beton, “Evet, doğaya çıkıp kirletenler daha çok olabilir, ya da tahrip edenler artmıştır. Fakat, umuyorum ki ailesi ile doğada zaman geçirdiği için daha duyarlı hale gelen insanlarımız da vardır. Bu kişilerin sayısı arttıkça uzun vadede doğa kendini toparlayacaktır” dedi.

Beton, salgından önce de iklim değişikliğinin çok sıcak bir konu olduğunu, salgın ile eş zamanlı olarak birçok kurumun iklim konusunda farkındalık çalışmalarını devam ettiklerini, dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan yangın, sel ve benzeri iklim kaynaklı felaketlerin de iklim konusunun ön planda kalmasına neden olduğunu anlatarak, “dünya yüzünü iklime döndü” dedi. Beton, şöyle konuştu:
“Maalesef ülkemiz henüz geleceğe dair bir yol haritası belirlemiş durumda değil. Oysa, Akdeniz'in doğusunda oldukça sıcak bir bölgede, deniz seviyelerinden etkilenme potansiyeli çok yüksek olan bir adada yaşıyoruz. İklimin, ülkemizin en öncelikli sorunlarından birisi olması gerekir. Maalesef, geleceğe dair belirsizliklerin sürmekte olduğu ülkemizde istikrarlı iklim politikaları üretmek şu an için çok iyimser bir beklentiden öteye gitmiyor. Ülkenin ekonomik sorunlarını ancak günübirlik çözebiliyoruz. Ve maalesef bu ekonomik sorunların iklimde yaşanacak olası değişimlerle artacağı gerçeğini de günü kurtarma kaygısı ile göz ardı ediyoruz.”

“DOĞRU SU VE ENERJİ POLİTİKALARI ŞART”

Beton, “Bu konuda önlem almak da bizim elimizdedir. Özellikle doğru su politikalarının uygulanmaya konulması şarttır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bile gelecekte su kıtlığı yaşanan bölgeler arasında yer alması muhtemelen KKTC'nin ülke olarak kendi kendine yetmeye yönelik çalışmalar yürütmesi çok önemlidir. KKTC kendi kendine yetebilecek bir su politikası belirlemeli, acilen su kullanımını azaltan sistemlere yatırım yapılmalıdır. Benzer şekilde enerji kullanımını asgariye indirecek doğa dostu evlerin teşvik edilmesi gereklidir. Tüm ülke seferber olup ormanlık alanlarını korumalı, doğal yaşam alanlarına sahip çıkmalıdır. Ancak bu şekilde iklimin olası etkilerine karşı önlem alabiliriz” dedi.

Beton, salgın döneminde halkı bilgilendirmenin tüm kurum ve kuruluşların “asli görevi” olduğunu söyleyerek, “Sağlık konusunda pek çok bilgilendirme yapılırken, çevre konusu ikinci plana atılmaktadır. Oysa bu iki konu iç içedir ve bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Ekonomi politikaları çevre ile iç içe düşünülerek ele alınmalı, ülkenin geleceğe dair planları çevre koşullarındaki olası değişiklikler değerlendirilerek yapılmalıdır” dedi. 

ÇEVRE TEKNİK KOMİTESİ KIBRISLI TÜRK EŞ BAŞKANI: “HER TARAF MASKE DOLU” 

Çevre Teknik Komitesi Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ise, salgında ilk yaşanan kapanmalarla çevrenin nefes aldığından bahsedildiğini ancak yeniden açılmalarla bu iyileşmelerde salgından önceye dönüldüğünü anlatarak, salgının hem dünya hem de ülkede çevresel etkilerinin görüldüğünü söyledi. 
Gücel, ülkede yaşanan salgının çevresel etkilerine ilişkin şöyle konuştu:

“Salgın korkusuyla insanların toplu taşıma araçları yerine kendi araçları ile seyahat etmeyi tercih etmeleri hem hava kirliliğini hem de trafik yoğunluğunu artırdı. Lefkoşa, Girne ve Mağusa şehir içinde bir yerden bir yere gitmek zorlaştı, tabii bunun çevreye zararları var. Maske, plastik dezenfektan şişe, ıslak mendil gibi tek kullanımlık ürünlerin kullanımının artması ve doğaya gelişi güzel atılmasıyla çevre kirliliği yaratıldı. Eskiden doğaya atılmış çöp poşetleri görürdük, ardından naylon poşetler ücretli olmuş, bu da naylon poşet kullanımı azalmıştı. Ancak şu an her taraf maske dolu, poşetler en azından sağlık riski taşımıyorlardı... Dezenfektan kullanımının virüsü öldürdüğü söyleniyor, ancak dezenfektan doğaya karışınca faydalı bakterilerin ve bazı canlıların da yok olmasına neden oluyor. Ayrıca insanlarda alerji, solunum ve cilt kanseri gibi sağlık sorunlarına yol açıyor. Öte yandan seyahatlerde sınır formalitesi nedeniyle kağıt sarfiyatı arttı. Bir taraftan salgından korunmaya çalışırken, diğer taraftan doğa üzerinde yeni bir baskı oluşturduk.” 

Salgında insan hayatının, çevre ve doğanın korunmasının önüne geçtiğini, insanların doğaya verdiği zararı unuttuklarını anlatan Gücel, “Salgının yarattığı hastalık endişesinden kurtulduğumuz zaman daha ciddi yoğun bir şekilde bu dönemde yarattığımız çevresel etkilerini bertaraf etmek için çalışmamız gerekiyor” dedi.

Gücel ayrıca, toplumda çevre konusunda duyarsızlık olduğunu belirterek, “Eminiz ki insanlar bu atıkların çevre kirliliğine yol açtığını biliyorlar çünkü kendi evlerini temiz tutuyorlar. Ancak çöplerini doğaya bırakıyor, tarlaya döküyor çünkü çevreye karşı bir sahiplik duygusu hissetmiyor ve sadece kendine ait olanı temizliyor. Ancak çevreyi korumak herkesin görevidir” diye konuştu. 
Salih Gücel, İki Taraflı Çevre Teknik Komitesi’nde salgının çevresel etkilerine ilişkin birtakım değerlendirmeler yaptıklarını ifade ederek, “Maske, dezenfektan şişeleri, ıslak mendil gibi tek kullanımlık ürün atıkların düzgün bir şekilde toplanması konusunda neler yapılabilir, ne gibi bilgilendirici çalışmaları yapabiliriz diye konuşuyoruz” dedi.

Gücel ayrıca, İki Taraflı Ekonomi ve Doğal Kaynaklar Komitesinin bir süredir “atıkların toplanması ve ekonomiye kazandırılması” konusunda bir proje üzerinde çalıştıklarını belirterek, “Çevredeki atıkların azaltılmasının tüm ada genelinde kirliliği azaltacağı düşüncesinden hareketle iki taraflı bir proje geliştirmeye çalışıyorlar. Pandemi döneminde çalışmalara başladılar ama salgın, teknik komitelerin çalışmalarını da sekteye uğratmıştı. Bu çalışmalar konusunda biz de görüş verdik” diye konuştu. 

Gücel, ülkedeki atık sorunu konusunda her şeyin insanda bittiğini, bu sorunu halkın yarattığını gözlemlediklerini belirterek, şunları ekledi:

“İnsanlar çöp konusundaki uyarılarımıza riayet etse, çöp sorununu halk seviyesinde konuşmayacağız. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi atıkların ayrı ayrı toplanması ve geri dönüşümü konusunda bir baskı oluşmasını beliyoruz. Çöpleri doğaya atmaktan çok halkın bu yönde çaba göstermesini istiyoruz ki bununla ilgili Cumhurbaşkanlığında Sibel Tatar’ın öncülüğünde katı atıkların ayrı ayrı toplanması ve geri dönüşümü ile ilgili ‘Atık Yöntemi Projesi’ Tatlısu’da pilot proje olarak başlatıldı. Bu çalışmaları, ilgili taraflarla birlikte yürütmeye ve uygulamaya çalışıyoruz.”