Gelecek belirsizliği, devlet yönetiminin günübirlik kararlarla yürütülmeye çalışılmasına sebep oluyor.
“Günü kurtaralım...”
O kadar!
Peki ilerisi?
Belli değil!
Kimse bilmiyor!
Kimse gelecekle alakalı “yetki” konusunda da “emin değil!”...

-*-*-

Birini suçlamak için söylemiyorum!
Gördüğümü, yaşadığımı yorumluyorum...


-*-*-

Mesela herkes kamu reformu konusunda hemfikirdir.
Kamunun hantallığından şikayetçidir.
Ve herkesin bu konuda görüşü vardır.
Herkes de görüşünü açıklayıp durur.
Ama kimse, kılını kıpırdatmaz...

-*-*-

Evden çalışmayı tartışabiliriz...
Çoğunluğun daireye gitmesine gerek yok...
Ama kimse, kimseye güvenmiyor ki o da ayrı mesele...
Devlet çalışanına, çalışan devletine güvenmiyor...

-*-*-

Ülkede bir “ek mesai” kavgası var, gidiyor, bir türlü çözüm bulunmuyor...
Ülkede, “ikinci iş” tartışması var, ayıptır söylemesi Anayasa Mahkemesi bile çözemiyor...
Bilişim Yasası en nihayet genel kurula geliyormuş...
Ağır çaba yok, etkili adım hiç yok...

-*-*-

Maaşları ödeyelim, o kadar!
KKTC’nin tek derdi, maaşlar!

-*-*-

Oysa turizm belirsiz.
Üniversiteler endişeli...
Kimisi alacaklı, kimisi verecekli.
Herkes, günlük hesap derdinde.
Teşvikler ödendi mi?
Ödenmedi!
Kim ödeyecek?
Türkiye!
Nasıl?
Bilmiyoruz!

-*-*-

Neden bilmiyoruz?
Çünkü günü hesaplıyoruz!
Günün parasını ayarlama derdindeyiz!

-*-*-

Çok ciddi bir kamu reformu lazım...
Çok ciddi turizm planı lazım...
Üniversitelerimizin geleceğini bilmemiz lazım...
Ama hepsinden önemlisi, “Kıbrıs sorunu”nun nereye gittiğini çok iyi görmemiz lazım!

-*-*-

Günlük hesaplar yerine, “kapıyı ben açardım”, “hayır görüşmeyi ben yapardım” diye idrar yarıştırmak yerine; kalıcı gelecek hesabı yapmaktan uzak duruyoruz.

-*-*-

Ve hiç bir şey olmayacakmış gibi davranıyoruz.
Başımıza hiç felaket gelmeyecekmiş gibi hareket ediyoruz.
“Anavatan yanımızda” iddiası dışında, hiç bir sigortamız, hiç bir güveneceğimiz veya tutunacağımız “dal” yok!
Günü idare edelim, bir sonraki seçimi de kazanalım, yeter!

-*-*-

Dünya’da en iyi yönetim şekilleri nedir?
Neler yapılmalıdır?
Nasıl daha demokratik olunur?
Nasıl daha adil olunur?
Sosyal adalet nasıl daha sağlam kurulur?

-*-*-

Çok zor değildir.
Mesela; politikacılar ve devlet memurları; halkın üzerinde olmamalıdır.
Onları denetleyen mekanizmalar, hem ahlaki hem de hukuki anlamda çok güçlü şekle sokulmalıdır.
Siyasetçiler, en küçük bir “hata” yapamamalı veya örneğin “rüşvet” gibi ağır suç işlememelidir...
“Hata” veya “rüşvet” gibi ağır suçların cezasının verilmesi beklenmemelidir, “istifa” kurumu güçlü bir şekilde toplumun en birincil kazanımları arasında yer alabilmelidir.

-*-*-

Vergi adaleti çok önemlidir.
Dünyanın en sağlam seçim sistemini, mesela doğrudan demokrasi ile bile kurabilecek durumdayız; bunu başarmak kimseye bir şey kaybettirmez.
Dünya’nın en verimli bürokrasisini yaratmak için yarışma bile açabiliriz.
Hayal mi?

-*-*-

Yatırımları falan bıraktım; Lefkoşa’da araç kayıt dairesindeki keşmekeşi, muayene kuyruğunu gördüğümüz zaman verimli bürokrasi hayali kurmak bile muhteşem duruyor!

-*-*-

Yasama ve yürütme, en belirgin sınırlarla birbirinden ayrılabilmeli ve bir birini hem denetleyebilmeli, hem işbirliğini en üst düzeye çekebilmeli.
Adına başkanlık sistemi mi diyeceksiniz?
Veya parlamenter sistemle mi devam edeceksiniz?
Fark etmez!
Önemli olan, yasamanın, yargının, yürütmenin bir birini hem destekleyebilmesi hem de denetleyebilmesidir.
Bizde öyle bir şans var mıdır?

-*-*-

Mesela Ombudsman veya Sayıştay adını verdiğimiz kurumların yazdığı, yayınladığı raporlarla bugüne kadar “ne başarıldı?” sorusunu net bir şekilde yanıtlayabilenimiz var mıdır?

-*-*-

Göstermelik kurumlar!
Göstermelik raporlar yapmak zorunda kalıyor!
Yaptırım ortada olmayınca, siyaset, fink atılabilen bir alana dönüşüyor!

-*-*-

Peki bir şey yapın!
Ne gereği var!

-*-*-

İdare ediyoruz; Anavatan da yanımızda ve sıkıştığımızda memurun parasını veriyor, daha ne istiyorsunuz?

-*-*-

Öyle değil işte...
Hiç de öyle olmadığını bayağı belirgin...
Ve artık, Dünya eski Dünya olmayabilir hatta olmayacak.
Daha düzgün demokrasiye, daha ciddi adalete, daha verimli siyasete kesinlikle ihtiyacımız olacağı kesin.

-*-*-

Çevreyle, çevreyi korumakla ilgili siyasetler güçlendirilmeli...
Yoksullara destek adına, “hamasi nutuk” atmak yerine, ciddi porjeler, başarılı işler geliştirilmeli...

-*-*-

Yolsuzluk; iş dünyası ile hükümet arasında bir “ilişki modeli” olmaktan çıkarılmalı ve vatandaş bu konuda hükümete de iş dünyasına da yürekten inanıp güvenebilmeli.
Bu durum KKTC’de mutlak anlamda sınıfta kalma sebepleri arasındadır, hatta en başında gelendir.

-*-*-

Seçimlerimiz sizce “adil” mi?
Yıllarca bu ülkede yerel, genel veya cumhurbaşkanlığı seçimleri “güvenilir” midir sizce?
Bu konuda kaç kamuoyu yoklaması okudunuz?
Ben hiç okumadım!
Sorsalar, “güveniyor musunuz seçimlere?” diye, sonuç sizce ne çıkar?
Bence seçim sonuçlarımıza müdahale edilmektedir.
Nasıl mı?
Peeeeee, parayla da olur, baskıyla da olur, nüfus taşımayla da olmuştur ve olabilirdir!

-*-*-

Hangi KKTC vatandaşı, devlet yönetimiyle ilgili olarak görüşlerini hükümete aktarma şansına sahip olmuştur?
Bu da mı nereden çıktı?
Çok önemli bir “demokrasi” gereğidir bu bashettiğim!
Bizde vatandaş ile hükümet sadece “çıkar ilişkisi” amacıyla buluşabilir; oysa ülkenin geleceği ile ilgili vatandaşın görüşü önemli değildir.

-*-*-

Bunları yapmak, başarmak mı?
İmkansız değildir...
Azıcık Finlandiya, biraz Yeni Zelanda, ucundan İzlanda, kenarından Norveç, köşesinden İsveç yeterlidir...

-*-*-

“Bizim örneğimiz ciddi sorunlu” diyeceğim!
Demiyorum!
Sadece, “Lütfen bir şey yapın! Geleceğimiz sıkıntılı!” diyorum!