Bir adet siyasi otoritemiz var elbette!

Zaman zaman askere bağlı, sonraları “sivil” kontrole geçen ama öyle ya da böyle, hep bir “otorite” mutlaka vardır!

-*-*-

Kısacası, “KKTC’yi her şeyiyle, her kurumuyla, Türkiye yönetiyor”…

Eğer “yönetmiyorsa bile”, görüntü kesinlikle budur…

-*-*-

“Egemen eşit devlet” iddiamızı güçlendireceksek, bence önce buna dikkat etmeliyiz ve bu iddiayı sadece Kıbrıs Cumhuriyeti ile “aramamalıyız”…

-*-*-

Haaa bir de sık sık “örnek” gösterilmeye çalışılan demokrasimiz yok mu?

Bu konu da ayrı bir kanayan yaradır!

KKTC’de demokrasiden bahsedemeyiz çünkü “gerçek yönetenler”, kesinlikle “seçimle” gelmemiştir!

-*-*-

“Yok hayır geldi!” mi diyorsunuz?

Hatta bunları yazdığım için “sen hainsin” diye de ekliyor musunuz?

Buyurun dilediğinizi yapın, söyleyin ancak gerçeği değiştirmezsiniz!

-*-*-

Evet, bu ülkede bir siyasi otorite vardır ama o otorite, seçimle gelmemiştir.

“Yoktur, biz yönetiyoruz, biz karar veriyoruz, Kıbrıs sorununu da, iç meseleleri de kendi kendimize çözüyoruz”lardaysanız, inanın görüntü hiç de öyle değildir!

-*-*-

Yani, bizi başkaları mı yönetiyor?

Bu soruya yanıt veriyorum; “evet”…

Tek gerçek budur!

-*-*-

Peki nedir bu yönetim şeklinin adı?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Alt yönetim” diyor…

-*-*-

Öteki “isimleri” saymanın anlamı yok!

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman dünkü basın toplantısında, “Türkiye ile ilişkilerimiz”le ilgili olarak, “yetkilerimiz devredilmiştir… Yetki devri kabul edilebilir değildir. Türkiye ile ilişkiler doğru zeminde ve iyi ilişkiler içinde olmalıdır. İrade Kıbrıs Türkü'nde değildir” özetini yaptı.

“… Dışa bağımlılığı azaltmalıyız” dedi ki bunun anlamı “Türkiye’ye bağımlıyız”dı…

-*-*-

Erhürman’ın sağtamalarına veya benim yazdıklarıma “hayır katılmıyorum” diyen var mı?

Varsa, daha devam edebilirim…

Ama yoktur!

-*-*-

Şunu da eklemek lazım; Erhürman hocam eleştirdi ama bence bu durum, son birkaç yıla özel bir durum değildir.

1958’den beri Kıbrıs Türk toplumunun yönetim şekli aynıdır!

-*-*-

“Ama seçim yapıyoruz ve sen dahil herkes bu seçimde oy kullanıyor” diyorsunuz!

Olabilir!

Haklısınız!

Seçim yapabiliriz; ama gerçek “yönetenleri” seçemediğimiz ortada…

Tabii ki, genel anlamıyla, var olan “gerçeği” veya görüntüyü onayladığımız da ortada!

-*-*-

Peki, en başta Kıbrıslı Rumlar olmak üzere; tüm Dünya, bunun farkında değil mi?

-*-*-

Elbette farkındadır…

Hatta Türkiye’deki ahali ya da ahaliler bile farkındadır ve ne yazık ki herkes halinden memnundur.

-*-*-

Bu durum hep böyle mi devam edecek?

Görüntü öyle!

Devam edecek gibi duruyor çünkü bizler bu duruma alıştık!

Ya da alıştırıldık!

-*-*-

Mesela “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı istifa edecek” dendi değil mi?

Evet!

Kıbrıslı Türk doktor Koral Çağman…

Çok sevdiğimiz bir ağabeyimiz, son derece başarılı bir doktor…

“Siyaset” aklının ucundan bile geçmezken, yakın arkadaşı Serdar Denktaş’ın ricasını kırmayıp aday oldu…

Sadece ameliyat ettiği, reçete yazdığı, yardımcı olduğu hastalar “tik”lese, kazanacaktı, kazandı.

Ve bakan oldu…

-*-*-

Belki de, bu ülkede bakanlık yapan tüm isimlerden çok daha kaliteli, çok daha iyi, çok daha mükemmel bir insan…

Peki neden istifa ediyor?

Etti mi?

Etmiş!

Başbakan, “daha değerlendirilecek” diyor ama etti yani!

-*-*-

Ve ne kadar acıdır biliyor musunuz?

Biz, gerçek istifa nedenini hiçbir zaman bilmeyeceğiz!

“Sebebi şudur, budur” diye açıklama yapsa bile inanmayacağız!

Çünkü içimizde, “Türkiye’nin dayatmak istediği bazı yasaları kabul eden hükümetin bu kabulünü kendine yedirememiş bir Koral Çağman görüntüsü” bulunmaktadır!

Bilmem anlatabildim mi!

-*-*-

Anlatmaya çalıştığım, “asıl istifa sebebinin”, yıllardır gizlenen sebeplerde saklı olduğu ya da olacağıdır!

Çok iyi bildiğimiz ve bir birimizden gizlediğimiz sebepler!

Bakanların, eşlerinden; vekillerin birinci dereceden akrabalarından bile gizlediği gerçeklerdir bunlar!

Ve yukarıda anlattıklarımdır!

“Seçtiklerimizin” aslında bizi yönetmediği gerçeğidir!

-*-*-

Avrupa Gazetesi’ne insanlar saldırdı değil mi?

Bazı belediye başkanları, çalışanlarını da yanlarına alıp, bu saldırıda yer aldı değil mi?

Peki sonrasında yaşananlar neydi?

“Kapatın bu meseleyi” talimatının, zor da olsa uygulanmasıydı…

Koskocaman bir kaya parçasını gazeteye fırlatırken fotoğrafı çekilen şahıs; şu anda Türkiye’den hangi yönetici gelse, protokolde yer almıyor mu?

-*-*-

Kutlu Adalı cinayeti de “kapatın” dendiği için kapatılmadı mı?

-*-*-

Peki seçilmişlerimiz neden bir şey yapmıyor?

Meclis’te bunun kavgasının verirmiş gibi yapmanın ötesine geçemiyorlar değil mi?

-*-*-

Haaaa, toplum olarak ne mi yapmalıyız?

Kıbrıs sorununu bir şekilde çözmek zorundayız…

Mevcut yapıyı, şu veya bu şekilde ortadan kaldırmalıyız…

-*-*-

Yani, “önce içimizi temizleyelim” falan diyoruz ya bazen; onu da çözüm yolunda beraber taşıyabilmeliyiz…

Evet, çözümden uzaklaşmamak çok önemli.

Her şeyden önemli.

Ve herkesten önemli.

-*-*-

Şu anda “uygulatılan” ya da “uygulanan” çözüm modeli veya isteğinin Kıbrıs Adası, Kıbrıs’ın geleceği, Kıbrıs Cumhuriyeti, KKTC veya Güney Kıbrıs ile alakası olmadığını görmek için “fazla akıllı” olmaya gerek yoktur.

-*-*-

Herkes çok ama çok iyi bilmektedir ki; mevcut Dünya gerçekleri içerisinde, bu Dünya’nın kabul edebileceği çözüm modeli, “savunmak zorunda kaldığımız” model değildir.

-*-*-

Bizler, Kıb – Tek’in nasıl yönetildiği, ihalelerin ne cinsten kleptokratlar yarattığıyla uğraşıyoruz…

Oysa; “Kutlu Adalı’nın cinayetinde adı geçen orgeneral emeklisinden, cins cins isimlere kadar” tüm isimlerin aslında şu veya bu şekilde ceplerini doldurma peşinde koşanlar olduğu, bizzat yıllarca onlarla birlikte oyun oynayan mafya üyeleri tarafından itiraf edilmektedir…

Gerçek buradadır…

-*-*-

Herkese söven, herkesi hain ilan eden, Facebook üzerinden yayın yapan iki adet gazete var…

Vatandaş bunların farkında bile değil…

Ama siyasiler izliyor…

Bana da çok sövüyorlar…

Polise gittim ifade verdim…

Ne öğrendim biliyor musunuz?

Polis, ifademi alıyor, çok da kibar davranıyor, sonra ben ayrıldıktan sonra, o gazeteleri yayınlayan ya da yayınlatanlar arkamdan dalga geçiyor…

Ve devleti en üst seviyede yöneten ya da en üst makamlarda oturanlar, bunları, bu kişileri biliyor!

-*-*-

Son bir örnek vereyim…

Maraş’la ilgili açıklamalara bakar mısınız?

Maraş açılımının, Maraş’la ilgili kim yaparsa yapsın, tüm açıklamaların, yukarıda da belirttiğim gibi; “Kıbrıs Adası, Kıbrıs’ın geleceği, Kıbrıs Cumhuriyeti, KKTC veya Güney Kıbrıs ile alakası” yoktur…

Anladınız mı ne demek istediğimi!

Çünkü Maraş, “hukuk”tur.

Maraş, siyaset olamaz…

Maraş’ta neyin doğru, neyin yanlış, neyin şov, neyin gerçek olduğuna insanların keyifleri karar veremez!

Cumhurbaşkanı’nın Maraş konusundaki açıklamasının “çok doğru” olduğunu yazıyorum; çözüm düşmanı faşist kesim yazımı paylaşıp, hakaret yağdırıyor, işten atılmam gerektiğini savunuyor; sol kesim ise “Tatar’ın samimi olduğuna inanmıyoruz” diye mesaj gönderiyor…

-*-*-

Peki bizim seçtiklerimiz bütün bunları görmüyor mu?

Gördüklerinden eminim de “nasıl algıladıkları” konusunda tam emin değilim!

-*-*-

“Mide meselesi” diyorum!

Kimisi garavolliyi görür, gözlerini kısar, midesi kalkar, kusacak gibi olur!

Kimisi, bir yemede 200 taneyi yer!

Evet, mide meselesi!

Mideleri kaldırıyor demek ki!

Helal olsun!