Dr. Çiğdem Dürüst

Ç.D.:  Hazır sosyal demokrasiden ve bunun önemine vurgu yapmışken aslında özellikle 2016 2017 süreci sosyal demokratlar için ülkedeki zorlu bir süreç oldu. Zaten sizin partinizden yaşanan kopuşlar ve başka söylemlerle başka ekiplerle hareket etme; son günlerde yaşadığımız BKP’deki karışıklık, ardından TDP’ye ait olduğunu bildiğimiz, eskiden beri TKP’nin olduğunu bildiğimiz Ortam, Parti’nizin organı, artık bu görevini yapmayışı, yapamayışına… Değil mi? Zor bir durum…

C.Ö.: Yok. Yani şu anda yargı bize onu iade etti. Ama bir oldu bitti, son günlerde çıkarmaya devam ediyorlar. Suç işleniyor şu anda. Yani yargı, yapılanın, yani o arkadaşların yaptığının, kapkaç sisteminin, doğru olmadığını söylüyor. Atanan direktörlerin geçersiz olduğunu… Direktörün eskiden olduğu gibi Esat Varoğlu olduğunu söylüyor. Dolayısıyla yani bize iade edildi Ortam. Ama hala daha bir emrivaki yapıyorlar. Suç işliyorlar. Ama onunla ilgili de bu ülkede maalesef yargının verdiği kararı uygulatmak için bile, yine yargı yoluna başvurmanız gerekiyor. İşte ben bundan üzüntü duyuyorum. Yani yargı var, yasa var. Yani diğer konularda da öyle… Bir parti kuruluşunda veya işte Sayın Çakıcı istifa etti bizden. Sayın Çakıcı istifa etti 49/2015 Siyasi Partiler yasası açık: 25. maddedeki istifa eden veya kesin olarak partiden ihraç edilen biri, ilk seçimlere kadar bağımsızdır. Bir arkadaşımız “Parti kurdum” diyor; “Parti başkanıyım” diyor. Başsavcılığın görüşünü alan meclis, Meclis'teki bütün tutanaklarda bağımsız milletvekili olarak geçmesine sebep oluyor. Ama UBP destekli İçişleri Bakanlığı’ndan birileri, parti adına demeç vermesini teşvik ediyorlar. Bakın açık söylüyorum. Bize zarar versin diye açıkça teşvik ediyor. Ve maalesef biz Yasa’yı uygulatmak için yargıya başvurmak zorunda kalıyoruz.

“ÇAKICI VE EKİBİNİN YAPTIĞI BU HAREKET  UBP DESTEKLİDİR”

Ç.D.: Çok önemli şeyler söylüyorsunuz TDP’ye yönelik bir hareket olduğundan bahsetmiş oluyorsunuz sohbet esnasında. Bunu biraz daha açabilir misiniz?

C.Ö.: Şimdi bakın: Birileri bu arkadaşların ayrılmasıyla, bizim güçsüzleşeceğimizi, para sorunu yaşayacağımızı düşünüyor ve bu parti baraj altı kalacak, sonucunda onların para kaynakları olanlar da onlara yarayacak mantalitesi ile hareket, aslında Sayın Çakıcı ve ekibinin yaptığı bu hareket tamamen bizi zayıflatmak için yapılan bir harekettir. Ve UBP desteklidir. Bunu açıkça söylüyorum. Dolayısıyla ben onun için oraya giden arkadaşlarıma bir şekilde tekrar sesleniyorum: Bu oyuna daha fazla gelmeyin. Yuvanız burasıdır. Gelin yeniden birlikte olalım. Başını çekenler değil ama… Bu oyuna gelenler. Kandırılmayın. Çalışan, sade arkadaşlardan söz ediyorum. Ama çünkü TKP ve güvercin amblemi, bizim vazgeçilmezimizdir, bizim özümüzdür. İyi saatte olsun Çetin Veziroğlu arkadaşımız söylemiştir ki: “Tapulu malımıza baraka kondurmayız!” derdi Çetin bey. Aynen öyledir! Yani TKP de, güvercin de bizim vazgeçilmezimizdir. Onlardan vazgeçmeye niyetimiz yoktur. Almak için de sonuna kadar mücadele vereceğiz. Biz bu ülkede herkesin başta milletvekilleri olmak üzere, önce geçirilen yasalara saygı duyması gerektiğini, hukukun da bunu çok fazla uzatmadan sonuçlandırması gerektiğini söylüyorum. Çünkü maalesef sizin de bildiğiniz bir söz vardır: “Geç gelen adalet, adalet değildir!” Yani bugün, Sayın Angolemli, mecliste de benzeri bir şeyler söyledi: Hatırlayın: bir dönem, aslında çok değerli iki tane insan, bu ülkeye getirildi ve bakan yapıldı. Ve o dönemde birileri bir dava açtı. Ve dedi ki: “Bu ülkede, dün gelen, seçme seçilme hakkına bile sahip olmayan birilerini Bakanı yaptınız!” Sonunda yargı, belki bunu bilerek isteyerek bilmiyorum ama oyaladı oyaladı. Zaten arkadaşlar bakanlıktan ayrıldığında, karar da o zaman çıktı. Şimdi bizim durumda da öyle olmasın! Yani yargı, zamanında karar vermeli, karar üretmeli ki herkes gideceği yolu görsün. Bu son derece önemlidir. Ve tekrar ediyorum: Geç gelen adalet, adalet değildir. Yarın geçtir! Dünden bu kararın verilmiş olması gerekirdi! ( Biraz sinirli ve kararlı görünüyor ). Ben buradan yargıya da seslenerek bir an önce bunların sonuçlandırılması gerektiğini söylüyorum.

Ç.D.: Cemal bey, TDP’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

C.Ö.: Şundan eminim ve rahatım: İlk genel seçimlerde, çok daha güçlü bir şekilde mecliste ve hükümette olacak.

Ç.D.: Kadrolarınızı, yeterli buluyor musunuz?

C.Ö.: Şimdi kadrolarımız kesinlikle yeterli. Ama onları yaymak da bir sıkıntımız var. Çünkü, daha önce de dediğim gibi; arkadaşlar daha çok Parti’de görevlidirler. Ama Parti’ye çok fazla zaman ayırmada sıkıntıları var. Çünkü herkes, bir yerde ya da kendi özel işinde, ekmeğinin peşindedir. Yani bizde patronlar yoktur. Bizde bir emekçi takımı vardır. Herkes hep kendi işinde ya da bir yerlerde çalışarak yaşamını idame ettirme durumundadır. Genel Başkan emekli öğretmen olduğu için, 24 saatini Parti’ye vermektedir. Dolayısıyla kadrolarımız yeterlidir. Dediğimiz gibi her alanda yetişmiş elemanımız var. Ama onları lansmanda bir takım sıkıntılarımız var. Önümüzdeki günlerde, inanıyorum, bunları da aşıp; bu kadroları geniş halk kitlelerinin önüne daha rahat çıkarma şansı bulacağız.

“KIBRIS SORUNU ŞİMDİ DAHA ÖNEMLİ”

Ç.D.: Peki, başarılar. Kıbrıs sorunu mu yoksa iç siyaset mi sizce daha önemli?

C.Ö.: Şimdi Kıbrıs sorunu önemli daha önemli çünkü Kıbrıs sorunu Kıbrıs Türkü'nün, yıllar önce uzaklaştırıldığı, bir şekilde çıkarıldığı uluslararası hukukun içine yeniden dahil olmasıdır. Ve Kıbrıs sorunu aslında bütün sorunlarımızın da anasıdır. Bakın şimdilerde ülke içinde bir takım yaygara koparıyorsa birileri Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğündendir. Yani Türkiye'ye daha fazla bağlanalım diyorsa birileri, Kıbrıs sorunu daha fazla çözümsüz kaldığı içindir. Eğer bu ülkede yağma vurgun talan varsa, iç hukukun doğru düzgün işlenmesinde bir takım sorunlar varsa, uluslararası hukukun içine giremediğimiz için daha da önem kazanıyor bunlar. Dolayısıyla biz barış istiyoruz. Çözüm istiyoruz. 11 Şubat 2014'teki ortak açıklama metninde işaret edilen, iki bölgeli iki toplumlu, siyasal eşitliğe dayalı, tek egemenlik, tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlığa dayalı bir federal Kıbrıs istiyoruz. Yani bu açık ve net… Bundan vazgeçmedik. Vazgeçmeyi de asla düşünmüyoruz. Bunun dışında ne güneye yama, yani üniter devlet, ne de kuzeye bir vilayet olmayı reddediyoruz. Bunlarda kesin kararlıdır toplumumuz. Çözüm vizyonu sürdürülmelidir. Ama çözüm vizyonu devam ederken bir yandan kendi içimizde de bu çarpık düzeni değiştirmek, bu ülkedeki vesayet rejimini artık sonlandırmak, anayasadaki geçici 10. madde başta olmak üzere, gerekli değişiklikleri yaparak, gerçek anlamda, sivil demokratik bir düzen kurmak da boynumuzun borcudur. Yani şu anda Sayın Dışişleri Bakanı ve Ekonomi Bakanı dediler ki: “Türkiye'ye bağlı ama özerk…” Son derece önemli olan nokta şu: Hiç sormazlar mı adama, şu anda savunmayı biz mi yönetiyoruz? diye. İyi saatte olsun, Sayın Halil Sadrazam, bir komutan olmak mücadelesi verdi. Millet bunu yanlış anladı ve Kıbrıslı Türkler artık Sayın Sadrazam’dan sonra general olabilmeye başladı. General oldu, ama komutan olamadı. Gene Türkiye'den biri geliyor gene bize güvenmiyorlar. Merkez Bankası'nın başında bir Kıbrıslı Türk yoktur. Sivil Savunma’nın başında bir Kıbrıslı Türk yoktur. Geri kalan kurumların tümünün başına hep Türkiye'den birileri gelir. Dışişleri Bakanı Sayın Ertuğruloğlu, yıllarca hep Dışişleri Bakanlığı yapıyor. Ve şunu söylüyorum: Annan Planı’na karşıydı. Bunun mücadelesini de verdi. Hatta o dönemde bir çözüm olursa, dağa çıkmaktan da söz etti. Oysa, o reddettiği Annan Planı sayesinde, şimdi, daha önce İslam Ülkeleri Konferansı’na gittiğinde, masasının üzerinde Müslüman Türk Cemaati temsilcisi yazardı. O günden sonra, yani Annan Planı’ndan sonra, Kıbrıs Türk Temsilcisi olarak yer alıyor. Yani Annan Planı, kendine bir kimlik/hitap kazandırdı. Şimdilerde eminim biliyor, ama ısrarla şunu söylüyor: Yani 1 kere 541 ve 550 sayılı kararlar durduğu müddetçe, KKTC'nin tanınmayacağını en iyi bilen Sayın Ertuğruloğlu’dur. Ve ayrıca da Dışişleri Bakanlığı olarak, Türkiye dışında resmi bir ofisi nerede vardır? Bürosu, ofisi, temsilciliği? Onu söylesin bana. Resmî? Hepsi ticari bir markanın kayıtları ve bürolarıdır. Zaten giden arkadaşlarımız da, içlerinde çok değerli Dışişleri mensupları var yakının tanıdığım... Ama onlar da, ister istemez gittiğinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin oradaki Büyükelçiliği ile istişare halinde işleri üretmektedirler. Yani bunu da bilmeyen yok. Dolayısıyla bu ikisine de zaten bağlıyız. Bizim derdimiz daha da bağlanalım değil, kurtulalımdır… Biz bağımlılıktan kurtulma, kendi ayakları üzerinde duran, sivil, demokratik bir rejim, ekonomisiyle… Yani yarın hükümete girelim da ertesi gün gidip avuç açmak zorunda kalmayalım. Bu da son derece önemlidir. Ve Kıbrıs Türkü'nün gerçek kurtuluşu o gün olacak. Yani avuç açma dönemi bittiği zaman. Olacak gerçek kurtuluş ve bunun içerisinde kendi kurumlarımızı kendimiz yönetip kendi kararlarımızı kendimiz alalım. Bizim derdimiz budur. Tahsin Bey'in veya Sunat Bey’in veya onun gibi düşünenlerin de dertleri başka türlü olabilir. Biz kesinlikle onların anlayışını reddediyoruz.

Ç.D.: Sohbetimizin başında da bahsettik, TDP iki tane önemli makamın seçilmesinde aslında önayak oldu. Hem Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanlığı, hem de Cumhurbaşkanlığı. Siz söylediniz az önce bunları. Sizce partiniz bundan nasıl etkileniyordur?

C.Ö.: Şimdi bir kere ikisinin de seçilmesi parti açısından bir gurur ve vesilesidir. Yani yıllar sonra bu parti kendine geldi. Partililer yeniden o başarılarının zevkini tattı. O günden sonra partiye dört elle sarıldılar. Her ne kadar da dediğim gibi arada bir çatlak sesler olduysa da bu psikoloji kısa sürede üzerimizden atıldı. Toparlandık. Ve güçlü bir şekilde gidiyoruz. Ben inanıyorum ki orada elde ettiği başarmanın zevkini ilk seçimlere daha güçlü bir şekilde partililerimiz taşıyacaktır.

“CEMAL ÖZYİĞİT BU PARTİYE İNANÇ KATTI”

Ç.D.: Cemal Özyiğit bu partiye ne kattı?

C.Ö.: Cemal Özyiğit bu partiye en azından bir inanç kattı. Ben bu partiyi katıldığım da bir hayal kırıklığı vardı. En azından o ölü toprağını üzerimizden atıp ayağa kalkmayı dik durmayı ve bu konuda bir irade sahibi olmayı, irademizi güçlü bir şekilde ortaya koymayı kattım. Ve bir önemli nokta: evet farklı görüşler yani temel eksenin içerisinde farklı duruşları olanlar yok mu? Var! Cemal Özyiğit işte bütün bu farklı duruşları olanların bir araya gelmesini sağladı sağlıyor.

Ç.D: TDP ile ilgili en büyük hayaliniz nedir?

C.Ö.: TDP'nin mecliste ve hükümet de çok daha güçlü bir yerde görmek. Ama sırf hükümeti gelmek için değil öngörülerini gerçek anlamda bir sosyal demokrat iktidarı yaşama geçirmek…

Ç.D.: Sizce TDP’nin en büyük hatası ne oldu?

C.Ö.: (Gülümsüyor, biraz düşünüyor. Ve cevap vermek arzusunda olup nasıl başlayacağımdan emin olamaz bir şekilde cümlesini kurmaya başlıyor ) Yaniii… Bir hata var mı? İşte ne zaman seçim tam tamları çalsa, dıştan birileri bir vesileyle partimizin içine karıştırmaya çalışıyor. Bu 2013 seçimleri öncesinde de oldu. Sonra işte Sayın Çakıcı ve Sayın Emiroğluları’nın o hareketinde de oldu. Artık bundan sonra arkadaşlarıma şunu söylüyorum: artık lütfen hep birlikte dikkatli olalım ve birileri bizi dürt yüklediği için oyuna gelmeyelim diyorum.

Ç.D.: Tam da tamtamlarının çaldığı dönemdeyiz şu anda. Nasıl hazırlanıyor TDP seçimlere şu anda?

C.Ö.: TDP işte bu kongre ve kurultay sürecine ibrenin yükseldiği bir dönem olarak görüyor ve bu çerçevede yetkili organlarımızda gerekli kararları aldık. Daha güçlü bir şekilde lansmanını yapmak ve en olumlu bir şekilde bu kongre kurultay sürecini tamamlamak. Bunu çalıştayla da bütünleştirerek bir iktidara yürüyüş yapısına dönüştürmek şeklinde bir hazırlığımız var.

Ç.D.: Şu anda o aday olmayı düşünmediğini size ileten vekiliniz var mı?

C.Ö.: Yani nereye aday olmayı düşünmeyen?

Ç.D.: Önümüzdeki genel seçimlerde. Milletvekilliğine.

C.Ö.: Yok.

“YÜZDE 10 CİVARINDA BİR OYUMUZ VAR HEDEF BUNU YUKARILARA TAŞIMAK”

Ç.D.: Yok. Peki. Sizce, hani bir anketler görüyoruz. Her parti anketler yaptırıyor. Kimisinin güdümlü olduğundan bahsediliyor. Kimisine bir miktar daha çok güveniliyor ama toplumun aklı oldukça karışık. Siz bu anketlere dokunan, daha yakından inceleyen ve değerlendiren bir genel başkan olarak partinizin önümüzdeki genel seçimlerden nasıl çıkacağını düşünüyorsunuz?

C.Ö.: Şimdi yani %10 civarında bir oyumuz var. Son ankette bizim yaptırdıklarımızda daha dıştan yaptırılanlarda da edindiğimiz izlenim o doğrultudadır ki %10'lar seviyesinde gidip geliyoruz. Öyle bir iple var. İşte biz bunu daha yukarılara tırmandırmak istiyoruz. Ne kadar? Yani en azından %15’leri bulup daha yukarılara çıkmak istiyoruz ilk etapta. Bunun için olanca inancımızla ve olanca gücümüzle, bütün arkadaşlarımızı da motive ederek bu doğrultuda çalışıyoruz.

Ç.D.: Evet. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti  Meclisi çalışmalarına nasıl değerlendiriyorsunuz?

C.Ö.: Şimdi gerçekten son dönemde, bu yeni açılan döneme baktığımızda iyi gidiyor diye düşünüyorum. Kurullar iyi çalışıyor. Komite çalışmaları kim maalesef biz iki vekilimiz olduğu için Ad-Hoc komitelerde yer alabiliyor uz. Ve arkadaşlarımız gönüllü olarak komiteleri takip etmeye çalışıyorlar. Ama fena değil oralardaki çalışmalarda. Meclis genel oturumu çalışmaları da... Yeni dönemde bana göre iyi gidiyor. Yani her şey tartışılıyor. İyi gitmeyen şey sonunda maalesef azınlık hükümeti… O bağımsız denen kişiler parmak hesabıyla genelde hiçbir uyarıyı dikkate almadan kendilerince yasal düzenlemeleri onaylayıp gönderiyorlar. Tabi Cumhurbaşkanlığı da yetkisini kullanarak gerekli gördüğü yere gönderiyor. (Çoğu zaman düzeltin diye ancak düzelttirmeden tekrar gidiyor.) Bunlar olmaz yani eğer bir düzenlemeye ihtiyacı varsa bunların gözden geçirelim gerçekten yasalara kurallara uyup uymadığını dikkat ederek bakmak ve toplumun genel kesimlerine kabul edebileceği şekilde olması lazım. Yani bu son derece önemli… X'e  Y'ye şirin görünecekler diye vergi afları çıkarıyorlar ve her defasında bu son bu son diyorlar fakat bu kaçıncı sondur unuttuk artık. Hatırlarsanız vergi affı tamam belki bir kısım çeşitli nedenlerle ödeyemeyen sade vatandaşımız da ya da esnaf ve zanaatkar aramızda yararlandı ama esas büyük sermaye sahiplerine yönelik aflar çıkarılıyor. Yani hükümet de vizyonunu onlara göre şekillendiriyorlar. Onların çık Çıkarlarına göre bir vizyon edinmiş ve misyonu da onların çıkarlarına korumak. Çünkü büyük ihtimalle seçimde de onlara destek olacaklar. Seçimin en azından finansmanını sağlamada... Yani karşılıklı bir alışveriş var. Toplumun da bunları görerek artık hep birlikte daha çok tepki göstermemiz lazım. Bir önemli noktada tabii bu saatler konusunu da toplumun daha çok ses vermesi lazım bu sadece sendikaların çalışanların bir sorunu değildir bu özel sektörün de iş çevrelerinin de sanayicisinin de üreticisinin de herkesin bir sorunudur. Bütün kesimlerle işbirliği içerisinde bulunan çok daha güçlü sesler vermemiz ve bir an önce bu soğuk değil saati dediğimiz saat dilimini de biz tersyüz etmeli ve dünya saatine dönmeliyiz.

Ç.D.: Az önce bu röportaja, aslında röportaj demeye dilim varmıyor, bu sohbete başlarken kayınpederinizin rahatsız olduğunu ve hastaneye kaldırıldığı haberini de aldık. Geçmiş olsun

C.Ö.: Teşekkürler.

“ÖNÜMÜZDE ÇOK ÇETİN GÜNLER VAR”

Ç.D.: Son olarak, Yeni Bakış okurlarına buradan bizim aracılığımız da ne söylemek istersiniz?

C.Ö.: Önümüzde çok çetin günler var. Her ne kadar da Annan  Planı’ndan sonra Crans Montana'da umduğumuz beklediğimiz olmadıysa da. Çözüm vizyonunu sonuna kadar sürdürmeliyiz. Çünkü aslolan bu adayı yeniden birleştirmek ve uluslararası toplumun bir parçası olmaktır. Ama bunun içerisinde de kendi ülkemizde bir an önce bu yağma vurgunu talanı kuranlardan ve yaşatanlardan gerekli hesabı sorarak onları kenara çekmek ve gerçek anlamda hak eşitlik adalet özgürlük ilkelerine yaşama geçirmektir emeğin gerçekten karşılığını bulacağı Bir düzeni yaşama geçirmek için hep birlikte ayağa kalkmalıyız diye düşünüyorum. Ben bütün okurlara bu vesile ile  saygılar sunuyorum.