Yeni bir Polis Genel Müdürümüz var...
“Göreve pek şanslı veya huzurlu başlamadı” dedi bir emekli polis ağabeyim!
“Neden?” diye sordum...
“Bir polis memurunun mültecilere ateş açmasının yanında, dün sanal medya ile birlikte Avrupa gazetesinin de manşetinde yer alan iki Afrikalı kadına şiddet iddiası başını ağrıtır” diye yanıtladı.

-*-*-

Oysa meseleyi tersten okumak bence büyük avantajdır!
Nasıl mı?
Üniversiteler ülkesi olacaksak, üniversiteler tam kapasite ile çalışacaklarsa, bu üniversitelerin öğrencilerinin belki de yüzde 95’inin dışarıdan gelen öğrenciler olacağı kesindir.
Türkiye’den ve Dünya’nın dört bir yanından...
(Araya girelim ve ARUCAD’ın tüm bölümlerine YÖK denkliğini de kutlayalım)...

-*-*-

Böyle bir ortamda, polisin, her ülkeyle alakalı ciddi genel kültür sahibi olması gerekir.
Bana göre özellikle ırkçılık konusunda sadece polisin değil hepimizin ciddi eğitim eksikliği var...
Mülteciler konusunda, polisin nasıl davranması gerektiği bilgisi eksiktir...
Ve işte bu noktada yeni genel müdür adına, bunları saptayıp derhal harekete geçmek, ciddi avantajdır.

-*-*-

İngiltere’de yaşadığım yıllarda, “Türkçe konuşan toplumlar” diye bir kategorileştirme kapsamındaydık...
“Türkiyeli Türkler, Kürtler ve Kıbrıslı Türkler”, bir çok kurum tarafından, “Turkish speaking communities” sınıfına dahil ediliyordu.

-*-*-

Polisin bazı birimleri, bu grubu köklerine kadar ayırmakta elbette çok başarılıydı...
Mesela ilk başlarda “eroin” işinde, Kıbrıslı Türk etkisi bir hayli fazlaydı.
Ancak zaman içerisinde, bu konuda şampiyonlar ligindeki yerimizi Kürtlere kaptırmıştık. Hatta 2008’de o ülkeden temelli ayrıldığımda, bu sektörde tek Kıbrıslı Türk kalmamıştı.

-*-*-

Neyse...
Mesela İngiliz Polisi, “namus cinayetleri” konusunda bilgisizlikten dolayı çaresiz kalabiliyordu.
Çünkü, bu kavram bizim içinde bulunduğumuz grubun bakış açısı ile değerlendirildiği zaman, İngilizler için pek anlaşılır olmayabilirdi.
Bizde 15 – 16 yaşlarına gelse bile, bir genç kızın erkek arkadaşının olması pek kabul edilebilir değildi.
Hatta “cinayet” sebebiydi.
Pakistanlı, Bangladeşli toplumlarda da benzer suçlar çok fazlaydı.
Oysa bir çok İngiliz aile için, kızının 15 – 16 yaşlarında hala erkek arkadaşının olmaması şaşırtıcıydı. Onlar olmasına değil, olmamasına üzülen bir kültürün elemanlarıydı.

-*-*-

Elbette zamanla, doğal asimilasyonla, bizim toplumlar da değişecekti ama İngiltere’de hala “yeni” olanlar veya “değişmeyi kabullenmeyenler” ya da “doğal asimilasyona direnenler” için, kızlarının hele de yabancı sayılan bir erkekle birlikte olması, “namus” meselesiydi ve “cinayeti” neredeyse “en doğal hak” kabul ediyordu.

-*-*-

Bunları, bir grubu eleştirmek, her hangi bir toplumu aşağılamak için yazmıyorum.
O daha iyidir, bu daha iyidir dediğim de yok.
Her coğrafyanın, her iklimin, her kültürün bu konularda kesinlikle çok farklı tavırları olduğunu sosyoloji bilimi çok rahat açıklar.

-*-*-

Benim anlatmaya çalıştığım polistir.
İngiliz polisi, etnik toplumlarla ilgili bazı suçları araştırırken veya soruştururken, bu toplumlara mensup gazetecilerden veya toplum önderlerinden de faydalanırdı.
Kültürleri, gelenekleri, görenekleri, alışkanlıkları ile ilgili bilgiler alırdı.
Ve suçun üzerine giderken, daha bilinçli davranırdı.

-*-*-

Bir genç kız öldürülmüştü.
Türkiyeli.
Yanılmıyorsam, Lübnan asıllı Hıristiyan bir erkek arkadaşı olması, öldürülme sebebiydi.
Öldürme kararı aile meclisi tarafından alınmış, suç da ailenin en genç erkek ferdine atılmştı.
Soruşturmayı yürüten kadın polis çavuşu, “namus cinayeti”nin ne olduğunu, “namus” kavramını öğrenmek için bir grup Türk gazeteci ile sohbet etmişti. O gazetecilerden biri de bendim.

-*-*-

Bu konularda, profesyonel destek alıyorlardı...
“Neden öldürmüş olabilirler?” sorusuna yanıt, bazen kültürel farklılıkların içerisindeydi ve çok farklı bir kültürdeki polisin, bunu anlayabilmesi için, o kültürü de bilmesi gerekiyordu.

-*-*-

Aslında anlatmak istediğim, üniversiteler ve yabancı işçi göçü nedeniyle oldukça kozmopolit bir ülkede yaşıyoruz ve polisimiz, bir çok ülkeden gelip buralarda yaşayan hatta çeteleşen veya çeteleşecek etnik, siyasi ya da daha farklı grupları tam olarak bilmiyor. 

-*-*-

İki Afrikalı genç kadının dövüldüğü iddiası, affedilir, bağışlanır, kabul edilir değildir.
Ne isterse olsun!
Sebebi ne olursa olsun!
Eğer polis, iki kadına vurmuşsa, bunun açıklanabilir veya kabul edilir bir gerekçesi – mazereti olamaz!
Ne diyeceksiniz?
“Renklerini beğenmedik ve dövdük” mü?
Çok ayıp, çok ırkçı!
Ve çok büyük bir suç!
Hatta bundan daha büyük suç da olamaz!

-*-*-

Bir çok arkadaşımız, mültecilere ateş açılmasını, “kaçıyorlardı” diye savunmaya çalıştı. Bu savunma da “haklı” değildir. 
Ne mi yapmak lazımdı?
Burada benim polise ders verme hakkım yok!
Ama şunu diyebilirim, “polis, ne yapması gerektiğini bilmeliydi”...
“Hayır, söyle, ne yapacaktı?” diye zorlarsanız, “Bırak gemi kaçsın, telefon et, 15 dakikada sahil koruma oradadır” derim.
Yedidalga’daki limandan oraya sahil güvenlik 10 dakikada ulaşır. 
Veya şöyle sorayım; “Ya bir çocuk ölseydi?”...

-*-*-

Artık asıl tartışmamız gereken, polisin kapasitesini her açıdan geliştirmesi gerekliliği hatta zorunluluğudur. 
Sadece personel sayısı değildir sorun.
Terfilerden mutlu olmamak, tayinlerden huy kapmak, emeklilik meselesinden gocunmak da değildir.
Elbette polisin bu tür sorunları çözülmelidir.
Ama, son dönemde yaşanan ve yukarıda bahsettiğim iki olay da dikkate alınarak, polisin güçlendirilmesi, şeffaflaştırılması, güler yüzlü olması, demokrasinin zorbası değil destekçisi olması, her açıdan kapasitesinin artırılması, daha saygın hale sokulması adına her şey yapılmalıdır.

-*-*-

Kısacası, emekli polis ağabeyime katılmıyorum.
Mültecilere ateş açılmış olması, iki Afrikalı kardeşimizin darp edildiği iddiası, yeni Genel Müdür Ahmet Soyalan ve yeni kadrosu için çok büyük bir avantajdır...