Bazen savaş kışkırtıcılarını görürüm, dinlerim, okurum ve genellikle gülerim...
Neden biliyor musunuz?
Çoğu, savaşın ne olduğunu bilmiyor!
Gerçekten, abartmıyorum!

-*-*-

Bu benim saptamam olabilir ama savaşı yaşayan bir insan, asla savaş istemez!
Savaş kışkırtıcılığı yapanlar, ikide bir düşmanlık aşısı salgılamaya çalışanlar kesinlikle savaş korkusu yaşamamıştır!
Bir bir daha iki kadar nettir bu iddiam veya saptamam!

-*-*-

Yine geldik bir 20 Temmuz’a daha...
Bugün 19’u, yarın 20’si...
1974’ün aynı günlerinden bu yana tam 46 yıl geçti...

-*-*-

“İşim yarım kalmıştı, belki de bu ülkenin en iyi marangozlarından biri olurdum” diyerek, de gülümserim bazen...
Çünkü yedi yaşındayken, Gaziveren’de marangoz Hasan ustanın yanına verilmiştik.
Hasan Eraslan...
Bir kaç hafta bile gidememiş, 15 Temmuz günü eve gönderilmiştik...
Çünkü Rumlar darbe yapmıştı ve hava gergindi...

-*-*-

Biz ne mi biliyorduk?
Elimize küçük kum torbaları verilmişti ve onları doldurup, marangoz atölyesinin damına taşıyorduk. 
Kaç tane mi doldurdum?
Bir, veya iki!
Aklımda kalan, kum yığınının, Hacı Fahri dayı ile Sısam dayının evlerinin arasında olduğuydu...
Damda da bizden en fazla yedi – sekiz yaş büyük Adnan Eraslan vardı...
Bir de yine bizden büyük, KIB – TEK’in eski genel müdür yardımcılarından Göker Başoğlu ile Maliye eski bakanlarımızdan Hasan Başoğlu... Ve sonradan, bu ülkenin en büyük futbolcularından biri olan Alper Sayılır...
Onlar da mı kum dolduruyordu yoksa oralarda dolanıyordu bilemem...
Ama oralardaydılar...

-*-*-

Bir de sonradan çok meraklısı olacağım iki tüfek görmüştüm göz ucumla...
İkisi de Enfield ana sınıfından piyade tüfeğiydi.
Sonradan, şarjörlerinin üç mü beş mi mermi aldığını hep tartışırdık. 
Bir arkadaşım, “kuran atan, kuran atan” demişti...
Yani, “kurma kolunu çekiyorsun, tetiğe basıyorsun, sonra atmak için aynı işlemin tekrarlanması lazım”...
Şimdi piyade silahları inanılmaz gelişti...
Araya gireyim, silah hastalığımın sebepleri arasında savaş da var mı yok mu bilemem ama 16 Ağustos’ta Türk askerleri geldiğinde, G1 piyade tüfekleri ve sonrasında askerlik sırasında bol bol atış yaptığım G3’leri tanımıştık.

-*-*-

Haaa bu arada, “Tomson, Bren ve Sten” isimleri, kardeşlerimin isimleri gibi öğrendiğim isimlerdi.

-*-*-

Hatta İngiltere’de bir espri işitmiştim bir zamanlar...
Almanya’da çocuklara soruyorlarmış; “A4 deyince aklınıza ne gelir?”...
Eğer bir çocuk, “kağıt ölçüsü” veya “kağıt” derse yoksul bir aileden, ama “Audi’nin bir modeli” derse, zengin bir aileden geldiği belirtilirmiş.
Biilmem hatırlayacak mı ama tertibim, asker arkadaşım, üniversitedaşım (Var mı böyle bir kelime Hasan Topal abi – ki O da tertibimiz ve canımız ciğerimizdir, şaka yapıyoruz, aman alınmasın)... Evet, sevgili arkadaşım Harper Orhon’a da bir gün sormuştum bu soruyu... “Makineli tüfeeeek” demişti.
Evet, bizim nesil ve bizden büyük Kıbrıslı Türk erkeklerine “A4” derseniz, 1974’te çoğu tutukluk yapan makineli tüfekler aklına gelir.

-*-*-

Bu arada adı geçmişken hemen tüm saygılarımı da sevgili Harper ve ablası Nilgün hocama; haliyle de 20 Temmuz şehitlerimizin tümüyle birlikte, biricik babaları, Şehit Yüzbaşı Ecvet Orhon’a gönderelim... 

-*-*-

Neyse, bir – iki kum torbası doldurduk, eve gittik.
Elimde plastik yemek kutucuğum, içinde annemin yaptığı köfteler, soyulmuş salatalık... 
İşte öğle arasında yiyecektik.
Yiyemedik.
Okul tatil, iş da durdu.

-*-*-

Hiç heyecan kalmamıştı ki, 19 Temmuz günü, baktım mahallede bir hareketlilik, pir hareketlilik!
İki kapı ötemizde, Hüseyin dayının evin arka bahçesinde, kazanlar kaynıyor, fırın yanmış, yemekler pişiriliyor...
Gapsalis edilen tavukların kokusunu asla unutamam!
Bir de hepsinin kaynar suya batırılıp çıkarılışlarınım kokusunu!
Gerçekten iğrençti o koku ve hala burnumun içinde hissederim!
Ki, iki – üç gün sonra, o kokunun yerini, gerçek kan ve gerçek barut kokusu alacaktı.

-*-*-

Efendim, gapsalis nedir?
Türkçesini vallahi hatırlayamadım, Hasan Topal doktorum beni affetsin ama hani tavuğu kestiniz, üzerinde bir kaç tüycük falan kalır ya, onları ateşte yok etme işlemine gapsalis diyoruz ki Türkçesi zerre aklımda yok!

-*-*-

Yemekler neden pişiyor?
Soruyoruz!
Diyorlar ki, “Türkiye Gaziveren’e çıkarma yapacak!”...
Hani şimdilerde, Türkiyeli insan kaçakçılarının Suriyeli zavallı mültecileri çıkardıkları sahil var ya, aha orası!
Türk askerleri denizden gelmeyecek sadece...
Köyün ortasında eskiden düğünlerin de yapıldığı harmanlık var, oraya da paraşütle atlayacaklar!
Öyle diyorlar ben de sürekli havaya bakıyorum!
Acaba erken gelemezler mi?

-*-*-

Yemekler pişiyor!
Babam evdeki av tüfeğini alıyor, en küçük dayımla birlikte evden çıkıyorlar.
Ve gidiyorlar... 
Sonra 20 Temmuz!
Yani yarın da yazacağım!
20 Temmuz sabahı, birileri, birilerine anlatıyor, Türk askerleri gelmiş ama “Girne” diye bir yere gitmişler!
Ben bir Gaziveren’ı biliyorum, bir Lefke’yi, biraz Baf, daha çok Limnidi!
Ve Trodos... Pikniğe gittiğimiz yer.
Dağlık olan yer.
Girne neresi?
Kıskanıyorum ve kızıyorum tabii ki; “Niye Girne’ye gittiler?”...
(Devamı yarın)