Siyasetin iki görevi!

Bir arkadaş uyardı!
Ve çok haklı bir uyarıydı!
Neydi bu uyarı?
“Ya sağlıklı bireyler olarak biteceğiz; ya da risk alıp ayakta kalmayı deneyeceğiz!”

-*-*-

Haksız mı?
Bence de değil!
Ya tüm kapılar bu illet virüs tamamen yok olana ya da aşısı – ilacı bulunana kadar kapalı kalacak; kendi kendimize iflas edip, sıfırlanacağız; ya da bir miktar risk de alıp, kapıyı pencereyi aralayacağız ve ayakta kalmayı deneyeceğiz!
Ayakta kalmak değil, ayakta kalmayı denemek!
Buna dikkatinizi çekmek isterim!

-*-*-

Efendim, işte Anavatan para verdi; bir miktar belimizi düzelttik!
“Bir miktar” doğrudur bu söylediğiniz!
Elbette Anavatan para ayırmıştır ama bu para, ayakta kalmayı denememize tek başına yardımcı olmuyor!
“Hiç katkısı yok” demek, tam nankörlük olur elbette ama ciddi anlamda veya çok önemli oranda katkı beklemek de doğru olmaz!

-*-*-

Kaldı ki, en doğrusu, para da istememek aslında!
Şu açıdan bu saptamayı yapıyorum; açıklayayım…
Bir devletin borçlanması, maddi kaynak araması – bulması ve alması çok doğaldır.
Ama bizim özel bir durumumuz söz konusu.
Türkiye’den para almak, engelli demokrasimizin ve “uzaktan eğitim” gibi, “uzaktan yönetimin” kalıcılaşması ve kabullenilmesi anlamına geliyor.

-*-*-

Kaldı ki “uzaktan yönetim” de değil, doğrudan bakanların hatta başbakanın her faaliyetinin denetlenmesi bile var “protokolde”… Bu da ayrı bir demokrasi zedelemesidir ki inşallah başka bir konuda değerlendirmeye devam ederiz.

-*-*-

Hükümetimizin veya siyasetimizin iki ödevine, iki görevine bakmaya devam edelim.
Ne demiştik?
Ya sağlıklı bireyler olarak batacağız, ya da risk alıp ayağa kalkmayı deneyeceğiz!
Ve buna karar verecek olan siyaseti yönetenler olacak!
Baskı grupları, odalar, birlikler, muhalefet ya da iktidar!
Hepsi!
Artık bu kararı net bir şekilde vermek zorundayız!
Ve eğer ayağa kalkmayı denemek istiyorsak, kapıları açacağız, turist getirmek için “cırmalayacağız!”…

-*-*-

Tıpkı Güney Kıbrıs gibi!
Ama kapılar açılırsa, koronavirüs gelmez mi?
Risk alacağımız nokta zaten burası!
Evet gelir!
Ama başka çaremiz varsa, buyurun söyleyin!
Benim aklıma “gannavuri ekip satmak”tan başka bir şey gelmiyor!

-*-*-

Güney Kıbrıs, önümüzdeki ayın hemen akabinde, turist ağırlamak için hazırlıklarını tamamladı.
Türkiye de öyle.
Yunanistan da…

-*-*-

Ve ikinci ödev, siyasetin ikinci sıkıntısı da burada…
Turist gelmesi için havaalanının açılması lazım.
Ercan açılacak!
Peki nasıl?

-*-*-

Covid 19 meselesi nedeniyle, uluslararası uçuş güvenliği ile ilgili kurum, bazı belgeler, lisanslar talep ediyor.
Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (International Civil Aviation Organization-ICAO), KKTC’deki Ercan Airport’tan belge veya tedbir aldığına dair “denetleme” mi talep edecek?
Nasıl?
KKTC ve Ercan bu konuda “engelli”!!!
Tanımıyorlar!

-*-*-

Hatta, Covid 19 meselesinin çok daha öncesinde, “güvenlik” açısından da Ercan’la ilgili sıkıntılar olduğu için, doğrudan uçuş olmaması rezaletini yaşıyorduk!
Ama şimdi mesele daha büyük!

-*-*-

Chicago Konvansiyonu'na 7 Aralık 1944 tarihinde imza atan 52 ülke tarafından, Birleşmiş Milletler kuruluş kararnamesinin 43. maddesine dayanarak 4 Nisan 1947 tarihinde kurulan ICAO, KKTC’yi tanımıyor!
Bu ne demektir?
Bu demektir ki, “KKTC Sağlık Bakanlığı” veya “KKTC Tarım Bakanlığı” tarafından verilen belgeler geçerli olmayacak.
Nasıl ki tanınmayıp, narenciyemiz ve patatesimiz, fırsatçı tüccarın eline mahkum ediliyor veya Mersin Gümrüğü’nde, “kelebecik var, geçiremezsiniz” muamelesiyle karşılaşıyor ya, aha tam da onun gibi bir şey!

-*-*-

Ama daha tehlikelisi!
Çünkü, patatesi, narenciyeyi bir şekilde fırsatçı tüccar alıyor, Rum tarafına satıyoruz ya da biz tüketiyoruz!
Ama uçuş öyle değil!
ICAO, THY veya Pegasus gibi şirketlere ait uçakların, Ercan’a inip kalkmasına izin vermeyebilir!

-*-*-

“Olmaz öyle şey” mi diyorsunuz?
Ya olursa!
Var mı bir planınız?
Dün sordum bir yetkiliye; “… Ne söylediğinizi anlamadım” dedi!
Dedim ki, “… Abu zurnakka in the kafes!”…
Yavaş yavaş, usul usul anlattım, bir daha ve bir daha!

-*-*-

“… Covid 19’la ilgili Ercan’ın alacağı tedbirlerin belgelenmesi, lisanslanması gerekecek! Bunu kim yapacak?”
“… Haaaaa, anladım tabii ki Türkiye’den destek isteyeceğiz” dedi.
“İnşallah” dedim!
O da “inşallah” diye ekledi.
“Peki olmazsa?” diye kötü bir senaryoya geçiş yaptım!
“Olur olur mutlaka olur!” dedi.

-*-*-

Ya olmazsa!
İşimiz yine şansa veya Allah’a kaldı gibi!
En güzeli nedir biliyor musunuz?
En güzeli, yarından tezi yok, “yağmur duasına çıkarmış gibi”, “koronavirüs duasına çıkmak!”…
En önde siyasilerimiz, arkada bizler; “Allah’ım, sana yalvarıyoruz, bu koronavirüsü mutasyona uğrat, vazgeçsin bizimle uğraşmaktan” diye dua etmek!
Beşparmak Dağları’nda, daha önce askeri tatbikat yapılan St. Hilarion Kalesi yanındaki meydanda toplanalım, hem serinciktir orası; dua edelim…
Başka çaremiz kalmayabilir!

-*-*-

Var mı kafanızda başka çözüm?
Kıbrıs sorunu mutlaka çözülmeli mi diyorsunuz?
Hainler sizi!
Rumcular!
Kış kış kış!
Söylemeyin öyle!
Biz bize yeteriz!
Yaaaaaa, yeteriz, yeteriz!

-*-*-

Sonucu özetleyeyim:
Siyaset iki konuda karar vermek zorundadır.
1 - Ya sağlıklı bireyler olarak biteceğiz; ya da risk alıp ayakta kalmayı deneyeceğiz!
2 – Ercan ile ilgili çok büyük sıkıntı olabilir; Anavatan’ın bu sıkıntıyı aşması konusunda iyimserseniz bilemem ama Kıbrıs sorununu sanırım çözmek zorundayız!
Takdir siyasetindir efendim!