Çeştili analizlere ve gözle görülen gelişmelere baktığımız zaman, Akdeniz’deki altı AB üyesi ülkenin, “Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin varlığı” konusunda üçerli gruplar halinde ikiye ayrıldığını net bir şekilde görebiliriz.

-*-*-

Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti; Türkiye’nin varlığından da adından da rahatsız!
Ancak, örneğin Foreign Policy adlı yayın organında bu konuda bir makale yazan İspanya’daki Navarra Üniversitesi Orta Doğu ve Kuzey Afrika konularında uluslararası ilişkiler hocalığı yapan Michaël Tanchum’a göre, Akdeniz’e kıyısı olan öteki üç AB üyesi ülke (İspanya, Malta ve İtalya), Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinden rahatsız değil!

-*-*-

Bunun en basit açıklaması nedir?
Efendim, Fransız kadınları, Yunan erkeklerine bayılıyor, ayrıca Kıbrıslı Rumların gözlerinin rengini çok güzel buluyor bu yüzden destek veriyor!

-*-*-

İspanyollar ve İtalyanlar ise Türkiye’deki bıyıklı erkekleri çok karizmatik buluyor!

-*-*-

Alaka in the kafes!
Öyle değil tabii ki!

-*-*-

Her şey kesinlikle maddi çıkara dayalıdır!
Ne tarih, ne geçmiş, ne de milliyetçilik!
Sadece ticari çıkar!

-*-*-

Bırakın Fransa’yı, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tavrı dahi, ticari çıkarla alakalıdır!
Mesele, Türkiye’nin hakkının olup olmadığı meselesi değildir!
Mesele, Doğu Akdeniz’den daha fazla kazanmaktır!
Yani esas mesele; “paylaşabilseler, sorun kalmaz” meselesidir!

-*-*-

İşte burada uluslararası satrancın önemi devreye girer!
Ve seversiniz, sevmezsiniz, eleştirirsiniz, översiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz; bu satranç masası veya tahtası üzerinde en etkili isimlerden biri Recep Tayyip Erdoğan’dır!
Efendim koskoca Fransa’nın Başkanı Emmanuel Macron var masada; Yunanistan’ın efsane bir ailesinden gelen Kiryakos Miçotakis’i yabana atmamak lazım!
Sanmıyorum!

-*-*-

Evet, Türkiye ekonomisi gacır gucur etmek bir yana, çok ciddi sıkıntılıdır... 
Evet, özellikle koronavirüs salgınının turizm ve ticaret açısından en çok etkilediği ülkelerden biri Türkiye’dir!
Ama bu, ne dünya devlerinden Fransa’nın başkanının; ne de Dünya’ya sanat ve demokrasi adına büyük geçmişi bulunan Yunan medeniyetine başbakanlık veya liderlik eden Miçotakis’in, o satranç masasında Erdoğan ile oyun oynayabileceği anlamına gelmez!

-*-*-

Haaaa, Erdoğan’ın hamleleri, Türkiye’yi başka açılardan “mat” olmaya mı götürüyor?
Erdoğan’ın siyasi duruşu, Türkiye’nin “mat” olmasının kesin sebebi mi olacak?
Elbette bunu sonuç gösterir!
Satrancın büyük ustaları, Türkiye’nin gidişatı için “kesin mat olacak” da diyebilir!
Ancak, başka sonuçlar da söz konusudur... 
Veya “ya deprem olur ve oyun bozulursa!”... 
Siyasi depremden bahsediyorum!
Veya ya Erdoğan bir tekmeyle, masayı devirirse!

-*-*-

Tekrar ediyorum; Recep Tayyip Erdoğan’ın kesinlikle eleştirilecek çok siyasi duruşu, tavrı, bakış açısı vardır.
Mutlaka, içte veya dışta, antipatisi söz konusudur!
Aynı Erdoğan, içinde bulunduğumuz bölgede, “dengedir, tehdittir, güçtür” şeklinde değerlendirebileceğimiz farklı duruşların da sahibi olabilmektedir.
Ama sonuçta, Orta Doğu satrancının en önemli aktörlerinden biridir.

-*-*-

Ticari çıkarları nedeniyle İspanya, İtalya ve Malta’yı da yanına aldığı için, Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın “baskı gücünü”, rahatlıkla bertaraf edebilmektedir.

-*-*-

Macron ve Miçotakis, Doğu Akdeniz’de, AB’yi tam anlamıyla arkalarına almadan, Türkiye ile yüksek seviyede restleşemez. AB’yi arkasına alamadığı ve alamayacağı da gayet açık bir şekilde görülmüştür.

-*-*-

Fransa ve Yunanistan’ın, Türkiye ile savaşı göze alma riski ya da her hangi bir çatışmaya bulaşma olasılığı; Türkiye’nin onlarla savaş riskini alma olasılığının çok altındadır!
Bunun elbette güç ve cesaretle alakası olabilir...
Liderlerinin gücü ve karizması ile de alakası olabilir... 
Ama hepsinden öteye, ülke içi dengelerle de alakası kesinlikle vardır!
Erdoğan, savaş riskini göze alma konusunda, her iki ülkenin liderlerinden çok daha rahattır!  

-*-*-

Doğru olan mı?
Doğru olan, orta yol bulmak ve bölgeyi bir huzur bölgesi haline getirmek amacıyla, Türkiye’yi dışlamadan, özellikle Güney Kıbrıs’ın “paylaşımcı” bir noktaya gelebilmesidir.

-*-*-

Bakın, Türkiye haklıdır veya haksızdır meselesini bir yana bırakın.
Olayın bir satranç tahtası olduğunu hayal edin.
Oyunu kimin kazanacağı da önemli değil.
Oyunun dostça devam etmesi ve aynı dostlukla sonuçlanması insanlık adına – savaş çıkmaması adına büyük bir başarı olur.
Güney Kıbrıs’ın, “... Abi Türkiye beni döveceeeeek” diye gidip AB’den destek araması, çözüm olmaz. Çözüm değildir.

-*-*-

İşte bu noktada, Güney Kıbrıs’ın oturup da her türlü uzlaşı formülünü, her türlü paylaşım formülünü, her türlü çözüm formülünü konuşması gereken aslında Türkiye’dir.
Ama Türkiye bunu doğrudan yapmıyor.
Neden?
Satrancın kuralları gereği diyelim!
Peki nasıl çözüm olacak?

-*-*-

Şimdi geldik bizim camideki islimin yanıp yanmayacağı meselesine!
Gazı mı bitti?
Filtresi mi çürüdü?
Bilemem!
Ama bizim aydınlatma islimimiz yamıyor!

-*-*-

Bilmem anlatabildim mi?
Kıbrıs Türk toplumu liderliği veya lideri neden Türkiye için çok önemliymiş?
Çünkü islimi, yani lambayı o yakacak!
Işığı o verecek veya getirecek!

-*-*-

Yani küçümsüyoruz zaman zaman bizim cumhurbaşkanlığı seçimini ama sanırım, hata yapıyoruz!

-*-*-

Haaaaa, “Türkiye, ne paranı, ne askerini, haydi sana güle güle” mi demeliyiz?
Kolay mı?
Mümkün mü?
Doğru mu?

-*-*-

Siz bilirsiniz!