Yeni Bakış gazetesinden Eniz Orakcıoğlu'na konuşan; DAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, Genel Seçimler sonrasında UBP’nin oluşturacağı olası hükümetin müzakerelere etkisini değerlendirdi. Sözen, UBP-DP koalisyon hükümetleri döneminde bir takım örnekler yaşandığını anımsatarak, “Kıbrıs uyuşmazlığında toplum liderinin izlediği genel politikalar üzerinde çok büyük etkisi olmaz, ancak hükümetin icraatını gerektiren konularda, Akıncı’nın ‘hayatını zorlaştırabilir’ ve dolayısıyla müzakereleri dolaylı etkileyebilir” şeklinde konuştu.

“Kıbrıs konusunda her partinin etkisi var”

DAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs konusunda, gerek genel seçimlerde aldıkları oy oranında, gerekse iktidar veya muhalefetteki ağırlıkları bakımından her partinin bir etkisinin muhakkak olduğunu belirterek, “Günün sonunda siyasal partiler halkın belli bir kesimini temsil ederler. Ancak, Kıbrıs konusu bağlamında bunlardan bağımsız olarak da göz önünde bulundurmamız gereken bazı önemli olgular da vardır. Örneğin, devlette süreklilik ilkesi ve “Ahde vefa” prensibi - yani devletlerin uluslararası anlaşmalara uyma mecburiyeti gibi. Yani her gelen yeni bir iktidar, kendisinden önce alınan ve hukuki bağlayıcılığı olan kararları göz ardı edemez. Bu bağlamda, 1977 Makarios- Denktaş ve 1979 Denktaş-Kyprianu Doruk Anlaşmalarına göre, en azından kağıt üzerinde, her iki taraf Kıbrıs uyuşmazlığını, anayasal olarak “İki-toplumlu” ve coğrafi olarak “İki-bölgeli” bir Federal Kıbrıs devleti oluşturarak çözeceğini teyit etmiş. 1977 ve 1979 Doruk Anlaşmaları da o günden itibaren Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü ve müzakerelerin temel parametreleri olmuştur. Yani, her iki toplum bu parametrelerle kendini yükümlülük altına sokmuştur. Bu parametrelerden vazgeçmenin yolu var mıdır? Elbette vardır. Örneğin, bir referandum yaparsınız ve çoğunluk bunları onaylamazsa ve yerine koyduğunuz başka parametreleri onaylarsa, siyasetinizi ona göre belirlersiniz. Ve, ancak tabi ki bunun doğuracağı sonuçlara da katlanırsınız” dedi. 

“1977 ve 1979 Doruk Anlaşmaları kolaylıkla rafa kaldırılamaz”

Kıbrıs meselesinin esas yürütücüsünün ve halkın sandıkta bu yetkiyi verdiği kişinin Cumhurbaşkanı olduğunu anımsatan Ahmet Sözen, “Yani müzakerelerin yürütücüsü uluslararası toplum nezdinde toplum lideri olan kişidir. O yüzden de, Kıbrıs uyuşmazlığı ve müzakereler konusunda bir değişikliğe gidilecekse, bunun hazırlığı ve bu sürecin başlatılması konusunda kanımca meşru yetki toplum lideri olan Cumhurbaşkanı’nındır. Biraz önce söylediğimi tekrarlamakta fayda görüyorum. Yerleşik parametreleri çeşitli argümanlarla geçersiz sayabilirsiniz. Ancak bu konuda atacağınız adımların, özellikle de uluslararası toplum nezdinde doğuracağı sonuçları iyi hesaplamanız ve sonucuna katlanmaya razı olmanız gerekir. Ben, 1977 ve 1979 Doruk Anlaşmalarının kolaylıkla rafa kaldırılamayacağını ve bunu denemenin deneyen tarafa çok ciddi negatif zararlar getireceğini düşünüyorum. Buna ek olarak, parametreleri kaldırdığınızı varsaysak, yerine özellikle de Kıbrıs Rum tarafının da kabul edebileceği ne koyacaksınız? Bu yüzdendir ki, ne Kıbrıs Türk tarafında, ne de Kıbrıs Rum tarafında bugüne kadar gelmiş geçmiş hiç bir lider, Rauf Denktaş’tan, Derviş Eroğlu’na, Makariyos’tan Kyprianou’ya, Papadopoulos’a hiç bir lider bunu göze alamadı ve hepsi o müzakere masasına bu yerleşik parametreler bazında bir çözüm bulmak üzere oturmak zorunda kaldı” şeklinde konuştu.

“Garantör ve diğer aktörlerin pozisyonu da önemli”

Sözen, “Bir de tabi ki, Kıbrıs dışında Kıbrıs uyuşmazlığının diğer “ilahları”, örneğin garantör ülkeler ve diğer önemli aktörler bu konuda nasıl bir pozisyon almışlardır; Bunlar da Kıbrıs’taki tarafların bu konuda alacakları pozisyonları çok büyük şekilde etkilemektedir” diyerek, “Bunu da hesaba katmak gerekir. Çok uzağa gitmeyelim, örneğin, 11 Şubat 2014 Ortak Belgesi’nin, dönemin Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun bu konudaki muhalefetine rağmen nasıl hayata geçirildiğine baktığımızda, yukarıda saydığım etmenlerin önemini daha iyi anlamış oluruz” dedi.

“Akıncı’nın hayatını zorlaştırabilir ve müzakereleri dolaylı olarak etkileyebilir”

Sözen, açıklamalarını şöyle sürdürdü; “Kuzey Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı, yani müzakereleri yürüten toplum lideri ile kendisiyle Kıbrıs konusunda zıt görüşteki bir hükümetin olması Kıbrıs müzakerelerini nasıl etkiler? Örneğin, Cumhurbaşkanı Akıncı, Ulusal Birlik Partisi güdümündeki bir hükümet ile Kıbrıs konusunda sıkıntı yaşar mı? Bu soruya sağlıklı cevap vermek için önce yukarda söylediklerimden hareketle şu soruya cevap vermemiz gerekir. Kıbrıs Türk tarafı yerleşik parametreleri rafa kaldırabilir ve müzakerelere katılmayı reddedebilir mi? Bunun teorik olarak mümkün olduğunu, ancak doğuracağı sonuçların göze alınmayacağını düşündüğümden, pratikte mümkün olamayacağını yukarda söyledim ve de tüm Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin bunlardan kaçamadığını ve müzakere masasına oturduğu örneğini de verdim. O zaman, özellikle de Kıbrıs Rum başkanlık seçimleri sonrası, kurulacak bir müzakere masasına tarafların en sonunda gitmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Peki, böyle bir durumda Ulusal Birlik Partisi Akıncı’ya nasıl etki yapabilir? Bunun örneklerini yakın geçmişimizde UBP-DP koalisyon hükümeti döneminde gördük. 

Yani, Kıbrıs uyuşmazlığında toplum liderinin izlediği genel politikalar üzerinde çok büyük etkisi olmaz, ancak hükümetin icraatını gerektiren konularda, Akıncı’nın ‘hayatını zorlaştırabilir’ ve dolayısıyla müzakereleri dolaylı etkileyebilir. Örneğin, toplum lideri müzakerelerde bir sınır kapısı açılmasını onaylar, ancak bu kapının açılması için gereken icraatları (ihale, asfalt, telleme vs) hükümet yavaşlatabilir veya engelleyebilir. Bu konuda örnekler daha da çok artırılabilir. Burada önemli olan, Cumhurbaşkanı ve hükümetin, Kıbrıs meselesi ve müzakereler konusunda yerleşik parametreler ve prensipler üzerinde ve de sağlıklı bir iletişimle, sorumluluklarının bilincinde hareket etmeleridir.”