Dünkü yazıda bir miktar anlatmaya çalıştım…
Türkiye’nin, örneğin İngiltere’ye ihracatının arttığı ve İngiltere’den on binlerce turistin Türkiye’ye götürülmeye başlandığı dönemde; aynı zamanda Türkiye’deki dev baraj inşaatlarını veya helikopter ihalesini eğer İngiltere alıyorsa, elbette bu “duygusal! ilişkiler” iki ülke arasındaki muhabbeti en üst seviyeye çeker.

-*-*-

Sürekli alış veriş yaptığınız mahalle bakkalınız veya müşterisi olduğunuz bir marketin sahibi mi “sizi daha çok sever”; yoksa hayatınızda hiç gitmediğiniz marketin sahibi mi?

-*-*-

Kişiler arasındaki ilişkilerde belki daha farklı seviyededir ama devletlerarası ilişkilerde esas, “çıkar”dır!
Ve sadece “ekonomik” çıkar!
Doğal gaz olabilir, elektrik olabilir, petrol olabilir, hammaddenin her türü olabilir, elektronik eşya olabilir, gıda, tekstil ve tabii ki buzdolabı da olabilir!

-*-*-

Başka ne var?
“Stratejik” çıkar mı?
Burada da “maddi avantaj” mutlaka vardır.
Evet en başta belki prestij veya güvenlik öne çıkmış gibidir ama “temelde”, ekonomidir esas olan!

-*-*-

Peki, tarih, geçmiş, atalarımız, kan?
Hani daha çok bunlar öne konuyor bazı durumlarda!
İnanın, bu tür sloganlara veya siyasete gönülden inananlar mutlaka vardır ama devlet yönetiminde bu gibi konuları öne çıkaranların kesinlikle ya ekonomik bazı hedefleri  söz konusudur ya da “corruption” denen illet hastalığın saklanması güdülmektedir.

-*-*-

Kısacası, mevcut vahşi kapitalist kopmuş ve de kokmuş Dünya düzeninde “para” yoksa, “dostluk” da yoktur. Haliyle “para varsa”, düşmanlık da sıfırlanabilmektedir!

-*-*-

Dünkü örneğe dönelim.
Hani Robin Coook’un henüz dışişleri bakanı olmadan Türkiye’ye bakışından bahsetmiştim ya…
Adam, özellikle Kıbrıslı Rum lobisinin inanılmaz etkisi altındaydı ve bakan olmadan ya da bakan olduktan hemen sonra (1997) öyle konuşmalar yapıyordu ki, sanırdınız Robin Cook değil, Digenis Robin Grivas!

-*-*-

Peki sonra?
Sonra, 2000’lerde Türkiye’nin İngiltere ile ticari ilişkileri çok gelişti ve çok büyüdü.
Mesela, 1990’lı yılların sonlarından itibaren, İngiltere’de dev hazır giyim markaları, Türkiye ile çalışıyordu.
Mesela, Türkiye’nin elektronik beyaz eşyası İngiliz piyasasında çok ciddi Pazar elde ediyordu.
İstanbul’dan İngiltere’ye bir ayda giden kargo gemisi ya da yük gemisi sayısı, tekli rakamlardan, beşli rakamlara çıkmıştı!
İngilizlerin mesela Balfour Beatty gibi dev inşaat şirketleri; Türkiye’de kazanmadık dev ihale bırakmamıştı.
Hatta çok ilginçtir, bu şirket, Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki bir miktar tanıtım çalışmalarının da sponsoruydu. 

-*-*-

Şimdi gelelim günümüz ilişkilerine…
Suriye, Irak hatta Libya ve Lübnan gibi ülkelerde “petrol” yanında, “inşaat” ya da “yıkılanları onarma” gibi çok büyük maddi ölçekli paylaşımlar; kavga sebebidir.
Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin paylaşımı da kavga sebebidir.
Ama düz mantıkla ilerlersek, aynı bölge veya ülkelerdeki “paylaşımda uzlaşı” da barış sebebidir.

-*-*-

İşte diplomatik başarı bence buradadır…
Türkiye için bunu başarabilmek “muhteşem başarı” olarak tarihe geçebilir.
Aksi durum ise “felaket” sebebi olur…
Yani savaş, asla çözüm değildir.

-*-*-

Peki KKTC’nin veya cumhurbaşkanlığı seçimlerimizin bu noktada hiç mi etkisi yoktur?
Bu konuya da bakmak lazım.

-*-*-

KKTC’de veya Kıbrıs Türk toplumu liderliğinde de “uzlaşı” mantığı çok önemlidir.
Nasıl mı?
Bir: Türkiye ile kavga etmeyen ama salya sümük teslim olmayan bir liderlik.
İki: Güney taraf ile kavga etmeyen ama salya sümük teslim olmayan bir liderlik.

-*-*-

Bu nedir?
Bu; “tek başına bir liderle” olabilecek bir şey değildir.
“Sadece seçilmek için oy almak” hiç değildir.
Liderlik edecek olan kişinin, çok güçlü ve çok demokratik bir ortamda karar üretebilen kadrosu olmalıdır (Ki bu, seçilmek için de önemlidir, çünkü sadece bir tarafın oyları seçilmek için yeterli değildir). 
Ve liderlik edecek kişinin arkasında, O’na her zaman büyük destek veren ciddi kitle desteği bulunmalıdır.

-*-*-

Güçlü bir kadro… 
Renkli bir kadro…
Tartışabilen bir kadro…
Herkesi – her görüşü kucaklayabilen; her görüşün tartışılmasından gocunmayan, demokrasiyi sonuna kadar savunabilen geniş bir vizyon…
Önemli bir kitlesel destek…
Tekrar edeyim, en önemlisi; Türkiye ile Güney Kıbrıs’la çok iyi geçinmek ama her iki tarafa salya sümük teslim olmamak…

-*-*-

Ve toplumsal güç… 
En değerlisi budur…
Arkanızda öyle bir toplumsal güç olmalıdır ki; tarım amaçlı üretim aksamamalı; inanarak suyu tasarruflu kullanabilmeli; üniversitelerin ve turizmin değerini anlayıp, turist ve öğrenciye öz evladı, kardeşi, canı gibi davranabilmeli.
Toprağına, “toprağım” diyebilmeli ve canını katmalı.
Elini taşın altına koymalı; uzun bir süre acı çekmeyi ve yoksullaşmayı kabullenebilmeli…

-*-*-

Peki bunlar var mı?
Bunları var edebilecek biri var mı?
Varsa, seçilmelidir.

-*-*-

Anlatmak istediğime bir örnek vereyim:
Düşünün… 
Doğal gaz, Maraş ve Kıbrıs sorununun çözümünü; adil ve mantıklı paylaşım çerçevesinde “pozitif” bir noktaya getirebilmek…
Düşünün…
Doğal gazdan Türkiye de payını almış; Maraş, yasal sahiplerine iade edilmiş - “kim yönetiyor” kavgası aşılmış; inşaat şirketleri - turizm şirketleri; tüm Kıbrıslılar bundan faydalanmış…
Bu mu bir başarıdır yoksa “doğal gazın varlığını bilip sürekli didişmek hatta savaşmak ve Maraş’ı da haritadan tamamen silmek mi?”