Independent Türkçe gazetesinde Hakan Gülseven yazdı…

Ülkemizde de “dev heykel” yapılması tartışması var ya…

“Dev heykel” ile ilgileniyorsanız, Gülseven’in 18 Mayıs 2021 tarihli yazısını mutlaka okumanız gerekiyor…

Gülseven yazısına, Datça Yarımadası'nda bulunan Knidos antik kentinin ilginç bir hikayesi ile başlıyor…

-*-*-

Bir miktar okuyalım:

“… Hikaye, Knidos kenti tarafından satın alınan bir heykelle ilgili…”

“Malum, antik dönem, tanrılar, tanrıçalar ve tapınaklar dönemi... Milattan önce 4'üncü yüzyılın en önemli heykeltıraşlarından olan Atinalı Praksiteles Ege'deki Kos (İstanköy) Adası'ndaki Afrodit Tapınağı'ndan bir Afrodit heykeli siparişi alır.”

“Praksiteles Afrodit'i çıplak halde heykelleştirir. Bir elinde giysisini tutan Afrodit, bir eliyle de cinsel organını kapatmaktadır.”

“Denilen o ki, bu sadece ilk çıplak Afrodit değil, ilk çıplak kadın heykelidir.”

“Kos Adası'nın tutucu din adamları çıplak heykeli tapınağa koymayı uygun bulmaz.”

“Ne var ki, o dönem büyük bir kent sayılabilecek Knidos'un hakimleri heykeli satın alır. Heykel, deniz kıyısından tepeye doğru teraslar biçiminde yükselen kentin yukarılarındaki tapınağa yerleştirilir.”

“Bu esnada "Çıplak Afrodit"in namı öylesine yayılır ki, antik alemin uzak diyarlarından pek çok meraklı Knidos'a seyahat ederek onu görmeye gelir. Hatta rivayete göre, bildiğimiz manada turizm bu şekilde ortaya çıkmıştır.”

-*-*-

Gülseven, “… Sırf bu ‘turistik’ ziyaretler ve gelenlerin günlerce kalması nedeniyle Knidos'un epey zenginleştiği söylenir” diye de ekliyor…

-*-*-

Eşimle birlikte Pandemi öncesiydi, Yunan adalarından Santorini’ye gidecektik…

Larnaka – Atina – Santorini uçuşları öncesinde bu Ada ile ilgili dört ayrı kitap elime geçti…

Evet iki havaalanında, Santorini ile ilgili dört kitap satın aldım…

-*-*-

Hayatımda ilk kez gideceğim bir ada ve o kitaplardan dolayı beklentilerim öylesine yüksek ki; anlatamam…

Ama işin aslı; tam bir fiyasko…

Tam hayal kırıklığı…

Evet insanlar bu işi çok iyi beceriyor, seni götürüyor, gezdiriyor, satın aldırıyor ama kitaplarda anlatılanlar “boş”…

Yani “ürün ısgarta olsa da pazarlama” harika!

Mesela bir tarihi noktayı anlatıyorlar ki; mutlaka gitmeniz gerektiği yargısındasınız ama o tarihi nokta aslında yok!

Evet yok!

Abi, abla yalan demiyorum, yok öyle bir şey!

“Eskiden varmıııış!”.

Ve eskiden orada, oturup birileri korsanların ya da Türklerin saldırılarını görüp, ahaliyi uyarıyormuuuuuş!

-*-*-

Bizde mi?

Bizde ürün şahane ama pazarlamada sınıfta kalıyoruz!

İşin aslı bu!

-*-*-

Geleceğim nokta ne midir?

Girne’ye dev bir heykel yapılıyormuş!

Şu karşıymış, bu değilmiş, o destekliyormuş!

-*-*-

Abi önce doğal olmalı!

Sonra yerel olmalı!

Ve kesinlikle doğayı korumalı!

Ama ne isterse olsun, nasıl isterse olsun, “çok iyi pazarlanmalı”.

İşin özü ve de aslı budur!

İyi pazarlama!

İyi satış!

-*-*-

Mesela şu anda milliyetçilikmiş, pasaportmuş, kimlikmiş; bir yana bırakın; açın kapıları, dileyen Rum gelsin!

En yakınımızda, sıfır masrafla getirebileceğimiz en ucuz turist!

Sadece benzin alsınlar yeter!

Akıl var mantık var yani!

-*-*-

Hamaset kokmamalı yapacağınız iş!

Milliyetçilik dangalaklığı asla içermemeli!

Satmalı, satmalı, satmalı!

Şu anda konsantre olmamız gereken sadece budur.

Rumları getireceksiniz; Türkiyeli turisti taşıyacaksınız ve Londra’daki vatandaşımızı!

İlk plan bu olmalı; yakın program bu üç gruba dayanmalı!

İnşallah pandemi de geçsin; ötekilere de bakarız!

-*-*-

Haaa heykel mi?

Efendim, yukarıda da dedik, heykel doğayı bozmamalı ama öncesinde öyle bir hikayesi olmalı ya da öyle bir hikaye uydurulmalı ki; on binlerce insan gelip görmek istemeli!

Praksiteles’in çıplak Afrodit'i gibi!

-*-*-

Entel dantel saçmalık değil!

Dünya’yı çekebilecek bir popülarite!

Evet “sanatsal” değere elbette saygım sonsuz ama “turistik popülarite” de önemli!

-*-*-

Ve akabinde büyük bir yatırım!

Mesela?

Evet sadece “olası” heykelin değil; tüm ülkenin, her tarihi noktasının popüler hikayelerle pembe yalanlarla pazarlanması!

-*-*-

Her yanı betona gömdük!

Ganimeti öylesine hoyrat, öylesine saçma kullandık ki; çevre – doğa katliamı liginde şampiyonluklar hep bizim!

-*-*-

Bundan sonra koruma!

Ve tanıtma!

-*-*-

Neden mi?

Çünkü “para” kazanacağız!

Her noktanın hikayesi yazılmalı ve bu hikayelerin aktarılması için her yol kullanılmalı!

-*-*-

Bunu Mehmet Ağar’lar, Sedat Peker’ler ve Korkut Eken’lerle yapamayacağımız ve bugüne kadar da yapamadığımız net bir şekilde sanırım artık anlaşılmıştır!

Milli davanız düşmüştür!

Kokmuştur!

Zaten öyleydi de şimdi siz de öğrenmiş bulunmaktasınız!

-*-*-

Dağlara bayraklar asarak turizm olmayacağını; Rumların KKTC’ye gelişlerini engelleyerek meselenin kotarılamayacağını sanırım herkes iyice yırtmıştır!

-*-*-

Casinolarımız, Dünya çapında beş yıldızlı otellerimiz evet avantajımızdır…

Tarihi zenginliğimiz, paha biçilmezdir…

Doğamız, evet tecavüze uğramıştır ama hala hayattadır…

Korona felaketini geçersek; geçer geçmez kurtulmamız gereken tek şey; hamasi beyin çürümüşlüğümüzden başka bir şey değildir!

-*-*-

Bundan böyle milliyetçilik dangalaklığına paydos!

-*-*-

Bundan böyle; yapacağımız her şey, atacağımız her adım, bence sadece para kazanmaya dayanmalıdır!

Bilmem anlatabildim mi?

Yanlış anlamayın sakın; “hamasi milliyetçilikle üç dört hırsıza para kazandırmaktan bahsetmiyorum”…

Hepimiz kazanmalıyız!

Heykelse heykel!

Tarihe saygıysa saygı; korumaysa koruma!

Çevreye bağlıklıksa bağlılık!

Her şey vatan için evet ama eskiden olduğu gibi değil; yeni modeliyle!

Lilli değil milli!