Neden bazı kişiler, bazı kişileri vatan haini ilan eder?

Mesela “egemen eşit iki devletli bir çözüm istemek” tamamdır ama “federal çözüm istemek” vatana ihanet midir!

-*-*-

Yani bu durumda, aklıma geldi de; mesela zamanında Annan Planı’na evet demek, ki federal çözüm içermekteydi, vatana ihanetti ama şimdi “egemen eşit devlet istemek” bir çeşit kahraman olmak mıdır?

O zaman, yani haddimiz değil ama “Recep Tayyip Erdoğan” o zaman “haindi”, şimdi “şahin” midir?

-*-*-

Kıbrıs’ta federal çözüm isteyenler “Rumcu” ya da “Rum sevici”yse mesela diyorum, Dr. Derviş Eroğlu ki 11 Şubat 2014 belgesine imza atan kişidir; “Rumcu” ya da “Rum sevici “midir?

-*-*-

Kıbrıs’ta federal çözüm istemek, “Türkiye düşmanı” mı olmaktır?

-*-*-

Kardeşim, bazı şartlar değişmiş olabilir…

Bu şartlara bağlı olarak bazı fikirler ve gayet doğaldır “çıkarlar” da değişmiş olabilir!

Ama kimse, çözümün şekli ile ilgili olarak illa ki hain ya da ne bileyim şucu – bucu olmamalıdır!

-*-*-

Peki, kimlerdir bunu yapanlar?

Aslında bunu yapanlar “kimse” olamamışlardır!

Nasıl mı?

-*-*-

Bir kişi, kendisinden farklı düşünen başka bir kişiyi, düşüncesinden dolayı “düşman”, “hain”, “şucu”, “bucu” diye suçlarsa; aslında bu davranışın altında yatan gerçekler apaçıktır!

Bir kere, suçladığı görüş kesinlikle, korkulacak seviyede “doğru bir görüş”tür!

-*-*-

Örnekle açıklayayım:

“Kıbrıs’ta en ideal çözüm, tüm Dünya tarafından da kabul gören, alt yapısı hazır, son rötuşları kalmış, iki bölgeli, iki toplumlu, iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı; dışa karşı tek kimlik ve tek devleti içeren federal çözümdür” dersiniz!

Eğer karşıdaki kişi; yani sizden farklı düşündüğünü iddia eden adam veya kadın size “sen hainsin, Rumcusun, AKEL’cisin, DİSİ’cisin” demeye başlarsa; sınav tamamlanmış demektir!

-*-*-

Oysa mesele gayet basittir!

Nasıl mı?

Bunu da örnekle açıklayalım!

Meyhanedeyiz!

Pardon, olmadı, Ramazan ayında sizi günaha teşvik etmiş olmayalım!

Buna da gerek yok ama saygıdan!

Neyse, bir cafede oturuyoruz. İftardan sonra… Aman sokağa çıkma yasağına da iki buçuk saat falan kalmış… (Şimdilik!)

-*-*-

Üç kişiyiz!

Aramızda mesafe kuraları çalışıyor, yan masa da bayağı uzak falan…

Maske – mesafe – hijyen de tamam!

Evet, üç kişiden biri der ki, “… En iyi çözüm federal çözümdür”…

Öteki der ki, (Mesela ben) “Abi hayır, bana göre en iyisi 1960’a dönüştür”…

Ve üçüncü kişi atılır, “… Kardeşim, vazgeçin Allah aşkına, artık bizim de egemen eşit bir devletimiz olmalı”…

Bu esnada kahveler gelir veya içimizden biri gidip kahveleri alır, getirir, üüüşşşüüüüüp yudumlar alınır, dudak ve dil azıcık yanar, sohbete devam edilir!

Burada bir sorun yoktur!

-*-*-

Ama, yan masadan bir kişi, konuştuklarımızı duyar ve “bunların ikisi hain, biri gerçek Türk çocuğu” diye olaya dalarsa, işte o zaman sorun var demektir!

Bilmem anlatabildim mi?

-*-*-

Evet, Ersin Tatar’ın dediği gibi, Doğu Akdeniz’de bazı şeyler, mesela dengeler geçmişe göre farklı olabilir…

Kıbrıs’ta da geçmişe göre bazı dengeler değişmiştir belki de…

Ve Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ya da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “artık ideal olan egemen eşit iki devlete dayalı çözümdür” görüşünü gönülden savunuyor da olabilir!

Bütün bunlar, farklı şey savunanları ne hain yapar, ne Rumcu, ne şucu, ne de bucu!

-*-*-

Bir ülkede, dileyen herkes, dilediğini düşünebilmelidir.

Fikir özgürlüğü…

Dilediğine inanabilmelidir…

İnanç ve ibadet özgürlüğü…

Ve dilediğini de söyleyebilmelidir…

İfade özgürlüğü…

-*-*-

Peki nereye kadardır bu özgürlükler?

Bir sınırı var mıdır?

Evet vardır!

Neresidir o sınır?

Başkasının özgürlüğünü kısıtlamayacağınız noktadır!

-*-*-

Özellikle Facebook üzerinden başlatılan “Profil fotoğrafı” kampanyasına saygım sonsuz…

Dün, profilini değişen bir arkadaş şakayla karışık “gardaş annen bile değişti, sen değişmedin, yoksa artık hepten Tatar’cı mısın?” dedi…

Bu da yanlış!

Evet bir şaka olabilir ama yanlış!

Tatar’ı destekleyebilirim; Tatar da “egemen eşit iki devlet siyasetini Cenevre’de savunabilir”…

Ama bu, gerek Kıbrıs Türk tarafının, gerekse Türkiye ile birlikte “oluşturduğumuz” ve müzakere tarihi boyunca da hep var olan “Türk tarafının” bir taktiği de olamaz mı?

-*-*-

Hayatım boyunca hep “Federal çözümü” destekledim ama yine hayatım boyunca, gönlümdeki çözüm modelinin “Üniter devlet” olduğunu da söyledim! (Tıpkı Türkiye’deki gibi…Ülkemin bölünmesini istemiyorum canlarım benim… Ayrıca, emsal açısından Türkiye adına da en ideal olanın üniter devlet modeli olduğunu savunmaktayım, ayıptır söylemesi!)

-*-*-

Bunu Türkiye’deki arkadaşlarıma da dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım, Kıbrıs’takilere de, hatta övünmek gibi olacak ama bu konuda çok sayıda “uluslararası” sayılacak toplantıda da görüş belirttim.

Ama benim bütün bu inançlarım, inancım, iddiam, başkalarının daha farklı düşünmesine veya başka tür çözüm istemesine engel değil ki!

-*-*-

Bağımsız KKTC’yi istemek de suç değildir!

İhanet değildir!

Ahlaksızlık değildir!

Sadece farklı bir siyasettir!

Tıpkı, “üniter devletli çözüm” istemek gibi veya tıpkı, “united federal solution” demek gibi…

Bakın Mehmet Birinci abim ne diyor, “Yaşasın united socialist Cyprus”!

“Why not?” der İngiliz!

-*-*-

Haaaa, bu arada belirtmekte fayda var; artık bu “hain ilan ediciler” sadece iki kişi kaldı!

Bunu da söylemek lazım!

Sadece iki kişi!

Üç kişiydiler ama içlerinden biri galiba geçenlerde Türkiye’de yayınlanan bir emekli asker bildirisinde imzacılar arasındaydı, o artık herhalde karışmaz…

Kalan iki kişinin de başka bir şeyleri, kimseleri, tek bir sevenleri yok!

Napsınnnlarrr!

Bir çeşit “psikiyatrik bozukluk” onlarınki!

Yani Netflix yönetmenleri adamları tanısa, kesin onlarca ödül kazanan bir film yapacak. Mesela bu iki kişiden biri “Türk Bayrağı yakarak” başladığı yolculuğunda, şu anda “Federal çözüm istiyorum” hatta sadece “çözüm istiyorum” diyenleri toptan “hain ilan etmekle uğraşıyor!”…

Takmış peşine de kendisi gibi beş on Türkiyeli gariban; onlara yazıyor, onlardan övgüler alıyor!

Digomo ovasına kadar da yolları var kardeşim; biz, bize yakışanı yapalım…

En demokratik ve en insancıl şekliyle, en derin hoşgörüyle tartışmaya bakalım.

-*-*-

Sayın Cumhurbaşkanı ve ekibine güveniyor muyum?

Elbette güveniyorum!

Hayırlısıyla Cenevre’ye gitsinler, göreceğiz!

Bu arada Cenevre’ye gidecek olan Rum ekip aşılanmış; artık bizimkiler de aşı olur herhalde ama aşı varsa!

Ya yoksa?

Rum tarafından aşı istemezsiniz herhalde!!!

Şaka şaka!

Dışişleri Bakanı duymasın, gizlice getirtsinler size!

-*-*-

Neyse, şaka ve aşısızlık bir yana; elbette bölgede önemli gelişmeler söz konusudur ama tüm Dünya’dan izole edilme oranını yükseltecek son derece “şahin”, son derece “katı” bir Cenevre gidişi olacağını düşünmek bile istemiyorum…

Çünkü, genel anlam ve bakış ile Türk dış siyasetinin son birkaç haftadaki seyri, bu yönde değildir.

-*-*-

Ama baktık ki Cenevre’den sonra yandı gülüm keten helva; tüm dünya bizi olduğundan daha fazla izole edecek; bunu da avantaja çevirebiliriz: “Vaka sayısı arttı, tüm kapıları Dünya’ya kapatıyoruz” der, devam ederiz…

Değil mi?