Sosyal Riskleri Önleme Vakfı (SORÖV), Lefkoşa’da faaliyet gösteren “Kadın Sığınma Evi”nin faaliyetlerini sonlandırdı.

Vakıf, “Kadın Sığınma Evleri devlet tarafından açılmalı, sivil toplum tarafından desteklenmeli” dedi.

Vakıf Mütevelli Heyeti, 8 yıldır toplumda “şiddet, ekonomik zorluklar, psikolojik durumlar, madde bağımlılığı ve eğitimde eşitsizlik” gibi direkt kadını ve çocukları ilgilendiren konularda projeler üretip hizmetler veren Kadın Sığınma Evi’nin kapatılmasını; “Artık KKTC’de kadınların sığınabileceği bir yer olmadığını tüm yurttaşlara üzülerek bildiririz” ifadesiyle duyurdu.

Vakıf, Kadın Sığınma Evi’nde taleplerinin; “devletin sığınma evini çalıştırması değil, sorunlu ve işbirliği gerektiren alanlarda destek olması” olduğunu işaret ederek, sosyal devlet anlayışının geliştirilmesinin önemine vurgu yaptı ve devlet ile her türlü istişare ve yardıma açık olduğunu bildirdi.

Sosyal Riskleri Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti, Kadın Sığınma Evini kapatma kararı almasının ardından bugün basın toplantısı düzenledi ve kapatma kararını kamuoyu ile paylaştı.

Kadın Sığınma Evi’nde yer alan basın toplantısına Vakıf Mütevelli Heyeti Başkanı Hatice Düzgün ile diğer üyeler yanında CTP Lefkoşa Milletvekili Doğuş Derya da katıldı.

DÜZGÜN: “VAKIF TOPLUMUN ÖNÜNÜ AÇACAK PROJELERİNE DEVAM EDİYOR”

Hatice Düzgün burada yaptığı basın açıklamasında, ilk olarak vakıf hakkında bilgi verdi.

SORÖV’nin 2008 yılında kurulduğunu ve amacının; toplumda risk oluşturan faktörler için önleyici çalışma yapmak ve eğer risk oluşmuşsa en az zararla kişiyi bu riskten kurtaracak çözümler bulmak” olduğunu anımsatan Düzgün, şöyle devam etti:

“SRÖV 8 yıldır toplumda risk unsurlarından şiddet, ekonomik zorluklar, psikolojik durumlar, madde bağımlılığı, eğitimde eşitsizlik gibi direk kadını ve çocukları ilgilendiren konularda projeler üretiyor hizmetler veriyor.

Vakfımızda gönüllü psikologlar ile psikolojik destek, aileyi güçlendirmek için giysi, yiyecek, sağlık için küçük ekonomik yardımlar, çocuklar için etüt uygulamaları vakfımızın iki büyük projesi oldu.

2011 yılında Kadın Sığınma Evini, 10 Aralık 2015’te de kreş açtık. Kadın Sığınma Evi, KKTC’nin tek sığınma evidir.

2011’den bugüne kadar yaklaşık 5 yılda 227 kadına ve beraberlerinde getirdikleri 114 çocuğa barınma yeri olmuştur. Aile içi şiddete maruz kalan bu kadın ve çocukları çok zor şartlarda çeşitli zaman dilimlerinde barındırıyor, onların istemlerini de göz önünde bulundurarak psikolojik, hukuksal, iş ve ev bulmada destek olmaya çalışıyoruz.”

Düzgün, “Elele” isimli kreşte ise ekonomik güçlük yaşayan kadınların iş bulup çalışabilmesi için çocuklarını güvenle bırakacağı bir merkez olduğunu ve şu an 12 öğrencisi bulunduğunu ifade ederek, Vakfın toplumun önünü açacak projelerine devam ettiğini belirtti.

Bu projelerin hayat bulması ve en önemlisi yaşayabilmesi için devlet desteğine ihtiyaç olduğuna vurgu yapan Düzgün, “Kadın sığınma evleri devlet tarafından açılmalı, sivil toplum tarafından desteklenmeli diyoruz” dedi.

Düzgün, ancak diğer risk teşkil eden konulara da işaret ederek, şunları söyledi:

“Hâlâ bu ülkede çocuk suçluların ceza evinden çıktıktan sonra onların hayatlarını düzenleyecek kurumlar yok. Bu çocuklar eğitim hayatları bitiyor, iş bulamıyor, bet ofislerinde yatıyorlar. Tekrar suça yöneliyorlar. Çocuk ihmal ve istismarını önleyici çalışmalar yapmalı tüm sivil toplum ve devlet işbirliği halinde çalışmalıyız.”

Hatice Düzgün, devlette yapılan güzel işlerin kalıcılığı için de takibin şart olduğunu ve bu gibi güzel işlerin bozulması durumunda ses çıkarmaları gerektiğini belirterek, “Örneğin 6-7 ay önce Gençlik Dairesi’nin açtığı ve 250 gence öğleden sonraları aktivite yapma imkanı veren Surlariçi Gençlik Merkezi sesiz sedasız kapatılmıştır. Bunun hesabını soran hiç kimse de olmamıştır” dedi.

Basın açıklamasını ise mütevelli heyetinden İlknur Türker okudu.

“DEVLET DESTEK OLMALI”

Türker, vakıf mütevelli heyetinin aldığı “Kadın Sığınma Evini kapatma kararını” bugün kamuoyuna üzülerek duyurduklarını ifade ederek, bu kararın kolay bir şekilde alınmadığını vurguladı.

Türker, Sığınma Evinin kapatılması neticesinde ortaya çıkacak durum ve gelecek eleştirilere yönelik şunları söyledi:

“Öncelikle tarafımıza yöneltilen en kayda değer eleştiri olan; ‘Kadın Sığınma Evinin devlet eliyle yönetilmesi/işletilmesi’ zaruretinin yanlış olduğunu bugün de savunuyoruz. Bu uzun ve çetrefilli süreçte şunu öğrendik ki; devlet desteği ve sivil toplum örgütleri eliyle yürütülen projeler, salt devlet eliyle yürütülen projelere kıyasla daha başarılı ve daha güvenilir olmaktadır.

Kadınların devlete ve başka hiçbir yere bağlı kalmadan özgür biçimde yaşamlarını idame ettirme haklarının olduğunu savunuyoruz. Devlet aygıtını düşündüğümüz çizgide, devletin asgari sorumluluğunun kendi sınırları içerisinde yaşayan bireylerin güvenliğini sağlamak olduğuna inanıyoruz.

Güvenlik sorunu vakıf olarak özellikle mesai saatleri dışında karşılaştığımız güçlüklerin ve alınan bu kararın arkasındaki nedenlerin başında yer almaktadır. Polis desteğini her zaman talep ettik bugün de önemini yineliyoruz.” 
 
Türker, sığınma evi sürecinde gerek KKTC, gerek Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, gerekse yurtdışından pek çok örgüt ve dernekle dayanışma içerisinde olduklarını ifade ederek, başta FEMA olmak üzere CTP Kadın Kolları, Lions Kadın Örgütleri, TDP, KAYAD, Baraka gibi sayısız örgüte teşekkür etti.

Bu süreçte ilgili devlet kurumlarına ısrarla önerdikleri; “polis- muhaceret-sosyal hizmetler-hastane-sığınma evi ayaklarından oluşan bütünleşik bir mekanizmanın oluşturulması” fikrinin benimsenmediğini ifade eden Türker, şöyle devam etti:

“Devlet tüm bu zamanda bütün külfeti tek başımıza bizim üzerimize yıkmanın dışında bizi eşit bir muhatap olarak hiçbir zaman görmemiştir. Oysa bizim talebimiz; devletin sığınma evini çalıştırması değil, sorunlu ve işbirliği gerektiren alanlarda destek olmasıydı.

Ne yazık ki toplumumuzda böyle bir oluşumun en azından şimdilik pek de mümkün olmadığını, farklı bir ‘sosyal devlet’ anlayışı geliştirilmedikçe de asla mümkün olmayacağını yaşayarak öğrenmiş bulunmaktayız.

Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda başta vizyon sahibi bireylerin yüreklerini ortaya koyarak toplumsal değişimi nasıl tetikleyebileceğini öğretmiş bulunmaktayız.”

“SALDIRI VE TEHDİTLER DE YAPILDI”

Türker, Kadın Sığınma Evi sürecinde başkan, başkan yardımcısı ve mütevelli heyeti üyelerine karşı saldırı ve tehditler de yapıldığını işaret ederek, bu durumun “zaten yasal sığınma süreleri çoktan aşılan ve avukatları tarafından verilen dilekçeyle de uzatılan süreleri dolan kadınların tahliyesiyle son bulduğunu” kaydetti.

Ülkedeki “otorite” veya “erkini” ispat etme gayesinin, sığınma evi içerisinde de en çok 3. dünya ülkesi vatandaşlarını etkilediğini ifade eden Türker, şöyle devam etti:

“Bu bağlamda gece kulüpleri ve/veya insan ticaretinden kurtulan kadınlar için de sunduğumuz çözüm önerileri ve talepleri ne yazık ki kulak ardı edilmiştir. Bu noktada sorgulanması ve yapılması gereken sivil toplum örgütü kavramının yeniden tanımlanmasıdır.

Devlet, uzunca bir süredir kadın sığınma evi açılacağı doğrultusunda açıklama yapmaktayken, en azından bizim tecrübelerimiz bunu layığıyla gerçekleştirecek personele veya teknik bilgiye sahip olmadığına işaret etmektedir.

Bizler ve gönüllü çalışan arkadaşlar hiçbir zaman mesai mevhumu olmadan hareket ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Buradan hareketle sivil toplum-devlet işbirliği her zaman kaçınılmaz olacaktır. Ancak özellikle kadın örgütleri arasındaki dayanışmanın bu hususta devlet katkılarından daha anlamlı olduğu kanaatinde olduğumuzu bir kez daha yineleriz.

Aldığımız bu kararla ilgili olarak polisiyle, hastanesiyle, Sosyal Hizmetler Dairesi ve ilgili tüm kurumlarıyla bir bütün olarak devletle her türlü istişare ve yardıma açık olduğumuzu belirtir artık KKTC’de kadınların sığınabileceği bir yer olmadığını tüm yurttaşlara üzülerek bildiririz.”