Baraka Kültür Merkezi’nin düzenlediği “Su Hakkı” temalı mini film festivali,“Akıntıya Karşı” belgeseliyle kapanıyor. Film öncesinde “Karadeniz’deki HES direnişleri Akdeniz’e ne ifade etmeli” konulu bir sunum gerçekleştirilecek ve belgeselin izlenmesinin ardından da katılımcılarla birlikte bir söyleşi yapılacak. 27 Haziran Cumartesi akşamı saat 20.00’de, derneğin Kızılbaş’taki lokalinde yer alacak olan etkinlik ücretsiz olup su hakkını savunan tüm halkımız davetlidir.

Karadeniz’in eşsiz doğal güzelliklerinin beyaz perdeye yansıdığı belgeselde, HES projelerinin asıl nedenleri ve bu projelere karşı gelişen farklı mücadeleler anlatılıyor. Tayip Erdoğan’ın Hopa’yı ziyareti esnasında polisin biber gazı sıkması sonucu hayatını kaybeden Metin Lokumcu’ya adanan “Akıntıya Karşı”, HES projelerinin şantiye alanına çevirdiği Karadeniz bölgesinde halkın ne düşündüğüne odaklanıyor ve devlet ve sermaye tarafından baskı ve şiddetle susturulmaya çalışanların sesi oluyor.
 
“Bir yol hikâyesi olduğu kadar bir yaşam ve doğa belgeseli ‘Akıntıya Karşı’. Dağlık yerleşimin şartlarında iptidai bir teleferik sistemiyle yük taşıyan, çay toplayan köylülere ve onların günlük hayat pratiklerine tanık oluyoruz film boyunca. Görüyoruz ki, dereler onların hayat pınarı. Sadece içme suyu ya da yüzme havuzu demek değil dereler, bölgenin ekosisteminin olmazsa olmazı. Dere yoksa alabalık da yok, fındık da yok, arı da yok, ayı da yok. Dere yoksa düzenli iklim de yok, insan da yok. Bölge insanı doğayla mücadele halinde belki ama aynı zamanda doğanın koynunda yaşıyor. Bu yüzden de birçok şeyden fedakârlık ederler belki ama kuş seslerinden ve böğürtlenlerden fedakârlık etmezler. Aralarında yazısız bir mutabakat ve genlerine işlemiş bir ormanı kullanma kültürü var. Bekçilik eden kimse olmadığı halde rant için ağaçları kesen kimse yok, zira herkes kendi var oluşunun bekçisi orada. Dışarıdan bakınca anlaşılması zor bir gerçek şu ki, o dereler sadece bölge halkı için değil, göç edip şehirlere sıkışan yöre insanları için de yaşam kaynağı. Suları zapt etmek sadece dereleri yok etmek manasına gelmeyecek, tahribatı çok daha derinden hissedilecek. Sadece ekolojik değil, aynı zamanda kültürel ve tarihsel bir katliam bu. Sadece yeşilin ve mavinin tonlarına değil, geleneklere ve dillere yönelik bir katliam. Film ekibi, zorla kamulaştırılan ormanların kalbine hançer gibi saplanan şantiyelere, gri binalara, derelere hafriyat döken iş makinelerine ve suya gardiyanlık yapan borulara çeviriyor kameralarını sık sık ve sürmekte olan talanın yıkıcı etkileriyle bizleri yüz yüze getiriyor.”