Beşparmak Düşünce Grubu, mülkiyet konusunda atılabilecek herhangi bir yanlış adımın, konunun salt bireysel bir hakkın tanınmasının çok ötesinde, iki taraf arasında kalıcı, sürdürülebilir bir uzlaşıyı menfi yönde etkileyebilecek yansımaları olacağı öngörüsünde bulundu.

Beşparmak Düşünce Grubu, özellikle Kuzey'de on yıllar içerisinde oluşan sosyo-ekonomik dokuyu zedeleyip halkı yeni travmalara tabi tutacak bir mülkiyet sisteminin iki kesimlilik yanında Kıbrıs Türkü’nün ekonomisine de ciddi darbe vuracağını, bazı sektörlerin çökeceğini ileri sürdü.

Beşparmak Düşünce Grubu, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide'nin “anahtar konu” olarak tanımladığını kaydettiği mülkiyet konusunda, halkın belli bir kesiminde Kıbrıs Türk tarafının uluslararası hukukun dışında olduğu şeklinde yanlış bir algı bulunduğunu kaydederek, Kıbrıs Türk tarafının bu konudaki tutum ve uygulamalarının özelde Avrupa hukuku, genelde ise uluslararası hukukla uyum içinde olduğunu belirtti.

Beşparmak Düşünce Grubu’nun, müzakerelerde ele alınmakta olan konularla ilgili basında çıkan son haberler ve bu konuda Rum tarafınca kamuoyuna sızdırılan bilgiler konusundaki yazılı olarak açıkladığı gözlem ve düşünceleri şöyle:

1. Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı'nın Kıbrıslı Türklerin kendi güvenliklerini Türkiye'nin garantisinde gördüklerine vurgu yapması; "Kıbrıslı Türklerin kendi bölgelerinde Kurucu Devletlerini kendi iradeleri ile yönetmelerinin yanı sıra nüfus ve mülkiyet sahipliği açısından da sarih çoğunluk sahibi olmalarının Kıbrıs Türkleri açısından vazgeçilmez temel prensiplerinden olduğunu" ifadeyle bunun iki kesimliliği tanımlayan bir BM parametresi olduğunun altını çizmesi; mülkiyet konusunda ilk söz hakkının eski mal sahibinde olması şeklindeki iddianın kesinlikle söz konusu olmadığını ifade etmesi; nüfus konusunda "tüm KKTC yurttaşlarının Birleşik Federal Kıbrıs vatandaşı ve AB vatandaşı olacaklarını... Kıbrıslı Türkler ve Rumların vatandaşlık sayısının dondurulamayacağını... nüfusun doğal akış içinde gelişeceğini" ve "bu konunun herhangi bir şekilde oranla sınırlandırılmayacağını" söylemesini isabetli buluyor, müzakere masasında bu ve benzeri temel konuların özde ve detayda da kararlılıkla savunulmasını bekliyoruz.

2. Bu arada, Rum Lider Sayın Anastasiadis'in "tavizler olursa çözüm yarın bile olabilir" diyerek bunu "karşı taraf mantıklı olursa ..." gibi son derece talihsiz bir söylemle koşula bağlamasını, görüşmeler sürecinin amaç ve ruhuna aykırı görüyor ve yadırgıyoruz. Kıbrıs'ta olası bir uzlaşının karşılıklı ve dengeli tavizler, tarafların birbirlerinin haklı tutum ve hassasiyetlerine saygı göstermesi ve iki kesimlilik ile eşitliğe dayalı yeni bir ortaklık hedefinden sapılmaması sonucu elde edilebileceği açıktır. Bu hedefe ters düşen tek yanlı söylem ve eylemler süreci zedeler, hatta anlamsızlaştırır. Kaldı ki, bu konuda eskiden beri üstüne düşeni fazlasıyla yapmış bulunan tarafın Kıbrıs Türk tarafı olduğu herkesçe bilinmektedir.

3. Rum basınında çıkan ve yine Sn. Anastasiadis'e atfedilen haberlerde, en karmaşık konuların başında gelen mülkiyet konusunda 22-23 kategori belirlendiği, sorunun çözümüyle ilgili olarak ise 5 çarenin üretildiği belirtilmektedir. Üretildiği söylenen bu çarelerin ise ağırlıklı olarak mülkün iadesini öngördüğü, en azından buna kapıyı açtığı görülmektedir. Halbuki Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı, Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim, bugüne kadar olduğu gibi, gerekli olan iki kesimliliği gerçekleştirebilmek için ağırlıklı olarak tazminatı öngördüğümüzü mükerrer açıklamalarla ortaya koymuştur. Bu çelişen iki duruş karşısında halkımızın, diğer tüm konularda olduğu gibi, bu son derece hassas konuda doyurucu olarak acilen aydınlatılması gerekmektedir. "Her şey kabul edilmeden hiçbir şey kabul edilmiş sayılmayacaktır" söylemi, halkın bu konudaki endişelerini gidermekte yeterli değildir, çünkü bu hassas süreçte atılan her adım, söylenen her söz, noktasına virgülüne kadar bağlayıcı addedilmekte, bunlardan geri adım atılması pratikte mümkün olmamaktadır.

4. Mülkiyet konusunda atılabilecek herhangi bir yanlış adımın, konunun salt bireysel bir hakkın tanınmasının çok ötesinde, iki taraf arasında kalıcı, sürdürülebilir bir uzlaşıyı menfi yönde etkileyebilecek yansımaları olacaktır. Özellikle Kuzey'de on yıllar içerisinde oluşmuş bulunan sosyo-ekonomik dokuyu zedeleyip halkımızı yeni travmalara tabi tutacak bir mülkiyet sisteminin iki kesimlilik yanında ekonomimize de ciddi darbe vuracağı, diğer sektörler yanında bankacılık, turizm, tarım/hayvancılık, ticaret ve sanayi sektörlerimizin çökmesine neden olabileceği değerlendirilmektedir. Belirsizliğe dayalı, zaman itibarıyla herhangi bir hukuki kesinlik taşımayan, finansmanının ise nereden geleceği bilinmeyen bir mülkiyet rejiminin kişileri karşı karşıya getirerek sorunun toplumsal bazda ve etkin bir şekilde çözümlenmesini engellemesi kaçınılmaz olacaktır. Ortaya konan tablonun 2004'te ayrı ayrı ve eş zamanlı referandumlara sunulan Annan Planı'ndaki mülkiyet rejiminin de gerisinde olabileceğini bu noktada belirtmek isteriz.

5. BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Eide'nin "anahtar konu" olarak tanımladığı yine mülkiyet konusunda, halkımızın belli bir kesiminde Kıbrıs Türk tarafının "uluslararası hukukun dışında olduğu" şeklinde yanlış bir algı bulunmaktadır. Halbuki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) tavsiyesi/önerisi üzerine KKTC'de kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) ve AİHM'nin 2010 yılında aldığı "Dimopoulos v. Turkey" kararından da görüleceği üzere, Kıbrıs Türk tarafının bu konudaki tutum ve uygulamaları özelde Avrupa hukuku, genelde ise uluslararası hukukla uyum içindedir. Bu bakımdan TMK’nın çalışmalarını kolaylaştırıp ivme kazandıracak finansal ve yönetsel alt yapının süratle güçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Esasta salt hukuki bir konu olmayıp, tarihi gelişimi ve büyüklüğü/hacmi itibarıyla zaruret sonucu siyasi bir konuya dönüşen mülkiyet konusunda, tanınsın veya tanınmasın, Devletimiz tarafından verilmiş olan belge ve tapuların mülkiyet konusunda kararlaştırılacak düzenlemelerde geçerliliğini tartıştıracak, tehlikeye atacak ve yeni belirsizlik ve mağduriyetlere uğratacak formül ve yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Nitekim 2004 BM Kapsamlı Çözüm Planında KKTC tarafından verilen tapular göz ardı edilmemiş, “mevcut kullanıcıların” hakları bunlara dayandırılmıştır. Diğer yandan, Kıbrıs Rum tarafının, Devletimiz tarafından kendilerine hak ve belge/tapu verilmiş insanlara ayrımcılık yaparak onları Kıbrıslı/Türkiyeli/yabancı gibi kategorilere ayırmaya yönelik girişimlerinin de kararlılıkla karşısında durulmalıdır.

6. Geçmiş değerlendirmelerimizde de ifade ettiğimiz gibi, temel bir konu olan iki kesimliliğin, Karpaz ve diğer yerlerde "özel statü bölgeleri" ihdas emek suretiyle tahrip edilmesi ve yerine "kantonal sistemin" getirilmesi, Kıbrıs adasında kalıcı ve sürdürülebilir bir uzlaşının temellerine dinamit koymak anlamına gelecektir. Bundan özenle kaçınılması gerekirken, Kıbrıs Türk tarafının masada buna kapıyı açan bir tutum içine girdiği şeklindeki duyumlar gerçekten kaygı vericidir. İki kesimlilik ve iki toplumluluk ilkelerinin, Türkiye'nin etkin ve fiili garantisiyle birlikte, gelecekte halkımızın can ve mal güvenliği ile Ada'daki Kıbrıs Türk varlığının temel taşlarını oluşturduğu unutulmamalıdır. Olası bir çözümde Kıbrıs Türk Kurucu Devleti'ne yerleşecek/burada yaşayacak Rum nüfusun Rum tarafının ısrarla savunduğu "4 özgürlük" adı altında talep ettiği haklar, zaman içinde Kıbrıslı Türkleri kendi bölgelerinde azınlık durumuna düşürebilecektir. Bu da BM tarafından "sarih nüfus ve mülkiyet çoğunluğu Kuzey'de Kıbrıslı Türklerde, Güney'de ise Kıbrıslı Rumlarda olacaktır" şeklinde belirlenmiş olan ve iki kesimliliğin esasını teşkil eden tanımlamaya ters düşmektedir.

7. İki halkın nüfus oranları konusunda Sayın Akıncı'nın mevcut 4'e 1 oranının geleceğe yönelik olmayıp bunun "sadece bir çözüm sonrası Türkiye ve Yunanistan'dan geleceklerle ilgili olacağını" söylemesini de yadırgıyor, yanlış veya doğru herhangi bir oranın ifade edilmesini Kıbrıs Rum tarafı açısından ırkçı ve hegemonyacı tutumlarının bir tezahürü olarak görüyoruz. Vatandaşlık konusu federal bir yetki olacağına ve çalışma/ikamet izinleri ihtiyaca göre yasalarla düzenleneceğine göre Türk vatandaşlarını 4’te 1 oranına sınırlamanın ayrımcılık olduğunu düşünüyoruz. Türkiye ve Yunanistan, AB üyesi olup olmadıklarına bakılmaksızın, iki Anavatan ve Garantör olarak Kıbrıs açısından eşit haklara sahip olmalıdır. Konuya rakamsal/oransal bir çerçevede bakmak, Ada içinde ve Doğu Akdeniz'deki dengeler açısından taşıyacağı sakıncalara ilaveten, karşı tarafın ileride istismarına da açıktır.

8. Can ve mal güvenliğimizin temelini teşkil eden ve yaşamsal bir konu olan Garantilerle ilgili olarak basında çıkan haberler özellikle kaygı verici olup bunların doğru olmadığını ümit etmek isteriz. Türkiye'nin etkin ve fiili garantisini sulandıracak, etkisizleştirecek ve bir bütün olarak varlığı devam etmesi gereken Garanti ve İttifak Antlaşmalarını birbirinden kopararak mevcut sistemi "tek ayakla" yürümeye mahkum edecek bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Garantörlerin Ada'da asker konuşlandırmasına cevaz veren İttifak Antlaşması ile gerekli durumlarda Garantörlere müdahale hakkı tanıyan Garanti Antlaşması birbirini tamamlayıcı iki Antlaşma olarak mevcut güvenlik sisteminin iki ayağını oluşturmaktadır. Bu sistem geçmişte etkinliğini kanıtladığı gibi, gelecekte de kurulacak yeni durum ve koşulların (state of affairs) yaşayabilirliğinin teminatı olacaktır. Rum tarafı bu konuda kötü bir niyet taşımıyorsa, buna karşı çıkmasının haklı bir gerekçesi bulunmamaktadır.

Bu bağlamda, görüşmelerin içinde bulunduğu süreç içerisinde GKRY ile Garantör ülkelerin,1960 Antlaşmaları çerçevesinde Doğu Akdeniz'de tesis edilen Türk- Yunan dengesine özen göstermeleri gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz. GKRY’nin son zamanlarda tüm Kıbrıs adına savunma alanında stratejik adımlar atmaya yönelmesi, Kıbrıs’a ilişkin temel BM ilkelerine olduğu kadar, görüşmelerin özüne ve ruhuna aykırıdır. İngiltere’nin yapılan son anlaşmalar hakkında "Güney Kıbrıs ikili antlaşmalara girme yetkisine haizdir" mealinde açıklamalar yapması bu hukuksuz ve tek taraflı davranışlara meşruiyet kazandıramaz. Söz konusu anlaşmaların bazılarına taraf olan Yunanistan’dan kaynaklanan AB – NATO – BM Güvenlik Konseyi gibi yeni garantör arayışlarına veya Kıbrıs üzerinde yeni bir güvenlik sistemi önerileri kabul edilemez. Garantör Devletlerin bu tür adım ve girişimlere destek anlamına gelecek beyan ve davranışlarda bulunmalarının Garanti ve İttifak Antlaşmaları çerçevesindeki vecibeleri ile de bağdaşmadığını unutmamaları gerekir. Soruna çözüm bulunmasına katkı koymak isteyen tüm uluslararası çevrelerden ve tüm ilgili taraflardan, stratejik güvenliğimizi derinden etkileyen hususlara dikkat etmelerini beklemek hakkımızdır.”