Yurdagül Atun

Dışişleri Bakanı Emine Çolak, KKTC'yi AB üyeliğine hazırlayan “Kıbrıs Türk Toplumu Görev Gücü”nün doğrudan AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'e bağlanmasını “olumlu bir gelişme” olarak değerlendirdi. Çözüme olan inancın artmasının sürece ivme kattığını ifade eden Çolak, “Bence böyle bir ihtiyaç doğmuştur” dedi.

Kıbrıslı Türklerin değişim istediğini, ancak değişmek istemediğini ifade eden Çolak,  Kıbrıs Türk halkının buna mecbur olduğunu kaydetti.

AB’nin çeşitli standartları olduğunu vurgulayan Bakan Çolak,  zaman zaman Türkiye’ye karşı olumsuz sesler çıktığını, ancak bu sesin AB’ye karşı da çıkabileceğini belirtti.  “İngiltere AB’den çıkmak için bir sürece girmiştir. Referanduma götürecek. Bunlar olabilir. Siyasetin, hayatın, çağdaş demokrasinin bir unsuru diye düşüneceğiz. Niye Türkiye şunu empoze etti, bunu empoze etti diye şikâyet edebiliyoruz ama bileceğiz ki, AB de empoze eden bir kurumdur” diyen Çolak, AB’nin kendi kriterleri ve standardı olduğunu, birliğe üye olmakla o standartların kabul edildiğinin varsayıldığını dile getirdi.

Dünyanın her yerinde bu sistemin varlığından söz eden Çolak, “İMF aynı şekilde… Bunları empoze ediyor, sınırlamalar getiriyor. Dünya böyle. Eğer dünyalı olacaksak bileceğiz ki yerine göre bizi de etkileyen dıştan gelen, kurallar da olacak, koşullar da olacak, standartlar da olacak ama inanmamız lazım ki bizim iyiliğimiz için, çocuklarımız, torunlarımız içindir…” dedi. 

Soru: Türk düşmanı olarak lanse edilen ve Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça reddeden Juncker’in Kıbrıslı Türklerin hakkını koruyabileceğini ve onlardan yana olumlu tavır alacağını düşünüyor musunuz?

Onun görevi, ne birine düşman olmaktır, ne birini korumaktır. Onun görevi, Avrupa Birliği’nin (AB) dönem başkanlığını yapmaktır. Dolayısıyla belirli mevkilerdeki insanlara bu tabirlerle yaklaşmak çok doğru değil. Anlamsız ve gereksizdir. Neticede masanın diğer tarafındaki Anastasiadis’tir. Kıbrıslı Rum. O dostumuz muydu, düşmanımız mıydı diye değerlendirmek yapıcı olmaz. Daha bilimsel olmamız lazım. Herkesin nasıl bir geçmişi olduğunu bilirseniz, ona göre çalışmanızı yaparsınız. Elbette insanların sesli olarak ifade ettiği ırkçı, önyargılı söylemleri olursa onları da bir yere not edersiniz. Ama şu aşamada beğensek de beğenmesek de bu mevkide olduğuna göre onunla çalışmak zorundayız. O da “ben biliyorum işte Kıbrıslı Türk lider şöyleydi böyleydi” diyemez. O bizim liderimize saygı göstermek zorunda olduğu gibi biz de onun mevkiine saygı göstermek zorundayız.  Sonuna kadar da mücadelemizi sürdüreceğiz. 

Soru: Bu gelişmeyi olumlu bir adım olarak nitelendirebilir miyiz?

AB yolunda olumlu bir adım olarak nitelendiriyoruz. Açıklamasını da incelediğiniz zaman, müzakerelerin hızlanması ve iyi bir noktaya gitmesine yönelik takdiri var. Bu şekilde gittiğinde kısa bir süre sonra neticeye gidebilme ihtimali doğmuştur. Bu neticeye göre Kıbrıslı Türklerin de AB’nin bir parçası olması, anlaşmanın bir parçasıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin anlaşmaya yönelik olarak hazırlanması daha da aciliyet kazanmıştır. Bu, destek amaçlı alınmış bir karar olarak nitelendirilebilir. Mantığı ve izahatı olumludur. Uygulamada etkinliğin artırılmasını, bize yardımcı olacak unsurların hayata geçirilmesini de uygulandığında göreceğiz.

“Şimdiye kadar motivasyonumuz yoktu”

Soru: Juncker’in atanmasını ‘çözüme çok yakınlaştık, işlerin hızlanması gerek’ gibi algılayabilir miyiz?

Bence böyle bir ihtiyaç doğmuştur. Evet… Daha da hızlandırmak, ciddiye almak gibi... Kıbrıslı Türkleri ikinci plana atmak, Kıbrıslı Türklere hem AB vatandaşısın demek, öte yandan da angaje olmamak, dolaylı diyalog kurmak sıkıntı yaratmıştır. Şimdi belki bunun da farkına varıp, biz daha ön planda olalım, daha aktif olalım bu sürecin içinde gibi gerekçeler olabilir. Ama zaten biliyorsunuz, hâlihazırda görüşmelerin bir başlığı Ekonomi, bir başlığı doğrudan AB’dir, ayrıca Ad Hoc komite kurulmuştur masa çerçevesinde. O komitenin de görevi, Avrupa Komisyonu’nun direkt desteğiyle ve yardımlarıyla Kıbrıslı Türklerin AB üyeliğine hazırlanması… Dolayısıyla birçok açıdan AB’ye tam üyeliğin ön hazırlığın önemini tekrar tekrar vurgulayan adımlardır. 

Soru: Bununla birlikte Kıbrıslı Türklerin sorumluluğu biraz daha artacak gibi görülüyor. Ne yapacağız, tüm kurum ve kuruluşlarımız AB yolunda bir toparlanmaya gidebilecek mi?

Hükümet Programında bu var. Onun gerçekleşmesi lazım. Gerek bu, gerek diğer reformlarımız. Bu konuda biraz ağır gidiyoruz, daha hızlanmaya ihtiyacımız var, işin ciddiyetini kavramaya ihtiyacımız var. Aynaya bakmaya ihtiyacımız var. Eksik yaptığımız işleri zaten AB olsa da olmasa da, çözüm olsa da olmasa da, düzeltmemiz gereken, iyileştirmemiz gereken, çağdaş hale getirmemiz gereken o kadar çok şey var ki… Ben o çerçevede değerlendiriyorum. Kıbrıslı Türklerin tüm hayatını çözüme endekslemek değil amacım, ama bakın görün ki yapacağımız çalışma çözüm için de gereklidir. Kendimiz için de gereklidir. Evet, hız kazanmamız lazım. Şimdi yapmak durumunda kaldığımız işlere birkaç yıl önce de başlayabilirdik, ama motivasyonumuz yoktu. Görüşmeler pek bir yere varmıyordu, ihtimali biraz zayıf görüyorduk. Şu an hissettiğimiz zaman baskısı o zaman yoktu. Geçmişte o yüzden biraz zaman kaybettik diye düşünüyorum. Şimdi kaybedecek zamanımız yok, hızlanmak lazım. Ev ödevlerimizi yapmamız lazım, elbirliği, işbirliği lazım… Toplum içerisinde özel sektörüyle, bürokrasisiyle, Meclisiyle, partilerle, hükümet ortaklarıyla elbirliğiyle, ev ödevimizi yapmak için çalışmamız lazım. Bu alınan kararı da o çalışmanın içinde, en üst düzeyde katkı, destek vermenin bir jesti diye düşünüyorum. 

“AB, empoze eden bir kurumdur”

Soru: Kıbrıs Türk halkının, değişime ve dışarıdan gelen her tür öneriye tepki gösterdiğini biliyoruz. Türkiye’nin ekonomik protokolle bazı yönlendirmelerde bulunması bile “vesayet” olarak algılanırken,  AB’nin yaptırımla hayata geçireceği bu standartları kurum, kuruluş ve günlük yaşama uyarlamak kolay mı sizce?

Sizin bu söylediklerinize hak veriyorum. Hepimiz değişim isteriz, ama kendimiz değişmek istemeyiz. “Statüko” dediğimiz bu. Oturduğumuz yerde rahat olmak… Çünkü değişmek bir gayret ister. Yenilik, daha çok çalışmak ister. Rahatça olduğumuz yerde durmak varken yenilik pek istenen, popüler bir şey değildir. Ama mecburuz… Kendimiz için olmasa bile çocuklarımız için mecburuz. Hayat standardımızı olumsuz etkileyen, sağlık gibi, çevre gibi, ekonomi gibi konularda mutlaka iyileştirme şart. Demokratik bir ortamda, insanlar o fikir, görüş belirtme özgürlüğüne sahiptir. Zaman zaman Türkiye’ye karşı ses çıkar. Bu ses AB’ye karşı da çıkabilir. İngiltere AB’den çıkmak için bir sürece girmiştir. Referanduma götürecek. Bunlar olabilir. Siyasetin, hayatın, çağdaş demokrasinin bir unsuru diye düşüneceğiz. Niye ‘Türkiye şunu empoze etti, bunu empoze etti’ diye şikâyet edebiliyoruz… Ama bileceğiz ki, AB de empoze eden bir kurumdur. Kendi kriterleri var, kendi standardı var. Siz de üye olarak o ilişkiye girmenizle kabul ettiğiniz varsayılıyor. Dünyanın her yerinde bunlar oluyor. İMF aynı şekilde empoze ediyor, sınırlamalar getiriyor. Dünya böyle. Eğer dünyalı olacaksak bileceğiz ki yerine göre bizi de etkileyen dıştan gelen, kurallar da olacak, koşullar da olacak, standartlar da olacak. Ama bizim iyiliğimiz için, çocuklarımız, torunlarımız için olduğuna inanmamız lazım…