Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye'de yaşanan krizin İkinci Dünya Savaşının ardından dünyanın yaşadığı en ciddi insani trajedi haline dönüştüğüne dikkat çekerek, "Çok daha büyük bir mülteci dalgası ile karşı karşıya kalmak istemiyorsak, Suriye'deki zulme dur demeliyiz" dedi.

Başbakan Davutoğlu Küresel Göç ve Kalkınma Forumu'nda katılımcılara hitap etti. Göçün doğru yönetilmesinin önemine değinen Davutoğlu, "Göç engellenmesi gereken değil, doğru yönetilmesi gereken bir süreçtir. Tarihi insanlık tarihi kadar eski olan göç, siyasi gelişmelerle yoğun etkileşim içindedir. Medeniyetlerin göç ile şekillendiğini söylemek yanlış olmaz. Göç doğru yönetildiği hallerde medeniyetlerin gelişmesine katkı yaparken, yanlış tutumların benimsenmesi durumunda aksi tesirlere yol açmıştır. Göçü yönetilebilir olmaktan çıkaran unsurun içe kapanma ve farklılara tahammülsüzlük ve ötekileştirme olduğunu söylemek yanlış olmaz. Osmanlı İmparatorluğu göçü yönetmek bağlamında önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kendisi göçmen bir boy tarafından kurulan Osmanlı, göç akınları ile boğuşmak yerine onları doğru şekilde yönlendirerek bu topraklarda güçlü bir siyasi düzenini kurulmasına öncülük etmiştir" diye konuştu.

"ATATÜRK DE BALKAN GÖÇMENİDİR"

Savaş, çatışma ve diğer insani krizler dolayısıyla Türkiye'nin yüzyıllarca Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'dan gelen göçmenlere ev sahipliği yaptığını hatırlatan Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de Balkanlı göçmenler arasında yer aldığını vurguladı. Son dönemde uluslararası gündemin en üst sıralarında yer alan göç konusunun karmaşık bir olgu olarak dünyanın karışışında durduğunu söyleyen Davutoğlu, "Önümüzdeki yıllar gündemde kalmaya devam edecektir. Göç konusunda kayda değer ilerleme sağlanabilmesinin sürdürülebilir ortak bir strateji ve kapsamlı bir diyalogdan geçtiğini bilmemiz lazım. Bunlar olmaksızın doğru şekilde yönetebilmek mümkün değil. Küresel Göç ve Kalkınma Forumu bu bağlamada göç ve kalkınma konularının ele alındığı, özgün ve ne geniş katılımlı platform olarak öne çıkmaktadır" şeklinde konuştu.

Göçün insanın doğasında bulunduğunu vurgulayan Davutoğlu, "İnsanlar yaşamak, düşünmek, kazanmak ve öğrenmek için hareket ederler. Bu kelimeler yaşamda gelişmeye ve ilerlemeye işaret eder ve hayatın kaçınılmaz unsurlarıdır. Göç insanoğlunun bir mekanda kısıtlanması halinde büyük sınamaları göze alarak başvurduğu kaçınılmaz bir yoldur. Küreselleşmenin bir unsuru da insanların daha kolay hareket edebilmek kabiliyeti kazanmalarıdır. İnsanın hareketinin sermaye hareketlerinden geri kalması kalkınmayı sekteye uğratacaktır. Göç ve kalkınma sürekli etkileşim halinde birbirini etkileyen iki olgudur. Göç iyi yönetildiğinde kalkınmayı sağlayıp sürdürülebilir hale getirirken, eğer doğru yönetilmezse gelişmeleri olumsuz yönde etkileyebilir. Göçün kontrolden çıkmasını engelleyerek insanların ana vatanlarında refah ve huzur içinde yaşamasını sağlama durumundayız. Göçmenler ev sahibi ülkelerin kalkınmasına önemli katkıda bulunmaktadırlar. Ülkeler ellerinde olmayan bazı kabiliyetleri başka ülkelerden gelen insanların katkılarıyla aşabilmektedir. Örneğin Türkiye'den Almanya'ya göçen birçok vatandaşımız Almanya'nın katkısına büyük katkıda bulunmuşlardır. Aynı durum 1940'larda Hitler zulmünden kaçan Yahudi bilim adamları ve akademisyenler için de geçerlidir. Türk bilim hayatına olağanüstü katkılar yapmışlardır" ifadelerini kullandı.

"SIĞINMACI KRİZİ SİYASET VE GÜVENLİK ALANINDA YAŞANAN DEPREMİN FİNANS VE JEOPOLİTİK DEPREMLE ÜST ÜSTE GELMESİYLE ORTAYA ÇIKTI"

Soğuk savaş sonrasında küresel düzeyde 4 depremin yaşandığına dikkat çeken Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İlk deprem Sovyetler'in yıkılması ile ortaya çıkan jeopolitik depremdir. Bu deprem sonrasında çatışma bölgelerinde önemli insan hareketlilikleri söz konusu olmuştur. En son yaşanan Ukrayna krizi dahi o dönemde yaşanan depremin artçı şokudur. İkinci deprem 11 Eylül saldırılarıyla gerçekleşen güvenlik depremidir. Bu deprem terör tehdidini uluslararası gündemin ilk sırasına yerleştirmiş, güçleştirilen vize rejimleri ile insan hareketliliğinin olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet vermiştir. Terör tehdidi de birçok göç hareketinin en önemli sebeplerinden biri olmuştur. 3. deprem 2008 yılındaki finansal krizdir. Bu kriz sonrasında da özellikle işsizlik sebebiyle büyük göç hareketlerinin yaşandığını gözledik. 4. deprem ki hala içinden geçiyoruz, Akdeniz'in doğusunda Ortadoğu'da yaşanan siyaset ve güvenlik depremidir. Bu deprem maalesef her gün cereyan ediyor ve son yüzyılın en büyük göç hareketlerini tetikleyen etkiler yapıyor. Son aylarda ise Avrupa'yı yoğun şekilde etkileyen şiddetli bir insani deprem olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sığınmacı krizi, siyaset ve güvenlik alanında yaşanan depremin finans ve jeopolitik depremle üst üste gelmesiyle ortaya çıktı. Biz bu depremle 4 yıldır karşı karşıyayız, sorunları ile boğuşuyoruz. Sığınmacı krizinin bu 4 depremin fay hatlarının kesişmesinden ortaya çıkan 5. deprem olduğunu söyleyebiliriz."

"YAŞANAN TRAJEDİYE GÖZÜNÜ KAPATMAK YERİNE EL BİRLİĞİ İLE ÇÖZÜM ÜRETMEK ZORUNDAYIZ"

Suriye, Irak, Libya ve Afganistan gibi ülkelerde yaşanan krizlerin insanların mülteci durumuna düşmesine neden olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Uluslararası toplum 3 yaşındaki Aylan Kurdi'nin cansız bedeninin görüntüsüyle gerçek anlamda bir insani şok yaşamıştır. Bir anda sizlerin o 3 yaşındaki çocuğun bedenini gözlerinizin önüne getirmenizi rica ediyorum. Bu çerçevede göçün zaruret haline geldiği durumlarda en önemli çözüm yolunun insanları bulundukları ülkelerde mutlu kılmak için hep beraber uluslararası sorunlara çözüm bulmak olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Artık yaşanan trajediye gözünü kapatmak yerine, ortak insani değerler çerçevesinde el birliği ile çözüm üretmek zorundayız. Bu mesele tek bir ülkenin meselesi değil tüm insanlığın meselesidir ve insanlık bu meseleye el ele vererek çözüm bulabilir" dedi.

"2 MİLYON MÜLTECİYE KALBİNİ AÇAN BİR MİLLETİN BAŞBAKANI OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM"

Edirne'de Suriyeli mültecilerin temsilcileri ile yaptığı görüşmeyi hatırlatan Davutoğlu, "2 hafta önce onlara bir vaatte bulundum. Onlar ziyarette, "Sakın ola Türkiye'yi protesto ettiğimizi zannetmeyin, biz dünyaya sesimizi duyurmak istiyoruz" dediler. İçlerinde biri "İki hafta önce eşim bir doğum yaptı. İstanbul'da özel bir hastaneye gittim ve giderken ciddi kaygılar içindeydim. Çünkü param yoktu. Hastanede karşılandık. Eşim doğumu yaptı, ayrılırken kaygıyla ücret talebi beklerken bir taksinin tutulmuş olduğunu gördüm. Hastaneye ücret konusunu sorduğumda yetkililer misafir olduğumu, bizden ücret alınmayacağını söylediler. Biz Türkiye'ye müteşekkiriz" dediler. Ben bugün huzurunuzda 2 milyon mülteciyi tek bir aşırılıkla karşılamayan, onlara kalbini, yüreğini açan bir milletin başbakanı olarak hitap etmekten büyük gurur duyuyorum. Kilis'te Suriyeli mültecilerin oranı Türkiye vatandaşlarını geçmiş, yüzde 54'e ulaşmıştır. Çocuklarımıza baktığımızda Aylan Kurdi'nin gözlerini görmemiz lazım. Torunlarımıza baktığımızda Suriyeli bebekleri görmemiz lazım. Türkiye'de 66 bin bebek doğdu kamplarda. Kendi ülkesini tanımayan 66 bin bebek. O günlerde dünyaya gelen benim torunumun da onlardan farkı yok. Onların geleceği için ne tedbir almışsak, Suriyeli bebekler için aynı tedbirleri alıyoruz. Gelin bu mültecilerin gözlerindeki ışığı görelim, hep beraber o ışığın yolunda geleceklerine sahip çıkalım. Irkçı gösterilerle mültecilerin kalbini kırmayalım. Onlar diğer insanlar gibi kendi evlerinde yaşamak ister. Eğer terk etmişlerse bu kendi iradeleri ile olmadı. Zalim bir rejimin bombaları ile oldu. Barbar bir terör örgütünün vahşi katliamları ile oldu. Bizim görevimiz bu mültecilerin gözlerindeki ışığı yaşatmaktır" şeklinde konuştu.

"DAHA BÜYÜK BİR MÜLTECİ DALGASI İLE KARŞI KARŞIYA KALMAK İSTEMİYORSAK SURİYE'DE ZULME DUR DEMELİYİZ"

Suriye'de yaşanan krizin İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın yaşadığı en ciddi insani trajedi haline dönüştüğüne dikkat çeken Davutoğlu, "Neredeyse Suriye nüfusunun yarısını teşkil eden 12 milyon Suriyeli yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Bunlardan 4 milyonu komşu ülkelere sığınmacı olurken, geriye kalanlar kendi ülkelerinde yer değiştirmiştir. Bunların her biri tedbir alınmazsa bir sonraki aşamada mülteci olarak kapımıza dayanacaklar. Çok daha büyük bir mülteci dalgası ile karşı karşıya kalmak istemiyorsak Suriye'deki zulme dur demeliyiz. Türkiye krizin başından bu yana açık kapı politikası izleyerek 2 milyon kardeşimize ev sahipliği yaptı. Ülkemiz en fala mülteciye ev sahipliği yapan ülkedir. Türkiye ülkesindeki Suriyeliler için geri göndermeme ilkesine riayet etmiştir ve insanlık hukukunu korumuştur" açıklamalarında bulundu.

"SURİYE'DE GÜVENLİ BÖLGE OLUŞTURULMASI ŞART"

Konuşmasında Türkiye'nin Suriyeli mülteciler konusunda yaptığı çalışmaları anlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Türkiye'nin Suriyeli ve Iraklı sığınmacılar için gösterdiği çabalar, küresel anlamda bir model teşkil etmektedir. Uluslararası toplumun gerekli dayanışmayı göstermesini ve yük paylaşımı konusunda daha duyarlı hareket etmesini bir kez daha beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Sığınmacılar konusunda coğrafi yakınlığın sorumluluk anlamına gelmediği hepimizce bilinen bir husustur. Sığınmacılar konusunda sorumluluk coğrafi yakınlıktan değil, insani, vicdani duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. O vicdan tüm insanlığa aittir. Göç dalgasından etkilenen Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere Suriyeli sığınmacılara yönelik olarak maddi yardımın önüne geçen kapsamlı bir strateji uygulama zorunluluğu vardır. Öncelikle yeni mülteci dalgalarını engellemek için Suriye içinde mutlak suretle güvenli alan oluşturulması zarurettir. Bunun yanında deniz yoluyla Avrupa'ya geçmeye çalışan Suriyeliler'in dramı ağırlaşmaktadır. 2015 yılında Sahil Güvenlik Komutanlığımızca 65 bine yakın göçmen denizden kurtarılmıştır. Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın çalışmaları aylık 5 milyon euroya mal olmaktadır. Suriye krizinin başlamasından bu yana terör faaliyetlerinin artması gibi olumsuz yan etkilerini de hepinizin dikkatine sunuyorum. Bunların hepsini uluslararası toplumun dikkatine sunduk. Maalesef uyarılarımıza gereken cevabı alamadık. Esed rejimi ve DEAŞ'ın katliamı nedeniyle göç etmek zorunda kalanlar için güvenli bölge kurulmasını gündeme getirdik. Eğer bu güvenli bölge 3 yıl önce kurulmuş olsaydı şu anda milyonlarca Suriyeli, Suriye'yi terk etmek zorunda kalmayabilirdi. Bu konuda gerekli adımların atılması için uluslararası topluma çağrılarda bulunduk, bulunmaya devam ediyoruz. Sığınmacılar konusunu bazı ülkeler sadece egemenlik çerçevesinde değerlendirmektedir ancak yaşadığımız çağda özellikle insani konularda egemenliğin tezahürü sadece işbirliği yoluyla mümkün olabilmektedir. Herhangi bir ülkenin "burası benim sınırım, buraya herhangi bir mülteci giremez" demesi insanlık hukuk bağlamında da doğru bir yaklaşım değildir. İnsani krizlere karşı politikamızı duvarlar örmek veya korkuları körükleyerek sürdüremeyiz. "Şu kıta sadece Hristiyanlara ya da Müslümanlara aittir" gibi bir yaklaşımla kıtaları, bölgeleri bölmek insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Özellikle Avrupa'da artan ırkçı yaklaşımlara karşı Avrupalılar olarak bizlerin müsamaha kültürü ile cevap vermemiz gerekmektedir. Bu krizin kazananları insan kaçakçıları ve diktatörler olurken, kaybedenler mazlumlardır."