Demokrat Parti Genel Başkanı Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Serdar Denktaş, müzakerelerde geriye gidiş olduğunu ifade ederek, “Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor. Sağlam durdukça elimiz güçlendi. Denktaş dönemini öyle yaşadık. Onun duruşu sayesinde geldik bir yerlere. Onun duruşu sayesinde Türkiye’den de diğer ülkelerden de saygı gördük Kıbrıs Türk halkı olarak da. Arkamızın sıvazlanmaya başladığı tutum içerisine girdiğimiz andan itibaren de saygınlığımızı yitirdik. Çünkü ne istediğimizi bilemedik” dedi. 

Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün ana nedeninin, iki taraf arasında ayrımcılık yapılması ve eşit muamele yapılmaması olduğunu söyleyen Denktaş, “Dünya artık anlamalı ki aslında Kuzey Kıbrıs’a eşit muamele yapmadıkları müddetçe, izolasyonları kaldırmadıkları müddetçe 2004’te verdikleri sözü yerine getirmedikleri müddetçe Kıbrıs’ta yaşayabilir bir çözüm oluşmayacak. Yapmaları gereken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını kabullenmektir. Yok sayarak bir yere varılmayacaktır”  şeklinde konuştu. Denktaş,  bu tavırlar değişmedikçe Kıbrıs’ta yeni bir çatışma ortamının doğacağını belirtti. 

Rum lider Anastasiadis’in Ercan Havalimanının güvenli olmadığına dair sözlerini değerlendiren Denktaş, “Yine kendi akıllarından çıkardıkları bir sorun var ortada. Bizim sivil havacılığımız, kontrol kulemiz defalarca kez yaptıkları ikazlarla olası bir kazayı engellemiştir Güney açısından. Çok da hoşlarına gitmiyor bu. Çünkü ‘bello Turkolar ne anlar bu işten’ diyorlar. Ama anlıyor. Bizim insanımız bu işi öğrendi artık…”şeklinde konuştu.

Garantörlüğün, Kıbrıslı Türkler açısından en güvenilir yöntem olduğuna dikkat çeken Denktaş, bunun yaşayarak görüldüğünü kaydetti. 

Serdar Denktaş, müzakerelerden, UBP-DP koalisyonuna, siyasette geldiği noktadan, babası Rauf Denktaş’a kadar birçok bilinmeyeni Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne anlattı.

“Babamın ölümü bana artı bir sorumluluk yükledi”

Soru: Daha önce sizinle yaptığımız röportajda ağabeyiniz Raif Denktaş’ın ölümünden sonra siyasete girme sorumluluğunu hissettiğinizi ve hiç düşünmediğiniz halde kendinizi siyasetin içinde bulduğunuzu söylediniz. Babanızın ölümünden sonra da bir sorumluluk hissettiniz mi?

Babamın ölümünün artı bir sorumluluk yüklediği kesin. Çok daha düşünerek hareket etme, Kıbrıs konusunda çok çok daha dikkatli olma... Çünkü eskiden çok güvendiğimiz yer vardı. Oradan çıkacak uyarılar bizim içinde geçerliydi. Şimdi o uyarıyı yapacak yer yok. Bu nedenle bu konuya da bütün bu meşguliyetim içinde daha fazla dikkat etmem gerektiğini ve düşüncelerimi aktarmam gerektiğini düşünür ve zorlanırım. Bu ciddi bir sorumluluk...  Babamdan miras kaldı bize, ama mirasımız sadece sorumluluktur. Onur ve yanında büyük bir sorumluluk… Elimden geldiğince o doğrultuda gitmeye çalışıyorum. 

Soru: Geçtiğimiz günlerde Meclis’te yaptığınız konuşmada “tazminatı, Türkiye değil Rumlar ödemeli” demeniz Rumları kızdırdı. “Babasının oğlu” dediler. Ne hissettiniz bu yakıştırmayı duyunca?

Gurur duydum tabi ki… Babasının oğlu… Ne olacaktım? Onlar bize her şeyi söylemeye muktedir, hakları var ama cevap vermeye gelince de kendilerince küfür edercesine babasının oğlu! Evet babamın oğluyum ve bununla da gurur duyarım. Vermeye çalıştığım mesaj da şuydu: Seçimleriniz olabilir. Yarın öbür gün bitecek, seçimler için siz Kıbrıslı Türkleri malzeme haline getirirseniz ve insanlar bunları duyarak, bunlara bakarak size oy verirse, yarın öbür gün olası bir mutabakatta, olası bir çözümde farklı noktalara varacağız. Niçin? Çünkü sizin seçim niyetiyle söylediğiniz sözler sonradan gerçek çıkmayacak. Kıbrıslı Rumlar onlara değil de bizim üzerimize gelecek ve saldıracak. Ben Kıbrıs’ta böyle bir gelecek hayal etmiyorum. Hakikatten bir çözüm olacaksa, yaşayabilir bir çözüm olacaksa sonuna kadar destek olayım, ama bu koşullarda olmayacağını görüyorum ve bu ikazları da şimdiden yapıyorum. Bir gün gelecek belge ve metinler ortaya çıkacak, bizim önümüze konulacak. O andan itibaren artık sorumluluk bizde ve halkımızda olacak. Evet mi diyeceğiz, hayır mı diyeceğiz, kabul edecek miyiz, kabul etmeyecek miyiz… Bu uyarıları şimdiden yapıyorum ki karşı taraf belki gereken mesajı almaya başlar, tavrını değiştirir. Kendi insanını da en az onlar kadar eşit olan Kıbrıslı Türklere yönelik farklı düşüncelere sevk ederler ve bulunacak çözüm yaşayabilir olur. Aksi takdirde yaşayamayacak, bu kesin.

Soru: Geçtiğimiz günlerde Rum sözcü Hristodulidis, çözümden sonra Kuzey’de garantilerin varlığını kabul etmeyeceklerini söyledi. Garantörlük Rumların isteğine göre mi kalır ya da kalkar?

Onların istememesine yönelik değil elbet. Ama bizim bile farkına varmamız gereken, bu garantiyi kaldırmak için her türlü girişimi yapmaya devam edecekleridir. Bunu başarmaları halinde bileceğiz ki elde edeceğimiz hak diye zannettiğimiz bir takım kazanımlar da çok kısa vadeli olacak. Bunun sonucunda da kaybeden biz olacağız. Sadece biz değil, garantörlükte herhangi bir yumuşama, herhangi bir zafiyet sadece bizim değil Türkiye’nin de kaybı olacak. 

Soru: Garantörlük konusu geçmişte yapılan müzakerelerde bu denli gündeme gelmiyordu. Bugün bu denli tartışılıyor olmasını neye bağlıyorsunuz?

Konuşturulmuyordu çünkü. Şimdi siz gereksiz ve zamansız bir şekilde, ‘tabu değil elbette tartışırız’ derseniz anında tartışma başlar. Geçmişte tabuydu bu, konuşulamaz ve tartışılamazdı. Çünkü garantörlük 1963’ten itibaren denenerek bizi koruduğunu gördüğümüz tek sistemdir. Denenmiş ve koruduğu kabul edilmiş bir sistem dururken ben kendimi meçhule atarak, denenmemiş, bilinmeyen, koruyacak mı korumayacak mı şüphe götüren bir başka sisteme mi geçeceğim? Bir sürü örnek var önümüzde. Yani terörist faaliyetlere bakın. Bırakın etrafımızda dönenleri Avrupa Birliği’nin içinde olan Paris’teki bombalama, Londra’daki bombalama... E canım bunlar terörist faaliyetlerdir der bir kısım insanımız. Bende diyorum ki 1963’te yaşanan neydi Kıbrıslı Türklere yapılan saldırılar? Yine terörist faaliyetti. Böyle başlamadı mı? Yine aynı şeyler yaşanacak noktaya gelirse kim koruyacak bu azınlıkta olan Kıbrıslı Türk’ünü? Haklarımızı kim koruyacak? Sistem olarak masada kazandığımızın devamını kim koruyacak? İşte bu garanti sistemi. Daha önce kullanılmış olan garanti sistemi. Bu nedenle ben o noktada çok tedirginim. Her tarafı uyarmaya çalışıyorum aman dikkat edin bu garanti sitemine diye. Göreceğiz bakalım.

 “Çal kapıyı arkasında Avrupa, Eurolar çatır çatır… Böyle bir dünya yok”

Soru: Geçtiğimiz hafta yaşanan saldırı olayını ve daha önce yaşanan saldırıları dış kamuoyuna yeterince anlattık mı? Veya saldırıya uğrayan Rumlar olsaydı, Rumların tavrı ne olurdu? Nasıl şikâyet ederlerdi dünyaya?

Bu konudaki açıklamayı gördüm. Bilmem hangi Rum futbol grubuna da saldırdılar diye. Fanatikler olarak geçiştiriliyor. Biz kendi içimizde de kavga etmiyor muyuz? Ediyoruz. Ama bir Rum bir Türk bir genç kız için baktıydın bakmadıydın diye kavga etmeye başlarsa bir çözüm ortamı sonrasında bu rahatlıkla siyasi bir sorun haline dönüştürülebilir. Basit bir tartışma bile bu noktaya ulaşabilir. Neden ama? Çünkü Rum siyasetçi kendi halkına karşı Kıbrıslı Türklerin haklarıyla ilgili doğru konuşmuyor. Sürekli yanıltıyorlar. Rum halkıda onu duyarak büyüyor, gelişiyor ve oy kullanıyor. Türkiye’yi bir tehdit olarak görüyorlar. Hâlbuki Türkiye onlar için de bir fırsat, bunu görmek istemiyorlar. Görenler de anlamak istemiyor. O nedenle çok hayallere kapılmamak lazım. Masada Türk tarafı samimiyetle oturuyor ama aynı samimiyet Rum tarafında yok. 

Samimi olsalar bu kadar görüşmeler ilerlemişken güya kültürel faaliyetlerimize, sportif faaliyetlerimize bizim katılımımızı engellemeye devam etmezler. Her türlü uluslararası alanda en ufak bir anlaşmamızı bile engellemeye devam etmezler. Bu samimiyetsizliklerin bir göstergesidir. Bu nedenle uyanmamız lazım. 2004’e bizi taşıyan çözüm hemen şimdi çal kapıyı arkasında Avrupa, Eurolar çatır çatır… Böyle bir dünya yok. Bağışlar yapılacak, mülkiyet sorunu çözülecek yok böyle bir şey. Cebimizden çıkarıp vereceğiz bunu kabul edelim, anlayalım. Geldiğimiz nokta bize bunu belli ediyor. Halkımız da uyanık olmalı. Kendi içimizde şikâyetlerimiz olabilir ama o şikâyetler var diye vereceğimiz yanlış bir oy bizim bugün yaşamakta olduğumuz özgürlük ortamını da ortadan kaldıracaktır. Değer mi? Değmez. Bunun hesabını vatandaşlar yapmalı.

“Bello Turkolar ne anlar bu işten’ diyorlar”

Soru: Anastasiadis’in, Ercan Havalimanının güvenli olmadığı yönündeki iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi sivil havacılık kulelerinin irtibatsızlıklarından bahsediyor herhalde…. Yine kendi akıllarından çıkardıkları bir sorun var ortada. Bizim sivil havacılığımız, kontrol kulemiz defalarca kez yaptıkları ikazlarla olası bir kazayı engellemiştir güney açısından. Çok ta hoşlarına gitmiyor bu. Çünkü ‘bello Turkolar ne anlar bu işten’ diyorlar ama anlıyor, bizim insanımız bu işi öğrendi artık. Aslında iki kule arasındaki koordinasyonsuzluk bizim de kabul etmek istediğimiz bir şey değil. Kendileri bu koordinasyonu kurmuyor. Neden? Hatırlatma yapayım. Kuş gribi olduğu dönemlerde dedik ki iki sağlık bakanlığı irtibat kursun, aynı önlemleri birlikte alalım. Hayır birlikte bir şey yapılamaz, tanımış oluruz dediler. O günlerde yine espri olarak ben de dedim ki ‘haklısınız aslında işbirliğine gerek yok biz nasıl olsa izolasyon altındayız kuş gribi uçarak bize gelemez.’ Bu mantalite, hayati bir konu olan kulelerin arasında diyalog oluşturmayı engelliyor.

“Bunu kabul et artık. Biz varız…”

Engelleyen yine Rum tarafı. Burada işte benim hava sahama sen müdahale edemezsin. Orada senin kendi işgal etmiş olduğun egemenlik hakların bu tarafta işlemiyor. Bunu kabul et artık. Biz varız. Tanımıyor olabilirler bizi siyasi olarak ama biz varız her şeyimizle havamızla, denizimizle, toprağımızla… Bunu kabullenmedikleri sürece nasıl bir çözüm olacak? 

“Bizim iyi niyetimizi görmüyorlar”

İstedikleri Yunan adası haline getirilmiş Kıbrıs. Nasıl ki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslı Rumlaştırdılar adanın da Kıbrıslı Rumlara ait hale getirmek, içinde Türkçe konuşan unsurların da olduğu bir ada hayallerindeki. Hep buydu. Hiç de vazgeçmediler. Bizim o iyi niyetimiz, geçmişe saplanıp kalmama alışkanlığımız Kıbrıslı Türkler olarak bu anlamda onların uluslararası ideolojilerine yetişemiyor. Bizim iyi niyetimizi görmüyorlar.

Soru: Avrupa Birliği’nin, ABD’nin ve Rusya’nın desteğini almaları uzlaşmazlıklarında rol oynamıyor mu?

Avrupa Birliği (AB) artık arkalarında değil ama bu destek devam ettiği müddetçe, dünyanın Kıbrıslı Rumlara bu hakkı tanımaya devam ettikleri müddetçe Rum tarafı Kıbrıs’ta bir uzlaşmaya yanaşmayacak. Koyalım kendimizi onların yerine. Ben zaman zaman yaparım bunu. Ben Anastasiadis’in yerinde olsam, şu görüşme masasından Kıbrıslı Türklerle de paylaşılacak bir çözüm çıkartır mıyım? Eğer o vereceğim, bir müddet sonra geri alacağım bir şey değilse yapmam. Dünya artık anlamalı ki aslında Kuzey Kıbrıs’a eşit muamele yapmadıkları müddetçe, izolasyonları kaldırmadıkları müddetçe 2004’te verdikleri sözü yani, yerine getirmedikleri müddetçe Kıbrıs’ta yaşayabilir bir çözüm oluşmayacak. Yapmaları gereken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını kabullenmektir. Yok sayarak bir yere varılmayacaktır. Yeniden bir çatışmaya sürükler bizi ancak. Bu tavırları değişirse; ki yıllardır söylüyoruz üçüncü dünya ülkelerine, değişmekte olduğunuz gösterin ki bir şey kaybetmekte olduklarını anlasınlar. Aksi takdirde bir denge kurulamayacak. Bugüne kadar yapmadılar, bundan sonra görürüz. Ama Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün ana nedenidir, iki taraf arasında ayrımcılık yapılması ve eşit muamele yapılmaması. 

“Hangi İslam ülkesi bir diğeriyle gerçekten dayanışma içindedir ki?”

Soru: Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın temsilcisi Nabeelshaath Rumlara “siz de bizim gibi işgale uğradınız, demokratik haklarınız elinizden alındı” şeklindeki açıklamalarını ve İslam ülkelerinin bize karşı olan tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

İslam örgütünde gözlemci devlet olarak üyeliğimiz var. Hangi İslam ülkesi bir diğeriyle gerçekten dayanışma içindedir ki? Filistin’in söylediğini koyuyorsunuz ortaya ama Türkiye, Kuveyt olaylarına savaşı durdursun diye müdahale ederken, aynı Kuveyt Güney Kıbrıs’ta dört tane barajın yapılmasına kredi sağladı. Şunu kabul edelim. Rum, lobiciliği iyi biliyor. İslam örgütü içinde bile yöneticileri dolaşarak bu devlet yoktur, onları temsil eden biziz diyebiliyor. Mısırla konuşuyor, diğer İslam ülkeleriyle konuşuyor ve bizi zor durumda bırakabiliyor. Buna kredi veren, buna izin veren İslam örgütünün de aslında dönüp bakması lazım ne yapıyoruz biz diye.

“Lobicilik alanında Rum-Yunan ikilisinden çok gerideyiz”

 O örgüt içinde aslında bunun konuşturulmaması lazım. 2004’te Kıbrıs Türk Devleti olarak gözlemci devlet statüsüne koyulduk. O günden beri bu isim konusunda bile her yıl Rum’la mücadele etmek zorunda kaldık ve nihayet Türkiye gider ağırlığını koyar, bağırma çağırma yine Kıbrıs Türk Devleti ismini kullanırız ki öyle bir devlet yok. Bunlar maalesef eksiklerimiz. Sadece bizim değil Türkiye’nin de eksiğidir. Lobicilik alanında Rum-Yunan ikilisinden çok gerideyiz.

“Geriye adım attık”

Soru: Ne yapabiliriz? Nasıl anlatabiliriz kendimizi?

Bu görüşme süreci sona erinceye kadar yapılacak hiçbir şey yoktur. Önemli olan artık biz Kıbrıslı Türkler olarak koyacağımız tavırdır. Bizim tavrımız Türkiye’nin tavrını belirleyecektir. Bizim tavrımız dünyanın bakış açısını değiştirecektir. Biz devlet ilan ettik ertesi gün iki toplumlu iki federasyon görüşmelerine başladık. Yıllar geçti aradan iki devlet bir çözümü konuşmaya başlayabilelim… Onun da hemen akabinde Annan Planı’yla karşı karşıya geldik. İki kurucu devlet önerisi işte o bizim devletten devlete çözüm politikasını resmileştirdiğimiz ve Türkiye’nin de buna destek verdiği andan itibaren gündeme geldi. Şimdi yine geriye adım attık. 

“Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor”

11 Şubat belgesinin içinde işte Birleşmiş Milletlerin ilgili kararında kabul edildiği şekliyle egemenlik istediğin tarafa çek. Rum başka tarafa çeker, biz başka tarafa çekeriz. Ne onunki doğrudur ne bizimki doğrudur ama görüşmelerde devam etmektedir. Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor. Sağlam durdukça elimiz güçlendi Denktaş dönemini öyle yaşadık kim ne isterse söylesin. Onun duruşu sayesinde geldik bir yerlere. Onun duruşu sayesinde Türkiye’den de diğer ülkelerden de saygı gördük Kıbrıs Türk halkı olarak da. Arkamızın sıvazlanmaya başladığı tutum içerisine girdiğimiz andan itibaren de saygınlığımızı yitirdik. Çünkü ne istediğimizi bilemedik. Çözüm istiyoruz... Doldur altını… Altı dolu değil, hiçbir zaman da olmadı.