Deniz Abidin

Eski müzakerecilerden  Osman Ertuğ, Kıbrıs sorununda nereden nereye gelindiğini Yeni Bakış’a değerlendirdi. Ertuğ, Kıbrıs konusunun 1963 yılında Kıbrıs Rum saldırıları ile başladığını belirterek, amacın Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak olduğunu söyledi. Ertuğ, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir ortaklık Cumhuriyeti olmasına karşın Rum tarafının buna inanmaması nedeniyle bu yapının üç yıl yaşayabildiğini kaydetti. Ertuğ, o dönemde BM Güvenlik Konseyi’nin toplanarak alınan kararla hala bir Kıbrıs Cumhuriyeti varmış gibi bir tavır içine girildiğini belirtti. Ertuğ, o günden sonra Kıbrıs sorununun çözümünün neredeyse imkansız hale geldiğine vurgu yaparak, tanımı nedeniyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasi açıdan  iki eşit toplumdan oluşması gerektiğini vurguladı. Ertuğ,  Rum tarafının silah zoruyla hükümeti ve Cumhuriyeti ele geçirdikten sonra Kıbrıs Rum Cumhuriyeti haline getirdiğini kaydetti. Ertuğ, bunu kabul etmenin uluslararası toplum açısından büyük bir hata olduğunu söyledi. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik görüşmelerin 1968 yılında başladığını anımsatan Ertuğ, uzlaşıya çok yaklaşılmasına rağmen Kıbrıs Türk tarafının azınlık durumuna düşmeyi ve garantilerden vazgeçmeyi kabul etmemesi nedeniyle Kıbrıs Rumları tarafından bu uzlaşının reddedildiğini kaydetti.

Ertuğ, 1968’de başlayan ve netice vermeyen görüşmelerin değişik bir çerçeveye oturarak 2 Ağustos 1975 yılında Viyana’da yapılan görüşmelerde bir nüfus mübadelesi üzerinde anlaşıldığını söyledi.

“Yüzde 29,+’nın altına inilebileceği iması var”

Ertuğ, şöyle devam etti, “1974’te başlayan olaylar sonucu hala Kuzey’de ve  Güney’de kalan toplumlar yer değiştirirler. Bunun BM’nin gözetiminde ve gönüllü nüfus mübadelesi olarak gerçekleştiğini ifade eden Ertuğ, bugün iki toplumlu federasyon dediğimiz yapının zemini burada oluşur. Siyasi zemin ise 1977 yılında Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Makarios’a yaptığı çağrı üzerine bir araya gelerek 4 maddelik doruk anlaşması ortaya çıkar.1979 yılında yine Denktaş’ın girişimi üzerine dönemin lideri Kiprianu ile aralarındaki anlaşma iki kesimli bir federasyonu öngörüyor. İki kesimlilik olarak oluşan coğrafi zemin siyasi olarak bu şekilde Kıbrıs görüşmeleri tutanaklarına girmiş oldu. 1980’de iki toplumlu bir federasyon isteği ortaya kondu ve görüşmeler başladı. Ancak Kıbrıs Rum tarafı bir ibare olarak iki toplumlu federasyonu kabul etmiş görünmekle birlikte aslında bunu tam olarak içselleştirmemiş ve içeriğini kabul etmediğini ortaya koydu. Ondan sonra yapılan görüşmeler netice vermedi. Bu tarihten sonra yapılan görüşmelerde bugün de tartışma konusu olan 1985-86 yıllarında peş peşe ortaya konan Perez de Cuellar belgesidir. Bu çerçeve anlaşması Perez de Cuellar’ın Mart 1986 yılında en son şekliyle ortaya koyduğu anlaşma taslağıdır. Her ikisi de Kıbrıs Türk tarafınca kabul edilmiş, Kıbrıs Rum tarafınca reddedilmiştir. İkisi de bir paket halinde sunuldu. Bugün polemik konusu olan yüzde 29+ konusunu Perez de Cuellar’ın ortaya koyduğu planların sadece bir unsurudur. Planlar bir entegre bütün olduğu ve paket halinde sunulduğu için bu unsuru Denktaş kabul etmişti biz de edelim şeklinde bir yaklaşım kanaatimce yanlıştır. Çünkü bir paket içinde kabul edilmiştir. Paketin Rumlar tarafından reddedilmesi üzerine de bu ortadan kalkmıştır. Kaldı ki yüzde 29,+’yı kurucu cumhurbaşkanı Denktaş, bunu sadece bir alt sınır olarak kabul edebileceğini ortaya koymuştu. Herhangi bir rakamı da müzakere edebileceğini söylemişti. Bugün daha aşağısında olan ve Rum basınının haberine göre yüzde 29, 15,  Türk tarafının iddiasına göre yüzde yüzde 29,2’dir. Bunun çok önemi vardır. Çünkü Kıbrıs çok büyük bir kara parçası değildir. Şimdi ortaya konan rakam bir üst sınır olarak ortaya kondu ve bunun altına inilebileceği iması vardır”

“Stratejiler taban tabana zıt”

Ertuğ, Denktaş tarafından izlenen strateji ile bugün izlenen stratejinin taban tabana zıt olduğunu ifade ederek, müzakerelerde tek somut unsur olan toprak konusunun verdikten sonra diplomasi yoluyla alınabilecek bir unsur olmadığını kaydetti. Ertuğ, Denktaş’ın yüzde 29,+’yı bir rakam olarak zikrettiğini, kriterlere bağlı olarak bunu yaptığını, ancak bir harita vermediğini söyledi. Ertuğ, şimdi ise buna bağlı olarak bir harita olduğunun söylenmekte olduğunu ifade ederek, soyut bir rakam ortaya koymanın bizi bir sonuca götürmeyeceğini belirtti. Ertuğ, o dönem Denktaş ile bir ülkenin Büyükelçisi arasında geçen tartışmaya şahit olduğunu anımsatarak, o günü şu ifadelerle anlattı, “Büyükelçi psikolojik engeli aşın, yüzde 30’un hemen altına inebilirseniz inin, bir daha kimse sizden bunun altına inmenizi beklemeyecektir. Rum tarafı da kabul ederse sizin teziniz olan iki kesimlilik kabul görecektir. Kabul edilmediği takdirde ise uluslararası alanda sizin önünüz açılacaktır. Yani tanınmayı ima ediyordu. Bugün tanınma olmadığı gibi onun da altında rakamlara itilmek isteniyoruz. Bizim taraf da yüzde 29+’yı yanlış tefsir ederek bunu bir başlangıç noktası olarak görüp onun altına da inmeyi kabul eder pozisyondadır”

“Ümit ışığı olduğu sürece devam edecektir”

Ertuğ, toprak konusunun harita ve rakam boyutlarının en son görüşülecek konular olduğuna dikkat çekerek, müzakerelerde son aşamaya gelinmediğinin görüldüğünü söyledi. Ertuğ, Kıbrıs Rum tarafının tutumuna bakıldığında beklentilerin yükseltilmesi ve bunun defalarca yapılmasının halka verilen yanlış bir mesaj olduğunu belirtti. Ertuğ, “Kimse ümitlerin öldürülmesinden bahsetmiyor. Bir ümit ışığı olduğu sürece bu devam edecektir. Bu yapılırken gerçekçi olup halka gerçekleri söylemek gerekir. Uzlaşı her ne pahasına olursa olsun anlamında değildir” diye konuştu.

“Harita verilmesi yanlış bir strateji”

Ertuğ, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın  özgürlük, eşitlik ve güvenliği temin edecek bir uzlaşıdan bahsettiğini, bunun doğru olduğunu belirtti. Ertuğ, bu aşamada prensiplerin içinin nasıl doldurulacağının çok büyük önem taşıdığını kaydetti. Ertuğ, bunlar söylenirken diğer taraftan Türkiye’nin etkin garantisinin sulandırılacağı bir anlaşmayı kabul etmemek gerektiğini söyledi. Ertuğ, siyasal ve sayısal eşitliğin önemli olduğunu belirterek, dönüşümlü başkanlığın da bunlardan biri olduğunu kaydetti. Ertuğ, bunun pratik hayata nasıl yansıyacağının prensipleri söylemek kadar önemli olduğunu söyledi. Ertuğ, “Türkiye, Yunanistan kadar Kıbrıs’ta eşit şartlara sahip olmazsa Türk- Yunan dengesi ortadan kalkmış olur” dedi.

Ertuğ, 2004 referandumunda halkın plandan ziyade uzlaşının kendisine evet dediğini ifade ederek bugün aynı noktada olunmadığını söyledi. Ertuğ, planın içinde çok büyük boşluklar olduğuna dikkat çekerek, o dönem halka bir algı operasyonuyla vaat edildiğini kaydetti. Ertuğ, villalı evler, izolasyondan kurtulma vaat edildiğini, ancak bunların hiçbirinin gerçekleşmediğini belirtti. Ertuğ, 2004 referandumundan sonra BM genel sekreteri verdiği ilk mülakatta Kıbrıs Rum tarafının sadece bu plana değil, çözümün kendisine hayır dediğini, bunun sebebinin de Kıbrıslı Türklerde siyasi yetki ve refahın paylaşmak istenmediğini  söyledi. Bunun bugün için de geçerli bir husus olduğunu dile getiren Ertuğ, Kıbrıs Rum tarafının planı kendisi için iyileştirme peşinde olduğunu kaydetti.

Ertuğ, Türk tarafının ise empati adına biraz fazla esneklik gösterdiğini belirtti. Ertuğ, Kıbrıs Rum tarafının maksimalist davrandığını, Türk tarafının ise makul davranmakta olduğunu söyledi. Ertuğ, bunun makul davranan tarafının aleyhine olduğunu belirterek, buna çok dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Ertuğ, Kıbrıs Türk tarafının gelinen süreçle birlikte çok taviz verdiğinin görülmekte olduğuna dikkat çekerek, karşı tarafının fazla bir şey vermeden fazlasını talep ettiğini söyledi. Ertuğ, böyle bir aşamada harita verilmesinin yanlış bir strateji olduğunu, en son atılacak bir adım olduğunu belirtti.

“Kopardıklarıyla yetinmiyorlar, daha fazlasını istiyorlar”

Ertuğ, Kıbrıs Rum tarafına motivasyon verecek hususun Uluslararası toplum tarafından KKTC’nin tanınması veya üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması olduğunu kaydetti. Ertuğ, bu konuda son zamanlarda bir çaba gösterildiğini görmediğini belirterek, şöyle devam etti, “Cumhurbaşkanının bir beyanatını okudum. ‘Çözmeyip de ne yapalım’ diyor. ‘Başka bir planı olan varsa gelsin’ diyor. Ben bu açıklamaya şaşırdım. Bunlarla anlaşmaya mecburuz demesi en başta sizi dezavantajlı bir duruma sokar. Bizim buna kendimizi mecbur hissetmemiz sonucu Rum tarafı daha ne kadar çok şey koparabilirim yaklaşımı içine giriyor. Kopardıklarıyla da yetinmiyorlar. Daha fazlasını istiyor”

“Garantiler tabu değildir diyerek, esneyebiliriz mesajı verildi”

Rum tarafında bir uzlaşı istenci görmediğini anlatan Ertuğ, “ayak sürüyorlar, bahanelerle oyalıyorlar” diye konuştu. Ertuğ, “Eskileri ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar” diyerek, sebebin çözüm istenci olmaması olduğunu kaydetti. Ertuğ, Rum tarafının tanınmış hükümet olmanın avantajını kullandığını belirterek, çok katı olarak bilinen Papadopulos’un o dönemde bile garantileri bir sorun olarak masaya konmadığına dikkat çekti. Ertuğ, en başında “garantiler tabu değildir” diyerek, esneyebileceği mesajı verildiğini belirtti. Ertuğ, Rumların kopardıkları her şey sonrası başka taleplerle karşımıza çıktıklarını söyleyerek, “verdiğimiz tavizlerle kalacağız” dedi.

Ertuğ, bir planın oluşması için bugüne kadar gelen temel prensipler ve parametreler olduğunu belirterek, iki kesimlilik, yeterli toprak parçası, olaya toprak tavizi olarak değil, toprak ayarlaması olarak bakılması gerektiğini söyledi. Kişilerin karşı karşıya geleceği bir mülkiyet rejiminde kazananın mahkemeler, avukatlar olacağını söyleyen Ertuğ, kaybedenin ise insanlar olacağını belirtti.

“Birincil hukuku sulandırırsanız iki kesimlilik de ortadan kalkar”

Ertuğ, şunları söyledi, “Anlaşmanın bütününe şamil bir birincil hukuk olmazsa başta mülkiyet konusu olmak üzere kurulabilecek bütün düzenlemelerin hepsi AB mahkemelerinde çözülür. Birincil hukuk hiç konuşulmadı değil. Bu konuda aldığımız bilgiler endişe vericidir. Tam olarak uygulanmayabilir ama bunun yerine idame edecek başka yöntemler bulunabilir öneriler sunuluyor. Bizim taraf da bunlara sıcak bakıyor. Halbuki birincil hukuku sulandırırsanız iki kesimlilik de ortadan kalkar. Anlaşmanın hiçbir unsuru sağlam zemin üzerine oturmaz”

Ertuğ, ortada siyasi bir durumun söz konusu olduğunu, ancak Kıbrıs’ın en barışçıl dönemini yaşadığını söyledi. Ertuğ, bunun başta gelen unsurunun Türk Barış Kuvvetlerinin burada olması olduğunu ifade etti.

Ertuğ, uzmanlara  göre AB’nin küçük ülkeler için bir okyanus olduğunu ifade ederek, ambargolar üzerinde henüz daha yüzmeyi öğrenmeye müsaade edilmemiş bir toplum durumunda olduğumuzu kaydetti. Ertuğ, olası bir anlaşma durumunda okyanus içine atılarak yüzmemizin bizden bekleneceğine vurgu yaparak, ekonomik anlamda rekabet edebilirliği başarmamızın kuşkulu olduğunu dile getirdi.

“AB’nin masada yeri olmamalı”

Ertuğ, ekonomik anlamda bir yere gelebilmek için geçiş döneminin olması gerektiğini söyledi. Ertuğ, AB tarafından yapılacak yardımlarla ekonominin Rum tarafı ile aynı düzeye gelemese bile rekabet edebilir bir düzeye getirilmesi gerektiğini savundu. 

Dünyanın olaylara tamamen kendi çıkarları doğrultusunda baktığını belirten Ertuğ, şöyle devam etti, “İngilizler kendi üsleri açısından bakarlar, ABD ise İngiltere ile uyum içindedir. ABD’nin Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğuda çıkarları var. İngiliz üsleri de bu çıkarlarını korumada kendilerine yardımcıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer konu ise Amerika’da güçlü olan Rum Yunan lobisidir. Bu dış siyasete yansıyan önemli bir konudur. Rusya federasyonu ise kendini Akdeniz’in sıcak sularına inme amacını zaten gerçekleştirmiştir”

Ertuğ, masadaki dengenin eşitlik zemininde denildiğini, ancak bizim aleyhimize olduğunu belirterek, AB’nin de işin içine girmesiyle dengelerin altüst olacağını kaydetti. Ertuğ, “AB’nin olaya bakışı farklılık gösterebilir. Kurumsal olarak AB’nin yaklaşımı bir avuç Türkü izole atında tutmak aslında bir utançtır. AB’nin Luxemburg kriterleri var. İlk önce kendi üyelerini desteklerler. Bu da Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafıdır. Biz yine de AB’yi gözlemci olarak kabul ettik. AB kıyıdan köşeden Kıbrıs sorunu içine müdahil olmaya çalışıyor. Teknik ve mali yardım vererek yardımcı olabilirler, ancak masada kesinlikle yerleri olmaması lazım” dedi.

“Alternatifler geliştirelim”

Ertuğ, ülkenin geleceği konusunda ümitsiz olmadığını belirterek, tek bir konu üzerinde odaklanıp da kendi kendimize çizdiğimiz kalıbın içinde kalmamamız gerektiğini söyledi. Sorunların çözümünün yaratıcı düşünceden geçtiğini belirten Ertuğ, bürokrasiyi sınırlamanın sınır tanımayan şeyler olduğunu kaydetti. Ertuğ, “Kıbrıs meselesini çözmeye çalışalım, esnek de davranalım, ancak bunun dışında alternatifler de geliştirelim ki karşı taraf da bizi buna mahkum görmesin” diye konuştu. 

Ertuğ, kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından kabul edilen ve bugün birçok tartışmaya neden olan 29+’nın ise, bugün telafuz edilenle taban tabana zıt olduğunu da dile getirdi.