Eniz Orakcıoğlu

Dev-İş Başkan Vekili Hasan Felek, ülkemizde 1974 sonrası kurulan düzende, Kıbrıslı Türklerin Federe Devlet ve KKTC konumuna gelme aşamasında şu an imzalanan protokollerin yerine 5 yıllık kalkınma planları yapıldığını belirterek, “Kıbrıslı Türkler o dönemlerde her alanda planlamalar yapardı. Yani Kıbrıslı Türkler 5 yıl içerisinde sanayisini, ekonomisini, sosyal yaşamını, eğitimini ve sağlığını planlayıp, 5 yılık kalkınma planları ile öngörülen hedeflere ulaşılmaya çalışılırdı. Türkiye’de Özal hükümetinin iktidarda olduğu 1986 yılından sonra ise 5 yıllık kalkınma planları yerine Türkiye’den dayatılan ve Türkiye’deki bürokratların neoliberal liberal anlayışlarla hazırladığı bir takım protokoller, tasfiyeler ve reçeteler Kıbrıslı Türklere dayatılmaya çalışıldı. 2016-2018 protokolüne baktığımızda ise yeni bir protokol olmadığını, 1986’dan başlayıp da bugünlere gelen bir anlayışın sonucu olduğunu söyleyebiliriz” diye konuştu.

“Özelleştirme asla kabul etmediğimiz bir anlayıştır”

Söz konusu protokolün toplumla paylaşılmadığını vurgulayan Felek, “Halkın da protokolün içeriği ile ilgili bir bilgisi yoktur. Ama mantık ve anlayış olarak Kıbrıslı Türklerin lehine olmayan bir anlayışla hazırlandığı ortadadır. Protokolün içerisinde 3 maddeyle ilgili veriler olsa da, en önemlisi Kıbrıslı Türklerin varlıklarının özelleştirilmesi konusu biz sendikalar ve Dev-İş olarak asla kabul etmediğimiz bir anlayıştır. Çünkü özelleştirmelerin getirdiği sonuçları geçmişte hep birlikte gördük. Bugün yeni protokolde limanların, elektriğin ve Telekomünikasyon hizmetlerinin özelleştirilmesi gündemdedir.  Limanlar konusunda zaten hava limanını vermiştik, bu durumda söz konusu olan deniz limanlarıdır. Elektriğin özelleştirmesinde ise elektriğin stratejik ve ciddi bir toplum malı olduğunu söyleyebiliriz. Telekomünikasyon özelleştirilmesinde ise zaten Telekomünikasyonun büyük bir kısmı GSM operatörler ile özelleşmiş durumdadır. Bunun yanında Telekomünikasyonun Dairesinin işlevi ve görevi gittik sonra ortadan kaldırılmaya ve gereksiz bir kurum haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Elektrikte bu başarılamadı çünkü yeni hamleler yapıldı ve toparlanmalar oldu, bu yeni protokolde de elektriğin dağıtım ve tahsilatının özelleştirilmesi gündeme geldi buda adım adım elektrik kurumunun ve bu toplumun öz değerlerinin özele verilmesi demektir” dedi.

“Geleceğe dönük tehlikeler içeriyor”

Suyu zaten kaybettiğimizi söyleyen Felek, “Stratejik alanlar üzerinden gidiliyor. Bir ülkede su ve elektrik olmadan hayat olamaz, yatırım olamaz. Bu temel ve stratejik kurumların özel tekelleri şirketlerin eline geçtikten sonra Kıbrıs Halkının ve emekçilerinin de ne şekilde etkileneceğini yaşayarak göreceğiz. Dünyada suyun özelleştirilmesinin örneklerini de gördük. 141 ülkede su özelleştirildi, 140 ülkede de devlete geri döndü. Biz bu uygulamaları yaşayıp gören diğer ülkelerde takip etsek şu anda yapılan su anlaşmasının da ne kadar tehlikeli ve vatandaşlar, üreten insanlar açısından da geleceğe dönük tehlikeler içerdiğini ve kabul edilemez bir durum olduğunu göreceğiz.”

“Üretimden koparılmaya çalışıldık”

1986’dan sonra Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılmaya çalışıldığını söyleyen Felek, “Üretmeyen toplumlar yok olmaya mahkûmdur ki bu bütün dünyada böyledir. Bugün geldiğimiz noktada da Kıbrıslı Türkler üretmemeyi, çalışmadan kazanmayı kabullendiler. Özal hükümeti döneminde Kıbrıs’ta Boru üretilir, Türkiye’de boru üretilmezdi. Bir 40-50 tesisten oluşan sanayi holding deneyimi vardı ve Toplumun ihtiyaçlarına göre üretim yapılıyor, her şeyde üretiliyordu. Zamanında Özal projesi kapsamında erken emeklilik rüşvetleriyle öyle bir noktaya geldik ki, Kıbrıslı Türkler üretmeyecek, Kıbrıs’ın Kuzeyinde hizmet sektörü gelişecek dendi. Adım adım o noktaya geldik” şeklinde konuştu.

“Devletin DPÖ’ye ihtiyacı var”

Protokolde Devlet Planlama Örgütünün (DPÖ) ortadan kaldırılmasının söylemler içinde olduğunu belirten Felek, “Böyle bir düşünce, böylemi anlayış olamaz. Çünkü DPÖ toplumun beynidir. Bugün Avrupa Kurumlarında en önemli alt yapı kurumu istatistik daireleridir. DPÖ, geleceğinizi planlayan, geçmişinizde dersler çıkararak öngörülerde bulunan, rakamlarla, bilimsel verilerle çalışan önemli bir kurumdur. Hataları ve yanlışları olabilir ama her devletin böyle bir kuruma ihtiyaç vardır. Bu kurumun ortadan kaldırılması Kıbrıs Türk toplumunun geleceğinin planlanmasının ortadan kaldırılması demektir. Sendikacı kimliğimden de öte bir Kıbrıslı Türk olarak bunu kabul etmem söz konusu değildir. Bu planlamalarımızı da Türkiye Planlama örgütü mü yapacak? Böyle bir anlayış yanlış bir anlayıştır. Bu Kuzey Kıbrıs Türk Devleti diyenleri de rahatsız eden bir konu olması gerek çünkü artık egemenliğimizi de yitirdik, bir egemenliğimiz kalmadı. Türkiye Cumhuriyeti eğer Kıbrıslı Türklere yardım, yada katkı yapacaksa ben üretiminin her alanda planlanması gerektiğine inanmaktayım” diye konuştu.

“Sorun sadece ekonomik anlamda değildir”

Felek, sözlerine şu şekilde devam etti; “Sağlıkta da bilindiği üzere özelleştirme devam ediyor, bugün devlet hastanesinin de önünde üniversite hastaneleri, özel hastaneler var. Kısacası sağlık özelleşti ve parası olan hizmet alacak. Bu durumda ben bir sigortalı ve sigorta emeklisi olarak maddi durumum iyi değilse devlet hastanelerinde beni ölüme mi ter edecek. Biz artık bunların gündeme gelmesinden yanayız ki sağlıkta olan sıkıntının benzeri de eğitimde vardır. Bütün dünyadaki neoliberal daha fazla sömürü, daha fazla kar anlayış bugün Kıbrıs’ın Kuzeyinde de Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından ekonomik protokollerle dayatılmaktadır ve biz özünde buna karşı çıkıyoruz. Bu noktada sorun sadece ekonomik anlamda değil, sorun siyasi, kültürel ve varoluş mücadelesinin bir noktaya gelmesi ve o iradeyi kırmasıdır.”

“Bana göre bu su anlaşması bir ihanettir”

Felek, Hükümette su konusunda geçmişi olduğunu söyleyerek, “AK Parti hükümetleri Kıbrıs’a getirecekleri su üzerinden geçen yılki seçimlerde suyu malzeme yapmışlardı. Seçime 3 gün kala suyun açılışı yapılmıştı. Bizdeki irade ise 2010’dan başlayarak Türkiye’nin getirdiği bütün anlaşma metinlerine imza atılmış, pazarlık yapılmamıştı. Geldiğimiz noktada bakanlar geldi gitti, belediyeler BESKİ’yi geliştirdi, bütün bunlara rağmen sonunda bir ucube anlaşma imzalandı. Bu su anlaşması tartışmaları sürerken, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs’ta maaş ödenecek mi, ödenmeyecek mi? Tartışmaları da başlamıştı. Bu anlaşmayı imzalanmadığı halde bu ayki maaşlarınız ödenmeyecek tartışmasıyla birlikte su anlaşması imzalandı. Buda Kıbrıslı Türklerin iradesi yoktur demektir. Bana göre bu su anlaşması bir ihanettir. Bunun yanında bu suyu Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’a politik ve uluslararası itibar için mi getirdi, yoksa ekonomik kazanç elde etmek için mi? Getirdi. Bu suyun getirilmesinin ekonomik aklı yoktur, mantıklı değildir, demek ki sen bu suyu itibar için bu suyu buraya getirdin. Bu durumda da Türkiye gölette kadar hak sahibi olmalı göletten sonrasına da Kıbrıslı Türklerin yönetiminde olması gerektiğine ve belediyelerin de bu işin içinde olması gerektiğine inanıyorum” dedi.