İşte Gürdal Hüdaoğlu'nun yazısı:

Kusura bakmayın biraz uzun oldu. Ama sözcükler duygularıma kifayetsiz geldi...

SAMİMİ İSYANIMDIR!

Aslında başlangıçta her şey normale yakındı. Solun iki adayını destekleyenler arasında bir tür imzasız mutabakat yürürlükteydi. Siyasal rekabeti olgunluk içinde ve barışçı biçimde yürütmeyi telkin eden sağduyulu seslere olabildiğince kulak veriliyordu.

Elbette karşılıklı eleştiri yapıldığı da oluyordu. Sonuçta ortada iki farklı aday olduğuna göre iki de farklı siyasal duruş var demekti. Bu iki görüş arasında kendi farkını ortaya koyma telaşıyla girişilmiş kimi atışmaların olması demokratik ölçütler içinde son derece normaldi. 

Arada ölçüsüzce yapılmış kimi saldırılar da olmuyor değildi. Fakat gerek adaylar gerekse yakın çevreleri bunları dizginlemek için samimi gayret sarf ediyorlardı. 

Bu sayede ortam sağlıklı bir kampanya süreci için elverişli halde tutulabiliyordu. Üstelik enerji tüketen sonuçsuz bir çekişmeye girmek yerine her adaya sadece kendini anlatarak kampanya yürütme şansı doğuyordu. Bu, seçmen için de en güzeliydi. Çünkü bu sayede adayların görüşlerini sarih biçimde öğrenme fırsatına sahip oluyordu.

Sonra birden tuhaf bir kabarma oldu. Arka arkaya, adeta “kampanya içinde kampanya” yürütüldüğünü açığa seren bazı hamleler geldi.

CTP kampanyası Eroğlu’nu bir kenara bırakıp Akıncı’ya yöneldi. Gazetelere verilen daha ilk ilanda hedefteki isim Mustafa Akıncı’ydı. Sonra tansiyon adım adım yükseltildi. 

İlk başta pek ortalarda gözükmeyen CTP Genel sekreteri artık sahnedeydi. İlk iş olarak gazetedeki köşesinde herkesi şaşkınlık içinde bırakan o yazıyı yazdı. Hani şu, “Kırk yıllık siyasi geçmişinde başarı hikayesi ne var? Temiz, dürüst gibi nitelikler var, onun dışında?” diyerek Akıncı’yı kimi yerde açıktan, kimi yerde ima yoluyla yerden yere vurduğu yazıyı…

“Seçim telaşıyla bir kaza oldu herhalde” diyerek yazıyı geçiştirenler çok geçmeden yanıldıklarını anladılar. 

O andan itibaren sistematik bir Akıncı saldırısı başladı. Genel Sekreter lafı en sonunda getirip “Biz Denktaş’tan korkmadık, Akıncı’dan mı korkacağız”a kadar dayadı. “Korku”, “Denktaş” ve “Akıncı” sözcüklerini yan yana yerleştirerek; gazete reklamındaki “ha Akıncı ha Eroğlu” mesajının bayrağını daha da yükseklere dikti. 

Bu esnada her anı kollayan fırsatçı bir kampanya tarzı geliştirildi. En sonunda Alpay Durduran taraftarlarını bile isyan ettiren bir Durduran polemiği tedavüle sürüldü. Durduran’ın tüm adaylara çattığı programın sadece Akıncı ile ilgili kısmı cımbızlandı ve şişirildikçe şişirildi. 

Arkasından bir akrabanın, daha ilk bakışta tamamen kişisel husumetten kaynaklanma ihtimali göze çarpan iddiası, yine sorgusuz sualsiz ağızlara sakız edildi. 

Arada Meclis Başkanlığı özel kaleminin yakışıksız sosyal medya paylaşımları ve bazı partili yazarların “hakaret” sözcüğünün bile hafif kalacağı türden kimi köşe yazıları sökün etti. 
Bunca şeyden sonra Kutlay Bey şimdi, “Akıncı teşvik ediyor, taraftarları saldırıyor” algısını pekiştirmek için çaba harcıyor.

Oysa manzara gayet açık: Süreci esasen Kutlay Erk ve onun yörüngesindeki bazı fanatikler dinamitliyor. 

Belli ki Mustafa Akıncı’nın güçlü bir aday olduğu ve bu esnada CTP tabanından hatırı sayılır bir kesimin de desteğini aldığı konusunda genel bir kanı oluştukça Genel Sekreter, artık unutulmaya yüz tutmuş ve bu dönemde siyaseten hiçbir şey ifade etmeyen ayrılıkları kaşımaya karar vermiş. Kamuoyundaki “Soldaki iki aday birbirini yıpratmasın” mutabakatını yerlere çalmak pahasına…
Peki bütün bu olanlar kime yarıyor? Mesele sadece ikinci turda ne olacağı meselesi de değil. Her konuda her an uzlaşı ve dayanışma içine girebilecek iki siyasal öbeğin bundan sonraki ilişkileri de mi umursanmıyor? Mesela olası bir çözümde kimin gücü tek başına “evet”e yetecek? 

Son günlerde zihinlere çakılmak istenen kanaate karşın aslında bu iki siyasal öbek, geçmişte olağanüstü dayanışma örnekleri sergilediler. 

Daha geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde Mehmet Ali Talat’ı sadece CTP mi desteklemişti? TDP ve BKP’nin resmi karar alarak ve bütün imkânlarını seferber ederek Talat için çalıştığı ne çabuk unutuldu? Belki seçim kaybedildi ama hatırı sayılır bir oy oranına ulaşılarak yeni Cumhurbaşkanı’na “nefesimiz ensende” mesajı iletilmedi mi?

Peki ya Mağusa’daki tarihi ittifak..? CTP’liler Hüseyin Angolemli’nin seçilebilmesi için nasıl da seferber olmuşlardı. Onlar sayesinde kimin yenilgiye uğratıldığını ve bunun Kıbrıslı Türklerde yarattığı siyasal coşkuyu nasıl unutabiliriz?

Öte yandan TDP’liler de Oktay Kayalp’i samimiyetle desteklemişler ve zaferine katkı yapmışlardı. Tıpkı geçen seçimde Gönyeli’de yaptıkları gibi. 

Bu camia ezelden beri, iki farklı yolu kat eden ama sonuçta aynı yere varmayı arzulayan büyük bir camia. Herkes fiziksel olarak ikiye bölünmüş olmasına değil, zihnen halen bir bütünü teşkil ediyor olmasına dikkat kesilmeli. 

Elbette kimi zaman birbirlerine kızacaklar da. Ama bu şekilde siyasal köprüleri atmak zorundalar mı? Üstelik yapay kampanya atraksiyonlarına kurban giderek… 

Kendi kanaatimi lafı dolamadan açıkça ifade ediyorum: İki taraftan da destekçi düzeyinde seviyesiz saldırılar oldu, oluyor… Bunları açıkçası çok fazla umursamıyorum. Sonuçta demokratik yaşamda kimse kimsenin polisliğini yapamaz. Ahlak da öğretilebilecek bir şey değildir. Benim derdim kurumsal operasyonlarla. Bu insanlar, ucuz kampanya stratejileriyle birbirlerine düşürülmemeli. 
Yine açıkça yazıyorum: Benim görebildiğim kadarıyla bu işin esas sorumlusu koparmaya çalıştığı bütün fırtınaya rağmen en başta Kutlay Erk’in kendisidir. Kimse onun oyununa gelmesin!
Bu arada iki taraftan da hâlâ daha sağduyulu sesler çıkaranların olduğunu görmek beni hem şaşırtıyor hem de mutlu ediyor. Ben kendi adıma Asım Akansoy, Doğuş Derya, Sami Özuslu ve Tümay Tuğyan gibi isimlerin her birine ayrı ayrı teşekkür ederim. Kopartılmak istenen fırtına karşısındaki saygıdeğer duruşları için…

Şimdilerde arşivleri karıştırıp satırları tutuşturmaya ve kavgayı yangına çevirmeye çalışanlar var. Geçmişe böylesine merak saranlar keşke Talat, Angolemli ve Kayalp seçimlerini de unutmasalar. 
Geçmişte omuz omuza kavga veren insanları bugün birbirine kırdırmaya çalışanlara hepimiz tek bir soru sormalıyız: “Sen kime hizmet ediyorsun?”