Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapmış olan MHP Milletvekili Yusuf Hallaçoğlu bugün TBMM’de yaptığı basın toplantısında Rum lider Anastasiadis’in Mont Pelerin’de Cumhurbaşkanı Akıncı ve dosyalara vakıf olmayan ekibi karşısında istediğini aldığını, özellikle AB’nin belirsiz olduğu konjonktürde Rum tarafına verilecek toprak tavizlerine ve siyasi tavizlere dayanan bir uzlaşma peşinde koşmanın, KKTC Türk halkına karşı işlenmiş siyasi bir cinayet olduğunu ifade etti.

Hallaçoğlu şöyle konuştu; “Türkiye siyasetinin çok yoğun olduğu şu dönemde maalesef Türkiye için bir sigorta niteliğinde olan Kıbrıs’ta ciddi gelişmeler olmaktadır. Dolayısıyla basın toplantımızın konusu Kıbrıs’tır.

Özellikle son zamanlarda Misâk-ı Millî’nin ve Lozan konularının sık sık gündeme getirildiği, bundan dolayı devletimizin kurucularına saldırıldığı, alenen Adalar denizindeki bir kısım adamızın Yunanistan’a teslim edildiği bir dönemde, Türkiye için olmazsa olmaz durumunda olan Kıbrıs ile ilgili görüşmeler sürdürülmektedir. Her ne kadar bugün için Kıbrıs görüşmeleri kilitlenmişse de, önümüzdeki günlerde muhtemelen bu görüşmelere yeniden başlanacaktır. Şu ana kadar devam eden görüşmelerin mahiyeti ve bundan sonra da nasıl bir politika izlenmesi gerektiği konusunda bir takım değerlendirmelerde bulunmak durumundayız.

Lozan’ın 12 ve 15. maddesinde bahsi geçen toplam 23 ada, 30 Ekim 1918 tarihi itibarı ile işgal altında olduğu için Misâk-ı Millî sınırları içinde değildir. Bilindiği üzere Adalar Denizi’nde bulunan 12 Ada 1912 Trablusgarp savaşı sırasında İtalyanlar tarafından, diğer ege adaları ise yine aynı yıl meydana gelen Balkan savaşları sırasında Yunanistan tarafından işgal edilmişti. YineErdoğan Hükümetleri döneminde, hem Misâk-ı Millî sınırları içinde, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olup resmi toprakları olan Türk adaları da, Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.

Nitekim bu Türk adalarından biri Aydın İli sınırları içinde yer alan Marathi Adası’dır. Eski Başbakan ve halen AKP Milletvekili olan Davutoğlu’nun, bu yılın Ağustos ayı başında, Ege Denizi’nde tatile çıktığı ve bu Marathi Adası’nı ziyaret ettiği basında yer almıştır. Bu ziyaret, maalesef işgali meşrulaştırmıştır.

Halbuki Cumhuriyetimizin kuruluşu sırasında Milletler Cemiyeti’ne tescil ettirilen Aydın Marathi Adası, Yunan işgali altında olan 18. Türk adasıdır. Marathi Adası’nın Türkiye’ye ait olduğu hem 25 Ocak 1933 tarihli T.C. Resmi Gazete’de belirtilmiş hem de 1943 tarihli İngiliz ve 1951 tarihli Amerikan haritalarında gösterilmiştir.”

“RUMLARIN MASADA DAHA DA GÜÇLÜ BİR TAVİZ BASKISI KURACAĞINI DÜŞÜNÜYORUZ…”

“Değerli basın mensupları,

AKP Hükümetleri döneminde Yunan işgali altına giren 18. Türk Adasından bahsediyoruz. Buradan AKP milletvekillerine sesleniyorum. Elbette ki kendileri ilelebet iktidarda kalmayacaklardır. Kacağını zannedenlerin hepsi iktidardan düşmüşlerdir. Dolayısıyla hiçkimse de, bu konunun öylece kapanacağını zannetmesin. Size siyasi tarih konusunda bilgili bir akademisyen olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu tür hesaplar kapanmadan tarih sayfaları da hiç kapanmamıştır. Bu kez de öyle olacaktır.

Değerli basın mensupları,

Kıbrıs’ta çok önemli bir dönemin arefesindeyiz. İsviçre’de konusu Türk tarafının Türk askeri ve mücahidinin kanı ile kazandığı toprakları masa başında Rumlara geri vermek olan toprak görüşmeleri için liderler ikinci kez buluşmuştu ve ilk gecesinden müzakerelerin çöktüğü haberi yayıldı. Üzerinden 24 saat geçmeden ilgili, ilgisiz tüm kesimlerden müzakerelere devam edilmesi yönünde baskı yapılmaya başlandı.

Doğrusu önceki tecrübelere de dayanarak aslında gerçekten çökmesi gereken müzakerelerin hemen yakında daha hızlı şekilde tekrar başlayacağını ve bu kez Rumların masada daha da güçlü bir taviz baskısı kuracağını düşünüyoruz. Zira müzakerelerdeki mevcut duraksamanın Yunanistan’ın Garantiler konusundaki baskısı olduğu bilgisine vakıfız…”

“BU KAÇINCI ESNEKLİKTİR, NEREYE KADAR”

“Biliyorsunuz ki İsviçre’deki toplantının konusu topraktı ve amacı da toprak başlığını aşarak Beşli Konferans tarihinin belirlenmesiydi. Yunanistan, henüz toprak başlığı görüşmeleri tamamlanmadan Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’nda geri adım atması koşulunu dayattığı için de müzakereler çökmüş görünüyor. Hepimiz biliyoruz ki şimdi Türkiye’nin müzakerelerdeki aksama nedeniyle suçlanması süreci başlayacak, Türkiye’ye daha fazla esneklik göstermesi için baskı uygulanacak. İyi de bu kaçıncı esnekliktir, nereye kadar bu esneklik devam edecektir? Düne kadar AB için Kıbrıs’ta çözümün şart olduğu söylenmekte ve “bir adım önde olma” da dahil tüm yük Türkiye ve Kıbrıs Türküne yüklenmekteydi. Şimdi AB üyeliğinin önemi başka nedenlerle göz ardı edilebiliyorsa nasıl olur da Kıbrıs konusunda hala taraflardan sadece birine bu denli baskı yapılabilmektedir?”

“RUM TARAFI MASADA MAALESEF ALACAĞINI ALDI…”

“Değerli basın mensupları,

Sizlerin aracılığıyla Türkiye kamuoyunu ve Kıbrıs Türk Halkı’nı, Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’yla ilgili bir takım yeni söylemlerin karşılarına çıkabileceği yönünde uyarmak istiyoruz. Rum tarafı masada alabileceği her şeyi maalesef Sayın Akıncı yetki ve haklarının ötesine geçtiği için fazlasıyla aldı. Şimdi sıra Garantörlük meselesini kendileri için çözmeye geldi. Bu hususta Rum basınında, Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’nın içeriğinde değişikliğe razı olduğu ve bir süredir Ada’nın tümü üzerinde değil sadece Türklerin yaşadığı kısımda geçerli olacak yeni bir Garantörlüğün tasarlandığı yazılıp çizilmektedir. İsviçre müzakereleri öncesinde Rum basınına sızdırılan haritalar Türk tarafınca yalanlanmıştı ancak az sonra değineceğimiz üzere bu haritaların doğru olduğu ortaya çıktı. Bu nedenle de Garantörlük hakkında Rum siyasilerin beyanatları çerçevesinde çıkan haberlerin de ciddiye almamız gereken doğruluk payı olduğu açıktır…”

“GARANTÖRLÜK HAKKI’NDAKİ DEĞİŞİM SÖYLEMİNİN ARDINDA FETÖ İZİ VAR”

“Buradan Türk Hükümeti’ni uyarmak istiyoruz. Garantörlük Hakkı ile bir kez oynadığınız takdirde, o artık bir uluslararası anlaşmadan kaynaklı bir hak olmaktan ve asli görevini yerine getirmekten çıkar. Biz bu Garantörlük Hakkı’ndaki değişim söyleminin FETÖ Paralel Devlet Yapılanması’nın ve bu yapılanmanın parçası olup da henüz hala devletin yakasından sıyrılamamışların Türkiye ve Kıbrıs Türküne dönük düşmanca bir hamlesinin bir ürünü olduğuna inanıyoruz, inanmak istiyoruz. Zira aksini düşünmek mümkün değil. AKP Hükümeti bile uluslararası bir anlaşmanın mahiyetiyle oynamanın ülkeye ve bugüne dek güvence verdiği insanların haklarına ve güvenliklerine ciddi zarar verileceğini anlayacak durumdadır. Mevcut hükümetin bu ve benzeri önerileri dile getirenler hakkında önlem almaları konusunda uyarıyoruz….”

“RUM POLİSİ EN UFAK BİR ARAŞTIRMA DAHİ YAPMADI”

“Eğer anlaşmada garantörlük kurumu bu şekilde sınırlandırılır ise yeni anlaşmada İngiltere ve Yunanistan yer almayacaktır ve bu da Garantörlük hakkının uluslararası niteliğini ortadan kaldıracaktır. İkincisi sınırlandırılmış bir hak, gerçek bir Garantörlük Hakkı’nın yerini tutacak olsaydı Rumlar bunun için ısrar etmezlerdi. Hem zaten sormak gerekir ki, Türklere dönük yeni bir katliam niyetinin oluşmayacağını Rum Yönetimi garanti edebilmekte midir? Eğer kendilerine bu konuda güveniyorlarsa; 1- Kapılar açıldığından bu yana neredeyse her gün bir ya da daha fazla Türk’e Rumlar tarafından saldırı yapıldı ve bunların kaçı hakkında soruşturma açıldı? Hiç ceza alan oldu mu? Bizim takibimize göre Rum polisi en ufak bir araştırma dahi yapmadı. 2- Eğer Türklere saldırı, katliam olmayacaksa neden Türkiye’nin Garantörlüğü rahatsızlık etmektedir?

Unutulmamalı ki Garantörlük meselesinin Beşli Konferans’ta masaya konulacak olması durumunda Türkiye üzerinde çoklu bir baskı kurulacaktır. Bu konuda önlemler derhal alınmalı, Türkiye’nin bu husustaki kararlığı tekrar gerçek bir samimiyetle ve ciddiyetle dile getirilmeli ve bu sözün de arkasında durulmalıdır….”

“TÜRK TARAFINI YÜZDE 25’E İNMEYE RAZI ETMEYE ÇALIŞIYOR”

“Değerli basın mensupları,

Mevcut durum müzakerelerin bir şekilde kaldığı yerden devam edeceğini gösteriyor. Bu nedenle kalınan yer hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Durum maalesef pek iç açıcı değildir. Kıbrıs Türklüğü şu an bedelini kan ile ödeyerek Ada topraklarının yüzde 36’sını elinde tutuyor. Ancak Rum tarafı Ada’nın yüzde 75’ine ve kıyı şeridinin de yüzde 60’ına sahip olmak istiyor. Ancak pazarlığa yüzde 36 üzerinden değil yüzde 29 üzerinden başlıyor. 1992’de “Gali Fikirler Dizisi” diye adlandırılan ve BM Genel Sekreteri Butro Butros Gali başkanlığında yapılan müzakere sürecinde KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ancak bir paket anlaşma çerçevesinde olmak üzere toprak düzenlemesinde yüzde 29’a inmeyi kabul etmişti. Paket anlaşma gerçekleşmediği halde o günden sonra Rum tarafı hep pazarlığa yüzde 29’dan başlamak istemiştir. Halbuki tüm konularda anlaşmaya varılmadan hiçbir konuda anlaşılmamış sayılması Kıbrıs müzakerelerinin ana prensibidir. Şimdi Anastasiadis da pazarlığa yüzde 29’dan başlıyor ve Türk tarafını yüzde 25’e inmeye razı etmeye çalışıyor. Bu Rum tarafının müzakerelerden ne anladığını göstermesi bakımından önemli bir örnektir. Müzakerelerde lehe gördükleri her bir yaklaşımı kazanım olarak görmekte ve bunu yeni bir taviz arayışına yeni başlangıç noktası olarak kabul etmektedirler.”

“KİLİSE TOPRAKLARI İLE TARİHİ YERLER VE BENZERİ DİĞER YERLER DAHİL DEĞİL..”

“İsviçre’deki son toplantıda Türklere bırakılacak toprağın yüzde 28,5 olduğu konusunda anlaşıldığı ifade edilmektedir. Kamuoyunu uyarmak isteriz ki buna Güzelyurt ve Karpaz ve ayrıca yönetimi Rum tarafına bırakılacak Kilise toprakları ile tarihi yerler ve benzeri diğer yerler dahil değildir. Bunlar da eklendiğinde Türklere kalan toprak fiili olarak yüzde 25’e kadar düşmektedir. Güzelyurt, Maraş ve Karpaz’ın kendilerine bırakılması konusunda Rumların aşırı istekliliği de zaten gizli değildir. Buna bir de tüm Rumlara kuzeyde mülk alma, yerleşme, iş kurma ve çalışma hakkının tanınmış olmasını,bunlardan 50 bin kişiye de seçme seçilme hakkının verilmiş olmasını ilave ediniz…”

“AKINCI’NIN ZAYIF VE DOSYALARA HAKİM OLMAYAN EKİBİ…”

“Değerli basın mensupları,

Rumlar toprak konusunda istediklerini alacak olurlarsa, gerisi onlar için fazla önem taşımamaktadır. Zira daha çok nüfusa sahip oldukları için, bir kez toprağı anlaşma ile aldıktan sonra geri kalan tüm sorunları bunun ardından çözebilirler. Unutulmamalıdır ki kendini yeniden üretemeyen tek şey topraktır. Toprak ve mülkiyet bu nedenle son derece önemlidir. Türklerin en önemli kozu ise bu toprak konusudur. Maalesef Akıncı bu kozu kötü kullanmaktadır ve yine maalesef Akıncı’nın zayıf ve dosyalara hakim olmayan ekibi, ortaklık devletinde bazı anayasal hakları alabilmek için toprak vermek zorunda oldukları gibi yanlış bir fikre sahiptir. Bu fikir kesinlikle yanlıştır.Çünkü Türklerin anayasal haklarının bedeli zaten ödenmiştir. Bu ekip, Türklerin azınlık değil kurucu halk olduğunu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rumlarla birlikte eşit ortağı olduğuhu ve bunların uluslararası anlaşmalarla da kabul edildiği gerçeğini göz ardı etmeyi bırakmalıdır. Aksi takdirde beklediklerinin aksine Türkleri savunmasız, güvencesi olmayan bir geleceğe ve olası birleşik devlet içerisinde yok olmaya sürükleyeceklerdir. Nitekim gördük ve görüyoruz ki; zaten beklediğimiz gibi Rumların pazarlığı Annan Planı’nda alamadıklarından başlamıştır ve Annan Planı’nda kabul ettiklerini de yok saymışlardır; Öte yandan olmaz denilen olmuş ve daha önce özenle korunan haklarda Türk heyeti ciddi tavizler vermiştir.Buna rağmen İsviçre’de Rumlar daha da, daha da fazlasını istemektedir. Sonunda anlaşma konusunda en ılımlı isimler bile Rumları maksimalist tutum sergilemekle suçlamıştır. Bu gelişmeler ışığında Akıncı KKTC’ni tarihe gömen, diğer bir ifade ile devletinin mezarını kazan Cumhurbaşkanı olarak geçmek konusunda çok hevesli görünmektedir…”

“YARIN GÖRÜLECEKTİR Kİ DÖNÜŞÜMLÜ BAŞKANLIĞIN KABUL ETTİRİLDİĞİ BİR “ZAFER” KAZANILMIŞ GİBİ İLAN EDİLECEKTİR…”

“Değerli basın mensupları,

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı “Dönüşümlü Başkanlık olmazsa olmaz” demektedir. Rum Lider Anastasiadis ise buna karşı çıkmaktadır. Halbuki bilindiği üzere Dönüşümlü Başkanlık Annan Planı’nda Rum heyetince kabul edilmişti. Şimdi müzakere sistemine bir bakınız. Türk heyeti zaten aldığı bir kazanımı, kabul ettirmeyi başarı olarak gösterecektir. Ama buna karşılık Annan Planı’nda olduğundan daha fazla taviz verecektir… Nitekim İsviçre’deki görüşmelerinkilitlenmesinden sonra “Rum tarafının Dönüşümlü Başkanlığı bile Beşli Konferans’ta bir pazarlık konusu olarak cepte tuttuğunu” Türk heyeti açıklamıştır. Neden “bile” denilmektedir? Çünkü kendileri Annan Planı’nda verilmemiş olanı verirken, Rum tarafı Annan Planı’nda kabul ettiğini yeniden kabul etmek için yeni koşullar öne sürüyor… Yarın görülecektir ki Dönüşümlü Başkanlığın kabul ettirildiği bir “zafer” kazanılmış gibi ilan edilecektir. Ama unutmamalıdır ki burada asıl önemli olan husus, Türklerin temsiliyetinin 1960’ın gerisine düşmemesi ve yönetimde yer alacak Türk temsilcilerin yönetime etki edebilme gücüdür. Bunu da belirleyen pek çok faktör vardır. Bunlardan biri oy kullanımıdır. Eğer Rumlar Kuzey’e yoğun şekilde yerleşim amacıyla geçecekse, seçimlere katılımları meselesinin ayrıntılarıyla düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türk temsilcilerin seçilmesinde, Rum oylarının belirleyeceği bir demografik yapı oluşabilir ve bu da Türk temsilcinin Türkleri temsil etmesini doğrudan olumsuz etkiler…”

“4 RUMA KARŞI 1 TÜRK OLSUN TALEBİ…”

“Değerli basın mensupları,

Kıbrıs’ta sağlanacak çözümün BM belgelerinde yerini almış ana parametrelerinden biri “İki Kesimlilik İlkesi”dir. Ancak bu ilke Akıncı-Anastasiadis görüşmelerinde ne yazık ki çoktan bertaraf edilmiş durumdadır. İşte, Annan Planı’nda yer aldığı halde geri adım atılan bir husus da budur. Rum lider Anastasiadis giriş, yerleşim, dolaşım ve mülk edinme serbestisini “Dört Özgürlük” olarak adlandırmaktadır ve bunu AB müktesebatına dayandırmaktadır. Ne var ki Rumların 4 Ruma karşı 1 Türk olsun ve belli aralıklarla bu oranın aşılıp aşılmadığı da kontrol edilsin talebi,Akıncı tarafından kabul edilmiştir. Böylesine aklın almayacağı bir talebin, bırakın AB müktesebatına uyumunu, insan hakları ile bağdaşmadığıaçıktır ve bu talebin kabul edilmesinin de hiçbir izahı bulunmamaktadır.

Değerli basın mensupları,

İki kesimlilik ilkesinin tasfiye edilmesi, 50 yıllık Kıbrıs müzakerelerinde edinilmiş bir hak ya da bir arada yaşamayı garanti eden en önemli prensibin yok sayılması anlamına gelmektedir. Rumların yoğun bir yerleşimle Türkleri kısa sürede ülke ve hatta belediye yönetiminde etkisiz hale getirebileceği, Türklerin işsiz kalmasına sebep olabileceği gibi pek çok ihtimali ortaya çıkarmaktadır.

Öte yandan Türk tarafı haklı olarak, AB kurallarına uymayan düzenlemelerin çözümden sonra Avrupa mahkemelerinde delinmemesi için anlaşmanın tüm AB ülke parlamentolarından onaylanmasını istemektedir. Aslında bunun dört özgürlük meselesi için de istenmesi gerekirdi. Böylece iki kesimlilik korunmak suretiyle Türklerin güvenliği sağlanabilirdi.Ama maalesef bu husus da gözardı edilmiştir.”

“KIBRIS RUM YÖNETİMİ, KIBRISLI TÜRKLERİ DE YAŞATABİLECEK BİR EKONOMİK YAPIYA SAHİP DEĞİL”

“Değerli basın mensupları

İsviçre’de müzakere masasının dağılmasından sonra Türk Heyeti adına yapılan açıklamada, Kuzey’e geçecek Rum sayısının da sorun oluşturduğu belirtilmektedir. Nitekim, Kuzey’de Rumlara bırakılan yerler olmasına rağmen, bu yerler haricinde Türklere bırakılan yerlere de 90 bin Rum’un geri dönmesi konusunda Rum tarafı baskı yapmaktadır. Buna “Dört Özgürlük” adı altında aslında AB müktesebatı gereği zaten ikamet ve yerleşip iş kurma için tam bir serbestiyet konusunda uzlaşıldığını da ekleyecek olursanız, Türklerin yarınlara güvenle bakmasını tamamen imkansızlaştıran, 50 yıl boyunca korunmuş ve BM belgelerine geçmiş bir haktan da geri dönüş olduğu görülür. Bu asla kabul edilemez bir durumdur…

Değerli basın mensupları,

Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıslı Türkleri de yaşatabilecek bir ekonomik yapıya sahip değildir. Nitekim Rum Hükümeti, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nde, belki 2031’e kadar her ay 10 milyar Euro ücret ödemeleri gerekeceği ve bu durumdan dolayı ekonomik çökme tehlikesi olduğu” yönünde bir açıklama yapmıştır. Aslında bu da şu an nüfusunun önemli bir kısmı devlet memuru olan Kıbrıslı Türklerin birleşme sonrasında ya işsiz kalacağı ya da birleşik bir şekilde devletin iflasa sürükleneceği anlamına geldiğinin açık itirafıdır.”

“VAKIFLARINA AİT GASPEDİLMİŞ ARAZİ 76.650 DÖNÜM”

“Değerli basın mensupları,

İşte bu sebeple bundan sonraki görüşmelerde bir müzakere ve anlaşma plânı mutlaka gereklidir. Sonunda iki ayrı devlet ortaya çıkacak dahi olsa, Güneyde kalan Türk ve Türk Vakıf mallarının da dahil olacağı bir mal paylaşımının ve sınır belirlemesinin gerekli olduğu kesindir.Zira Kıbrıs adasının 3/1’i Türk vakıf arazisidir. Nitekim Sömürge İdaresi ile ortak Cumhuriyet Yönetimi’nin hâkim olduğu 1878-1974 döneminde, vakıf emlâkın önemli bir kısmı, vakıf kurallarına aykırı bir şekilde, Sömürge İdaresi, Merkezî Hükümet, Yerel Yönetimler, Kıbrıs Rum Kilisesi ve Kıbrıs Rum halkı tarafından gaspedilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla 100 yılı aşkın bu gasbın bedeli milyarlarca dolara ulaşmaktadır.

Yapılmış olan kısmî tespitlere göre; Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarına ait gaspedilmiş arazi 76.650 dönüm olarak belirlenmiş olup, bunun 35.743 dönümü kentsel; 40.907 dönümü ise kırsal arazi niteliğindedir. Her iki vakıfın toplam arazisi 90 bin dönüm civarındadır ve vakıflar “Mülhak” vakıf olarak kurulmuştur. Bilindiği gibi Mülhak vakıflar satılamaz, devredilemez, hibe edilemez ve zaman aşımından etkilenmez…”

“BEKİR PAŞA VAKFI’NDAN UĞRADIĞI KAYIP, YÜZLERCE MİLYON STERLİNDİR”

“İkinci önemli örnek ise, Bekir Paşa Vakfı’dır. Vakfa ait 2.420 dönüm zirâî arazi ve 15.181 ton/gün kapasiteli Bekirpaşa suyu, ortak Cumhuriyet Dönemi’nde, 1964 yılında Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından gaspedilmiş ve Vakıf sular Larnaka Rum Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. Gaspedilen Bekir Paşa zirâî arazisinin yıllık geliri ise 29.040 sterlin, Bekir Paşa suyunun yıllık gelir potansiyeli de 2.7 milyon sterlindir. Vakıfların, yalnızca Bekir Paşa Vakfı’ndan uğradığı kayıp, yüzlerce milyon sterlindir.

Diğer taraftan, Anayasal düzeyde tanınmış Ahkâmü’l-evkãf kurallarına göre vakıf emlâk mülkiyetinin statüsünde hiçbir şart altında değişiklik yapılması mümkün değildir. Ancak, istisnai durumlarda vakıf ve kamu yararı çerçevesinde emlâk takası Ahkâmü’l-evkãf Kurallarının istibdal hükmü çerçevesinde mümkün olabilmektedir. Bununla birlikte, bu duruma aykırı olarak yapılmış pek çok statü değişikliği mevcuttur. Buna karşılık 1959 Londra ve Zürih anlaşmaları yapılırken, Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, “gasp edilen Vakıf mallarıyla ilgili Kıbrıs Türk toplumunun haklarının saklı olduğuna ve söz konusu malların geri alınması ve tazmini için gerekli çarelere başvurulacağına” dâir anlaşma metin taslağına şerh koydurmuş bulunmaktadır. İşte bu nedenle, toprak başlığı altında ne konuşulduğu, nelerden vazgeçildiği büyük önem taşımaktadır. Hem bu paylaşımda Türklerin gayrimenkulleri gündeme gelmediği için eksiklik söz konusudur, hem de iki ayrı devletli formülün gündeme gelmesi ya da birleşme sonrasında yeni bir ayrılmanın gündeme gelmesi halinde toprak paylaşımında hangi sözlerin verildiği önemlidir. Bundan dolayı müzakerelerden bir birleşme plânının çıkmaması durumunda ne yapılacağının da açıkça konuşulması gerekmektedir. Nitekim sürdürülen müzakereler çöktüğüne göre, bir sonraki müzakerelere başlamadan önce bu hususun net şekilde adının konulması lazımdır. Bu en çok Rum tarafının müzakere masasına daha ciddi oturmasını sağlayacak ve aynı zamanda Türklerin de bir referandum durumunda verecekleri kararda “gerçekte ne istedikleri”ni bilerek hareket etmelerini sağlayacaktır. Nitekim, bugün gerçek bir referandum yapılsa ve seçenekler arasında “bağımsızlığın tanınması” olsa Kıbrıslı Türklerin yüzde 99 oranında bunu tercih edeceği ve kendi devlet çatıları altında yaşamayı isteyecekleri açıktır.”

“AB’NİN GELECEĞİNİN BELİRSİZ… RUMLARA TERK VATANA İHANET”

AB’nin geleceğinin belirsiz olduğu, Türkiye-AB ilişkilerinin devamının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından referandum konusu haline getirildiği bir dönemde Kıbrıs’ta Rum tarafına verilecek toprak tavizlerine ve siyasi tavizlere dayanan bir uzlaşma peşinde koşmak, KKTC Türk halkına karşı işlenmiş siyasi bir cinayet anlamını taşıyacaktır. Bundan dolayı AKP Hükümetine acil tavsiyemiz, Sn. Akıncı’nın Ankara’ya davet edilerek, bu önerilerimizin de dikkate alınmak suretiyle gerekli temasların kendisi ile yapılmasıdır. Aksi takdirde, Türkiye’ye 780 kilometre kare küçük geliyor beyanatları arasında, Ege’de adalarımızın Yunan işgaline girmesine ses çıkarılmaması, yine Kıbrıs’ta şehit kanları ile alınmış toprakların Rumlara terk edilmesi vatana ihanet olacaktır…”