Özge Kizir

Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde müzakere heyetinde yer alan Oğuzhan Hasipoğlu, müzakerelerdeki olumsuzluklara değinerek, “1960 Anayasası’nda bile başkan yardımcısı olan Kıbrıslı Türk başkanın veto yetkisi varken, yeni anlaşma zemininde bu hak da verilmemiştir. Dönüşümlü başkanlığın içi boş” dedi.

Kartal Harman’ın sunup yönettiği “Ayaküstü 1 Saat” programının konuğu, Avukat Oğuzhan Hasipoğlu oldu. Kıbrıslı Türk başkanın veto yetkisi varken, yeni anlaşma zemininde bu hakkın verilmediğini ifade eden Hasipoğlu, “Yürütmenin başı olacak olan başkan ve başkan yardımcısının, yeni devletin başkanının belli bir dönem Kıbrıslı Türk olması gerektiği konusunda tartışma sürüyordu. Başkan ve başkan yardımcısının kararların alınmasında herhangi bir oy hakkının olmayacağı konusunda iki tarafın anlaşmaya varması, aslında başkan ve başkan yardımcısını birer sembolik başkan ve yardımcısı konumuna getirmiştir.1960 Anayasasında bile başkan yardımcısı olan Kıbrıslı Türk başkanın veto yetkisi varken, yeni anlaşma zemininde bu hak da verilmemiştir” şeklinde konuştu.

“Anastasiadis’in kendi toplumuna vereceği cevap bellidir”

Hasipoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 

“Kıbrıslı Türkler ve Rumlar kendi bölgelerinde yapacağı ayrı ayrı seçimlerde kendi başkanlarını seçmesi yönünde anlaşmaya varılmıştır. Ancak bunun ötesinde bu seçilen başkanın Bakanlar Kurulu’nda kararların alınmasında oy kullanamayacak olması, dönüşümlü başkanlığı sorgulanır hale getirmiştir. Rum Lider Nikos Anastasiadis’in kendi toplumuna vereceği cevap bellidir. ‘Dönüşümlü başkanlığı kabul ettim, ancak Kıbrıslı Türklere çok önemli bir taviz değildir. Zira oy hakkı olmayan başkanların dönüşümünü kabul ettim’ diyecek!  

“Kıbrıs Türk halkının, iradesini kararlara yansıtması en doğal haklarıdır”

‘Kıbrıs Rum tarafında durum nedir’ diyeceksiniz. Kıbrıs Rum tarafında da Anastasiadis’in oyu yoktur, kendi atadığı bakanlar zaten onun iradesini Bakanlar Kurulu’nda yansıtır. Ancak unutulmaması gerekir ki, Anastasiadis’in Kıbrıs Rum devleti üniter bir devlettir. Biz ise iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasal eşitliğin olacağı bir federal ortaklığı görüşüyoruz. Kıbrıs Türk halkının, kendi seçtiği başkanı belli bir dönem başkan olarak görmek ve kararların alınmasında bizzat iradesini kararlara yansıtması en doğal haklarıdır.

“Dönüşümlü Başkanlık, ‘Siyasal Eşitlik’ kavramının bir unsurudur”

Bakanlar Kurulu oluşumunda ise, kaderimiz sadece bir Türk bakanın eline kaldı. 7 Rum, 4 Türk bakanın oluşturacağı Bakanlar Kurulu’nda tek güvencemiz tek bir Türk bakanın inisiyatifine bırakıldı. Bu şekilde bir başkanlık sistemi olamaz. Dönüşümlü başkanlığın geçmişi nereye dayanmaktadır? Her şeyden önce ‘Siyasal Eşitlik’ kavramının bir unsuru olan ‘Dönüşümlü Başkanlık’, bir BM parametresidir. Daha önceki BM planı olan Annan Planı’nda da yer almaktaydı. Hâlbuki ‘çapraz oy’ hiçbir zaman bir BM parametresi olmamıştır. Kıbrıs Rum tarafınca sırf Dönüşümlü Başkanlığı kabul etmemek için ortaya atılan tehlikeli bir oylama metodu olarak görülebilir! Her şeyden önce Dönüşümlü Başkanlık, Siyasal Eşitlik kavramıyla birlikte telakki edilmektedir ve onun bir unsurudur.

“Kıbrıs Türk halkının gerçek iradesi başkanı belirlemede belirleyici unsur olamayacak”

Çapraz oy, Kıbrıs Rum seçmenin Kıbrıs Türk tarafındaki başkanın seçimine etki edecek olması ve keza Kıbrıs Türk tarafının da Kıbrıs Rum başkanının seçimine anlaşılacak yüzdelik oranında etki etmesidir. Bu anlayış aslında ‘halkı’ bir bütün olarak görerek yürütmenin icra edilmesidir. Diğer bir ifadeyle, bir topumun iradesinin diğerine dayatılmasıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok az farkla başkanın seçilebildiği dikkate alındığında, Kıbrıslı Rumların yüzde 20’ye kadar oyunun Kıbrıs Türk başkanın seçimine etki edecek olmasından dolayı Kıbrıs Türk halkının gerçek iradesi başkanı belirlemede belirleyici unsur olamayacaktır. 

“Parametrelerin başında siyasi eşitlik ilkesinin geldiği dikkate alınmalıdır”

Bu durum ne demokrasi ne de meşruiyet ilkesi ile örtüşür. Bu sisteme şu an için ne siyasal partilerimiz hazırdır, ne de BM parametresi olan İki Toplumlu yönetim ilkesi ile uyumludur. Olası bir Birleşik Kıbrıs’ta, başka birçok konuda olduğu gibi, yürütme organının şekillendirilmesi konusunda da ülkede iki toplum olduğu, bu iki toplum arasında ciddi bir nüfus ve siyasal kültür farkı bulunduğu ve Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin yerleşik ve kabul edilmiş parametrelerin başında siyasi eşitlik ilkesinin geldiği dikkate alınmalıdır.

“Harita verilmesi hataydı!”

2011 yılında müzakere heyetindeyken yine Cenevre görüşmelerinde toprak başlığı altında haritanın son aşamada verileceği konusunda Kıbrıs Rum tarafı ile mutabakatımız olmuştu. BM de bu mutabakatı kayda geçirmiş ve raporunda yazmıştı. 2017 yılının başına geldiğimde son aşamaya geldiğimiz ümidiyle 1 Aralık 2016 tarihinde Mont Pelerin’de yapılan anlaşma gereği haritaların BM’ye tevdi edileceği konusunda anlaşıldı. Aynı anda garantilerin görüşüleceği beşli toplantının yapılması konusunda anlaşma yapıldı. Ancak Kıbrıs Türk tarafı haritayı verdi. Kıbrıs Rum tarafı ise diğer konularda ilerleme sağlatmadığı gibi, garantiler konusunu da öteledi. Biz ise tarihte ilk kez kendi elimizle harita verdiğimizle kaldık.

“Bizi dinlemediler”

Cenevre’de UBP ve DP temsilcilerinin müzakere masasında olmamasına rağmen, orada bulunmakla verilen haritanın yapılan önerilerin sorumluluğunu üzerimize alamazdık. Bu yüzden önerilerimizi yazılı yaptık, bu önerileri hem Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, hem de Türkiye ile paylaştık. Alternatif öneriler sunduk. 

Cenevre’deyken harita verilmesinin sakıncalarını, hükümet ve parti olarak doğru olmadığını söyledik. Eğer son aşamada değil isek ve süreç sarkarsa (nitekim öyle de oldu – Yunanistan hazır olmadığını söyledi ve mesele teknik komitelere havale edildi) haritanın sızabileceğini ve ortaya çıkan yer isimlerinin ekonomik ve sosyal çalkantıya sebebiyet vereceğini, o bölgelerdeki insanlarımıza travma yaşatabileceğini söyledik. Bizi dinlemediler. 

“Hükümet oraya katkı koymak için geldi, çözüm ümitlerini yok etmek için değil”

Daha da kötüsü verilen harita, hükümetle istişare edilmeden verildi. Verilen harita sonucunda insanlarımız göç etmek zorunda kalacak ise, insanlarımıza alternatif çareler sunabilecek, mali yardım yapacak olan hükümettir, herhangi bir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı değil! Sırf bu açıdan bile hükümet dışlanmamalıydı. 

“Haritanın hükümetle paylaşılmaması hataydı”

Hükümet oraya katkı koymak için geldi, çözüm ümitlerini yok etmek için değil, ancak haritanın hükümetle paylaşılmaması hataydı. Madem paylaşılmayacaktı, hükümet kanadı Cumhurbaşkanı tarafından Cenevre’ye davet edilmesine gerek yoktu!”

“Harita verilmesine rağmen, açıkta kalan konular…”

Türk tarafının haritayı vererek elindeki kozu kaybettiğini kaydeden Hasipoğlu, haritanın son aşamada verilmesi gereğine dikkat çekti ve sürecin referandumdan uzak olduğunu kaydetti. Hasipoğlu, “Harita verilmesine rağmen, açıkta kalan konular özetle şunlardır; Avrupa Birliği birincil hukuku olmaması, dönüşümlü başkanlıkta anlaşılmaması, başkan ve yardımcısına oy hakkı verilmemesi, temsilciler meclisinde karar alınırken basit çoğunlukla karar alınması ve Kıbrıslı Türk üyelerin oylarının aranamayacak olması, mülkiyetteki kriterlerin netleşmemesi, güvenlik ve garantilerde herhangi bir uzlaşının olmamasıdır. Şimdi Türk tarafı olarak 29.2’ye hali hazırda düştüğümüze göre, Kıbrıs Rum tarafı kendi istediği 28.2 gelmemizi ve 70-90 bin arasında Kıbrıslı Rum’un yerlerine dönebilecek şekilde bir toprak ayarlaması yapılması konusunda ısrarcı olacaktır. Açıkta kalan konuları halletmek için toprak ve Kıbrıslı Rum göçmenin içimize gelecek olması konularında taviz kaçınılmaz gözükmekte” dedi.