Eski müzakerecilerden Av. Oğuzhan Hasipoğlu, Ada TV Haber Müdürü Nihan Yücel’in sorularını yanıtladı. Hasipoğlu, gelinen son aşamada Kıbrıs Türkü’nün parolasının “Ya Takvim ya taksim” olması gerektiğini söyledi 

Kıbrıs müzakerelerinde gelinen son durumu özetler misiniz? 

Ya Taksim, Ya Ölüm, 1950'li yılların sonunda Türkiye'de ve Kıbrıs'ta, Kıbrıs adasının tamamının Türkiye'ye bağlanması ve Yunanistan ile Rumlara karşı yapılan mitinglerde söylenen 'Ya Taksim, Ya Ölüm' siyasi sloganı ile telafuz edilmiş ve Türkiye'nin Taksim politikasına yönelik bir isimlendirme olarak anılmıştı. Şimdi ise Kıbrıs Rum tarafının yarattığı Enosis krizine ve Anastasiadis’in daha da ileri giderek Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğinin sorgulamasına karşı, Kıbrıs Türkü”nün yeni bir slogana daha doğrusu yeni bir müzakere stratejisine ihtiyacı olduğu gerçeğini su yüzüne çıkarmıştır. Gelinen bu aşamada yeni slogan Ya Takvim Ya Taksim olmalıdır! Müzakereler 1968 yılından beri devam ediyor! Dünyada bu kadar uzun süre müzakere masası tecrübesi olan iki halk yoktur herhalde! Tartışılmayan hiçbir konu kalmadı. Her iki halk da birbirinin değiştiremeyeceği kırmızı pozisyonlarını çok iyi bilmekte. 

Peki, bu durumdan çıkış yolu ne olmalıdır? 

BM yıllardır müzakere sürecinin içerisinde. BM raporlarında “End Game” ifadeleri çok sıklıkla yer aldı. Öte yandan BM tarafların zıt pozisyonlarında çıkış bulmak için getirdiği alternatif köprü kurucu önerilerde kıfayetsiz kaldı.Diğer bir ifadeyle BM’de artık bu süreçten usandı. Bu durumda atılacak olan tek bir adım kalıyor; Tarafların taban tabana zıt pozisyonlarının BM’den tespiti istenmeli ve BM den şu talep edilmelidir; Konuşulmadık bir konu kalmadığına ve taraflar anlaşamadığına göre adada federal bir çözümün olamayacağının tespit edilmesi ve Taksime gidilmesi (tıpkı Kosova’da olduğu gibi) veya BM’den son bir çaba sarfetmesi talep edilip, belirlenecek bir zaman sınırı içerisinde (Takvim) müzakerelere devam edilmesi, ancak süre sonunda sonuç alınamaması veya Referandum tarihinin belirlenememesi halinde, bu sürecin çöktüğünün bizler veya BM tarafından ilan edilip, hemen akabinde Kıbrıs Türk tarafının tanınma ve izolasyonların kaldırılmasına yoğunlaşması gerçekleştirilmelidir. Bu adımın artık atılmasının zamanı gelmiştir ve makul bir talep olarak addedilmeldir. Ancak bu talebi Kıbrıs Rum tarafını Enosis hamlesi ile suçlayarak yapamayız. Dönüşümlü başkanlık, AB Birincil hukuk, Mülkiyet kriterleri, garantiler gibi yıllardır aşamadığımız noktaları ortaya koyup, anlaşamadığımızın tespitini bu gerçekleri dile getirerek yapabiliriz. 

Kosova örneği nasıldı? 

1999 yılında NATO müdahalesinden sonra, 1244 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ile oluşturulan geçici yönetim tarafından temsil edilen Kosova, 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Kosova’da halkın çoğunluğu bağımsızlık istiyordu ve gerekirse bunun uğrunda ölmeye hazır yüz binler vardı. Bizde ise bir kısmımız nasıl olursa olsun görüşmelere devam edelim, bir kısmımız ise KKTC olarak yola devam edelim diyor. Peki, Kıbrıs Rum tarafının bu son hareketlerinden sonra Kosova örneği iyi bir emsal olamaz mı sorusunun cevabına hem hukuki hem de siyasi olarak bakmak gerekmektedir. Uluslarası Adalet Divanı (UAD), Kosova ile ilgili kararında çok fazla detaya girmeden “bağımsızlık kararının genel uluslararası hukuka, 1244 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararını ve müteakip kararları ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Sırf diğer devletlerin ayrılıkçı hareketlerini teşvik etmesin diye UAD herhangi bir bağımsızlık ilanının meşru ve yasal sayılabileceği bir hukuki çerçeve çizmemiştir. O konuda sessiz kalmıştır. Dolayısıyla, denilebilir ki Kosova’nın ne Kıbrıs açısından ne de dünyanın başka bölgelerindeki ayrılıkçı hareketler tarafından emsal gösterilmesi sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Ancak önemli benzerlik ilk başta Kosova’nın da bağımsızlık ilanı kabul görmemişti, Kıbrıs’ta olduğu gibi Kosova’da da, federal bir çözümün olup olmayacağı konusunda bir BM sürecinin olması ve fakat Kosova’da BM’nin günün sonunda bir rapor yazarak kadife ayrılığın gerçekleştirilmesidir. Bu ayrılıktan sonra da Uluslararası Adalet Divanı bu durumu uluslararası hukuka uygun bulmuştur. Yukarıdaki açıklamalarımdan da görüleceği üzere Kosova ile KKTC’nin Uluslararası Hukuktaki statüsü benzeşmektedir. Hem Kosova hem de KKTC için BM tarafından tanınmamaları yönünde kararlar vardı. Kosova Sırbistan ile federal bir çözümün gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini tartışırken, BM tespit yaparak tarafların anlaşmadağını ve federal bir çözümün mümkün olamayacağının tespitini yapmıştır. Bunu Kosova da federal bir çözümün mümkün olup olmadığını araştıran BM yapmıştır. Aynı tespiti yılardır bizi müzakere masasına tutsak eden BM’den bizim de talep etmemiz artık makul bir taleptir. 

Bu tıkanıklık aşamasına nasıl geldik? 

Annan Planı referandum sürecinde AB yetkililerinde, Kıbrıslı Rumların “evetinin” cepte olduğunu, endişelerinin Türk tarafında olduğu düşüncesi vardı. Ancak tam tersi oldu! Kıbrıslı Rumlar tüm dünyayı kandırmayı başarmışlardı. Dönemin AB’nin Genişlemeden Sorumlu üyesi Gunter Verhaugen, Kıbrıslı Rumların AB’yi kandırdığını açıkça ifade etmiştir. Annan Planı’nda ertesinde raporunu yayınlayan Kofi Annan ise, “Kıbrıslı Rumların elinde bulundurdukları zenginliği, refahı, adanın yönetimini Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya henüz hazır olmadığını” yazmıştı. Annan Planı’ndan sonra aradan 13 yıl geçmesine rağmen gelinen noktada görüyoruz ki Kıbrıslı Rumların bu zihniyeti hala değişmemiştir. Annan Planı’nda bir harita olmasına rağmen, karşılığında dönüşümlü başkanlık, yeni ortaklığın nasıl neşet edeceği ve garantiler gibi unsurlar yer alırken, şimdi gelinen noktada Kıbrıs Türk tarafı harita önerisi yapıp toprakta %29.2 oranına gerilemeyi kabul etmemize rağmen, karşılığında ne AB Birincil hukukunu, dönüşümlü başkanlığı, mülkiyet kriterlerinin belirlenmesini, ne de garantiler konusunda kazanımımız vardır. Zaten bu yüzden Sn. Akıncı da bu çıkmazı aşamayacağını gördüğü için müzakere masasının artık amaca hizmet etmeyeceğini idrak etmiştir. Müzakereye devam etse daha fazla toprak vermek zorunda kalacak, ancak karşılığında Kıbrıslı Rumlardan ne alacağı belli değildir. Bu durumda tek çıkış yolu Ya takvim ya taksim kartını oynamaktır. Aksi halde Kıbrıslı Türklerin çözümden başka alternatifi yoktur anlayışıyla bizler bir kırk yıl daha müzakere masasına hapsedilmiş olacağız.