Ülkemizin tanınmış köşe yazarı ve televizyon programcılarından Hasan Hastürer’in Kıbrıs Medya Grubu’ndaki tüm görevlerine son verildi.

İşten çıkarılan Hasan Hastürer’e bu bildirimi, Kıbrıs Gazetesi Haber Müdürlüğü’ne atanan Serhat İncirli yaptı. Hastürer’in işten çıkarılması, Londra’dan dönen Asil Nadir’in de ilk icraatlarından birisi oldu.

Hastürer’in işten çıkarılmasına neden olarak “DAÜ Rektörlük seçiminde taraf olması” gerekçe gösterilse de, Asil Nadir’in “ayağında kelepçe” ile yaşadığı Kasım 2010 tarihinde kaleme alınan bir yazı esas gerekçe olarak ortaya çıktı.

10 Kasım 2010 tarihinde Hasan Hastürer tarafından kaleme alınan o yazıda, Nadir’in özgürlüğü ile dalga geçilmesi, yaklaşık 5.5 yıl sonra yeniden gündeme geldi.

Nadir’in geriye dönük hakkında yazılan bu yazıyı okumasının ardından, “Hastürer’i bu yazıya rağmen nasıl geri benim gazete aldınız” diyerek tepki gösterdiği ortaya çıktı.

Yazıda, Nadir’in “prangalı” yaşadığı May Fair’e atıfta bulunuluyor, bazı Kıbrıslıların “özgür” bazılarının ise evinden dahi çıkamadığı ifade ediliyor.

Özgürlüğü ile dalga geçilmesini hazmedemeyen Asil Nadir’in, ilk fırsatta “DAÜ’yü gerekçe göstererek” Hastürer’i kovduğu belirlendi.

Kıbrıs Gazetesi’nden ve Kıbrıs TV’den kovulan Hasan Hastürer’in, gazetecilik yaşamına nasıl devam edeceği henüz bilinmezken, Besim Tibuk’un sahibi olduğu Diyalog Medya Grubu en yakın ihtimaller arasında. Hastürer’in kararı da ayrı bir merak konusu.

Hastürer, işten çıkarılmasına yönelik henüz bir açıklama yapmadı.

İşte Asil Nadir’in 5.5 yıl sonra büyük öfke yaşamasına neden olan “hakarete uğradığını” ifade ettiği 10 Kasım 2010 tarihinde Havadis Gazetesi’nde Hasan Hastürer imzalı yayınlanan o yazı:

"Londra’da prangasız yürümek

Londra'da son günlerde ıslak bir hava var.

Gökyüzü delinmiş gibi yağmıyor yağmur ama kapalı havada ince ince yağıyor.

Arkadaşlara dedim ki gelin Londra'ya 18 saat değil, 24 saat yaşayalım. Ayağımızda, bileğimizde pranganın eski ya da yeni versiyonu olmadan.

Londra'da prangasız yürümenin ne olduğunu yaşamak istedim arkadaşlarımla. Ve yaşadık. 
Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan Birleşik Krallığın başkenti Londra...

Londra, bir zamanlar üzerinde güneş batmayan ülkeler toplamının da başkentiydi bir anlamda...

Bir yılda Londra'yı ziyaret edenlerin sayısının otuz milyonun üzerinde olduğu söylenir...

İngiltere bir yana Londra biz Kıbrıslı Türklerin hayatında özel yere sahip.

Her Kıbrıslı Türkün, Londra'da birinci derecede yakını var.

Acı, tatlı anıları besleyen yanlarıyla seviyoruz Londra'yı.

*                 *                *

Başaran Düzgün, Öntaç Düzgün ve Mete Tümerkan'la Londra'dayız.

Gazetecilerin gazetesi HAVADİS, Kıbrıs Türkü'nün sahiplenmesiyle bir gazete için çok kritik olan dönemi güle oynaya geride bıraktı.

Nerede Kıbrıslı Türk varsa orası bizim için çekim merkezidir. Orada yapmamız gerekenler vardır. İşte bu yaklaşımla ciddi bir proje için Londra'dayız. Çok yakında netlik kazanacak ve ayrıntısını sizlerle paylaşacağız.

HAVADİS'in en önemli ilklerinden biri kazanılanın yine HAVADİS'in gelişimi için kullanılmasıdır.

HAVADİS'in kasasında patron eli yok.

Gazeteciler 24 saate 48 saati sıkıştırıp çalışacak ama aile boyu patron takımı kasayı süpürecek. HAVADİS'te bu yok.

*                          *                    *

Londra'da son günlerde ıslak bir hava var.

Gökyüzü delinmiş gibi yağmıyor yağmur ama kapalı havada ince ince yağıyor.

Arkadaşlara dedim ki gelin Londra'ya 18 saat değil, 24 saat yaşayalım. Ayağımızda, bileğimizde pranganın eski ya da yeni versiyonu olmadan.

Londra'da prangasız yürümenin ne olduğunu yaşamak istedim arkadaşlarımla. Ve yaşadık.

*                      *                      *

Önceki akşam saate baktım, gece yarısına birkaç dakika var...

Kaldığımız Park Plaza Otel'i Big Ben'le karşı karşıya...

Kaldığımız odalardan her an selamlaşıyoruz Big Ben'le...

Westminister Köprüsü'nün bir yanında Parlamento Binası ve Big Ben... Köprünün öte tarafında bizim kaldığımız otel...

Gece yarısına az var.

“Hade kalkın” diyorum arkadaşlara.

Bir söz var, “Bazıları soyur yatmaya, biz giyiniriz kalkmaya.”

Mete Tümerkan, şaka sanıyor.

Başaran Düzgün, derin montunun fermuarını çekip “Hade” deyip, ekliyor, “Vallahi bizim için 12 den sonra sokağa çıkma yasağı yok.”

Öntaç Düzgün, “ Deli olmayın oturun yerinizi, hasta olacağız” diyor.

Demokratik bir oylama yapıyorum hızla ve otelin kapısından çıkıyoruz.

Zülfi Livaneli'nin Özgürlük şarkısı aklıma geliyor...

“Okulda defterime, Sırama ağaçlara/ Yazarım adını/ Okunmuş yapraklara, Bembeyaz sayfalara/ Yazarım adını...”

Bu ilk dörtlüğü mırıldanarak yürüyoruz Big Ben'e doğru...

Cebimden metal bir pounu çıkarıp, köprünün taşlarına, “ Yaşasın sınırsız özgürlük” yazıyorum...

*               *          *

Tarihi parlamento binası...

Demokrasinin beşiği sayılıyor İngiltere ama Kraliyet Ailesinin hala yeri var... Demokrasi için engel değiller.

... Ve mırıldanmaya devam ediyoruz Hey özgürlük şarkısını.. 
“ Yaldızlı imgelere, Toplara tüfeklere, Kralların tacına/ En güzel gecelere, Günün ak ekmeğine, Yazarım adını/ Tarlalara ve ufka, Kuşların kanadına, Gölgede değirmene yazarım/ Uyanmış patikaya, Serilip giden yola, Hınca hınç meydanlara adını/  
Ey özgürlük!”

...Bip Ben'in çapraz karşı tarafında London Eye's var... Kocaman bir tekerlek... Tekerleğin üzerinde salıncak gibi kabinlerler... İnsanlar binip Londra'ya tepeden bakıyor.. Ama sonunda dönüp yine aynı yere gelerek ayaklarını yere basıyorlar...

Bir yanda tarih öte yanda modern bir gözlem aracı...

London Eye'a binmek de bir özgürlük.

Londra'yı zaman kısıtlamasız, özgür yaşayanlar için tabii...  
*                       *                *

Gecenin karanlığında yürüdük uzun uzun ve döndük otele...

“Hiç saate bakmayın” dedim arkadaşlara.. Bakmadık. Canımızın istediği kadar yürük ve geldik.

Dün sabah toplantımız vardı.

Toplantı bitti.

Arkadaşlar sordu: “ Bu gün hedef neresi?”

Tek tek yüzlerine baktım ve “ Sizi kahve için May Fair'a davet ediyorum.

May Fair, Londra'nın en sosyetik bölgelerinden biri.

Orayı da özgürce solumak istediğimi söyledim arkadaşlara.

Londra'nın kara taksilerinden birine binip, “May Fair” dedik.

İngiliz şöför, “May Fair'ın neresi?” diye sordu.

Gülümsemeyle, “Merkezi” dedim.

*                    *                  *

Kaldığımız yerden devam ettim Hey Özgürlüğe... 
“ Kapımın eşiğine, Kabıma kacağıma, İçimdeki aleve/ Camları oyununa, Uyanık dudaklara, Yazarım adını/ Yıkılmış evlerime, Sönmüş fenerlerime, Derdimin duvarına/  
Arzu duymaz yokluğa, Çırçıplak yalnızlığa, Yazarım adını”

May Fair'ın sokaklarında yürüdük.

İz bıraktık... Kıbrıs'ın temiz insanları adına...

... Oturduk bir Cafe'ye ve kahvelerimizi sipariş ettik... Yudumlarken konuştuk... Analarımızı, babalarımızı konuştuk... Dört duvar arasında, lüks yaşamla özgür olduğu sananları da konuştuk... Hem acıdık, hem üzüldük.

... Ve şarkıyı tamamladık..

  “ Geri gelen sağlığa, Geçen her tehlikeye/ Yazarım ben adını, yazarım/ Bir sözün çoşkusuyla, Dönüyorum hayata/ Senin için doğmuşum haykırmaya/ Ey özgürlük!”

Günün sözü:

Kısıtlı özgürlük, özgürlük değil"