Züleyha Karaman

Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ)  Ekonomi Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hüda Hüdaverdi,Türkiye’nin, denizaltından borularla KKTC’ye taşınan suyun çarçur olmasından kaygı duyduğunu, yaşanan sürecin de bunu gösterdiğini ifade ederek, suyla ilgili siyasi tartışmaların son bulması ve gelen suyun ekonomik değerinin iyi bilinmesi gerektiğini söyledi.

Suyun yönetimi ve işletmesi konusunda kavram kargaşası yaşandığına işaret ederek,  tekelleşmeyi önlemek için, suyun işletmesinin KKTC genelinde 3 veya 5 bölgeye bölünmesini ve her bölgenin işletmesinin de ayrı bir şirkete verilmesini öneren Hüdaverdi, BESKİ’nin de bir bölgeyi işleterek işi ve rekabeti öğrenebileceğini kaydetti.

Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Ekonomi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hüda Hüdaverdi, HALKIN SESi’ne yaptığı açıklamada, özelleştirmenin geleceğin ekonomik modeli olduğunu ifade ederek, özelleştirmenin, yasal, doğru, şeffaf ve denetlenebilir olması gerektiğini söyledi.

Kamu-özel ortaklığının “muazzam bir model olduğunu” vurgulayan Hüda Hüdaverdi, “Bizim ülkemiz için uygun bir modeldir. Çünkü devlet hiçbir zaman işin içerisinden çıkmıyor ama her kurum kar hedefi ile çalışıyor. Devlet yapısındaki hantallık ortadan kalkıyor, kurumun çalışmasına özel sektör mantığı yerleşiyor, aynı zamanda ülkenin çıkarları da korunmuş oluyor. Bu denenmiş, başarılı olmuş, muazzam bir modeldir” dedi.

“SENDİKAL ANLAYIŞ DEĞİŞMELİ”

Özelleştirmenin dünyanın her yerinde sıkıntılı olduğunu, en büyük sıkıntıyı sendikaların oluşturduğunu, hiç kimsenin 13-15 bin TL maaş alırken “gelin burayı alın” demeyeceğini vurgulayan Hüdaverdi, “Özelleştirme dünyanın her yerinde çok sıkıntılı bir süreçtir Kimse elindekini vermeyi kabul etmez. Hiç kimse, 13-15 bin TL maaş alırken ‘gelin burayı özelleştirin’ demez. Ama insanlar daha kaliteli hizmeti görünce özelleştirmenin önemini anlıyor.

Özelleştirmede bizde bugünkü sendikal anlayış sıkıntı. Bizdeki bu sendikal anlayışı ortadan kaldırmazsak veya özelleştirerek insanımıza daha güzelini gösteremezsek kavram kargaşası içerisinde gideriz. Özelleştirme yasal, doğru, şeffaf yapılsın ve denetlensin. Özelleştirme geleceğin ekonomik modeledir” diye konuştu.

“PROJENİN ÖNEMİ İYİ BİLİNMELİ”

Hüda Hüdaverdi, toplumun,Türkiye’den deniz altından borularla KKTC’ye taşınan su projesinin öncelikle önemini anlaması ve iyi bilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bunun ne kadar büyük ekonomik değer olduğunu anlamamız lazım. KKTC’nin yer altı kaynakları zaten alarm verir durumdadır. Bizim su kaynaklarımız da büyük sıkıntılar var, tuzlanmalar var, biz kurak bir ülkeyiz. Su bütün dünya için önemlidir ama bizim için çok daha fazla önemlidir. Su kaynakları açısından ziller çalar durumdayız, sonu iyi anlamamız lazım” dedi.

KKTC’nin her yıl kuraklık yaşanan bir ülke ve kuraklıktan kaynaklanan müthiş bir gideri olduğunu kaydeden Hüdaverdi, kuraklığın bedelinin teşviklerle karşılandığını ve bütçeden önemli miktarda para gittiğini, ayrıca mevcut kullanılan suyun kalitesinin de ayrı bir soru işareti olduğunu söyledi.

Kıbrıs’ta susuzluğa gidilirken, Türkiye’nin, dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle, yıllar önce ütopik olan, 1.6 milyar dolarlık dev bir projeyi hayata geçirdiğini belirten Hüdaverdi, su projenin Türkiye için muazzam bir prestij olduğunu, bunları da düşünerek hareket etmek gerektiğini kaydetti.

“PROTOKOLDEN UMUT EDİLEN ÖZEL SEKTÖRDÜ”

Hüda Hüdaverdi, Türkiye’den borularla taşınan suyla ilgili ilk protokolün İrsen Küçük’ün başbakanlığı döneminde imzalandığını, o protokolden, siyasi iradenin dışında bir kontrol mekanizmasının umut edildiğinin, bunun da özel sektör olduğunu söyledi.

Hüdaverdi, “Bu dev eserin siyaset uğruna çarçur edilmesi kaygısı Türkiye’ye o protokolü hazırlattırdı. Bunu o dönemin Başbakanı, Maliye Bakanı, Tarım Bakanı hepsi imzaladı. İkinci bir hükümet geldi; CTP-DP/UG hükümeti, protokol yeniden revize edildi” dedi.

Yeniden revize edilen su anlaşmasına arıtmanın da eklendiğini ifade eden Hüdaverdi, arıtma için yeteli kaynağın olmadığı söylenerek, arıtmanın da projelendirilmesinin talep edildiğini ve projeye eklendiğini anlattı.

Kaynak olmadığını için, suyun belediyelerin depolarına kadar getirilmesinin de konuşulduğunu ve Türkiye’nin bunu da kabul ettiğini aktaran Hüdaverdi,  “Türkiye bunun da finansını yaptı, projelendirdi, sağda solda gördüğünüz siyah borular odur. Belediyeni deposuna kadar su geldi” dedi.

“BİZ DENETLELEYECEĞİZ”

“Suyu biz yöneteceğiz” dendiğine işaret eden Hüdaverdi, şöyle devam etti:

“Yönetme ne demek? Yöneteceğiz çok geniş tanımdır. Basit bir örnek vereyim; siz arabayı satın alacaksınız, bunun seyrüseferini, sigortasını çıkaracaksınız, benzinini de koyacaksınız, ben, bu araba benim istediğim yere gidecek diyeceğim, bunu kim kabul edebilir ki. Biz aslında ‘yöneteceğiz’ dediğimizde bunun içerisinde böyle bir şey anlaşılır, bu da kabul edilemezdir. Benim ne demem lazımdı; siz bu projenin her şeyini karşıladınız ama bu, ülkemizin şartlarına, yasalarına göre olacak. Bu da ne demektir, arabayı yolun sağından değil solundan süreceksin deme hakkına sahibim. Ama benim istediğim yere gideceksin değil. Dolayısıyla biz burada denetleyeceğiz, kontrol edeceğiz. Bu dev projenin karar mekanizmasında KKTC’nin de olacağı bir oluşumu yaratacağız deselerdi bugün bu karmaşa yoktu.”

“BELEDİYELERİN ALT YAPISI TARİHİ ESER”

Hüdaverdi, 1-2 belediye hariç belediyelerin alt yapılarının, suyun basıncını taşımaya yeterli olmadığına işaret ederek, “Bu alt yapılarımız artık tarihi eser oldu. Şaundaki, belediyelerin sınırları içerisindeki veya dışındaki mevcut borularımız buna hazır değildir. Bunun için de yeni bir yatırıma ihtiyaç vardır. En düşük değerden 300 milyon dolarlık yatırım olacağını varsaydığımızda bizim hangi belediyemizin bütçesi ile bu mümkündür? Kaynak anlamında mümkün değil” dedi.

Devletin denetleme anlamında su üst kurulunda yer alması gerektiğini, denetlemenin önemli olduğunu ifade eden Hüdaverdi, “Suyun stratejik önemi var, denetlemede devletin olması gerekir. Bizim üst sınır fiyatını belirleyip, denetleyebilmemiz lazım. Kimin alıp, kimin yöneteceğinden çok,  devletin üst sınırı belirleme hakkı olmalı.Vatandaşı olası fiyat artışından korumalı, ihale şartnamesi ona göre belirlenmeli, diğer konularda yaşanan sıkıntıların yaşanması için düzgün bir özelleştirme yasası ile bir bütün hale getirilmeli” diye konuştu.

“SUYUN İŞLETMESİ BÖLGELERE AYRILMALI”

Suyun işletmesini bir şirkete değil, 3 veya 5 şirkete verilmesinin rekabet açısından daha uygun olacağını kaydeden Hüdaverdi, suyun işletilmesinde ülkenin 3 veya 5 bölgeye ayrılmasının tekelleşmeyi de önleyeceğini, her bölgenin bir şirketi verilebileceğini, BESKİ’nin de bir bölgeyi işleterek, hem işletmeyi hem de rekabet etmeyi öğrenebileceğini kaydetti.

Belediyelerin siyaseten toplayamadığı su parasını bir şirketin toplayıp belediyelerin eline vereceğini ifade eden Hüdaverdi, “Belediyelerin personel giderleri azalacak. Uzun vadeli bekleme olmayacak, belediyelerin kasasına her ay sıcak para girecek, hem de hiç bir yatırım yapmadan bu para girecek. Belediyeler hiçbir yatırım yapmadan gelir elde edecek” dedi.

“KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI MUAZZAM BİR MODEL”

Kamu-özel ortaklığının “muazzam bir model olduğunu” dile getiren Hüda Hüdaverdi, “Bu, hem CTP’liler, hem Türkiye mutlu olsun diye yapılamaz, şuanda yapılan odur. Şuandaki kamu-özel ortaklığı ile kavram karmaşası yapılarak, hem buna karşı çıkanları hem de Türkiye’nin nasıl dengeleneceği konuşuluyor. Kamu-özel ortaklığına karşı değilim, bizim ülkemiz için uygun bir modeldir. Çünkü devlet hiçbir zaman işin içerisinden çıkmıyor ama her kurum kar hedefi ile çalışıyor. Devlet yapısındaki hantallık ortadan kalkıyor, kurumun çalışmasına özel sektör mantığı yerleşiyor, aynı zamanda ülkenin çıkarları da korunmuş oluyor. Bu denenmiş, başarılı olmuş, muazzam bir modeldir” diye konuştu.

Suyla ilgili tartışmalarda, “yer altı sularımızı da veriyorlar” tartışmasının yapıldığına işaret ederek, “Yer altı suları verilmiyor. Kimsenin gelip senin yeraltı suyunu alıp gidecek hali yok” diyen Hüdaverdi, bunun, ihaleye girecek şirketlerin hakkını da korumak adına söylendiğini kaydetti.

SUYA KARŞI ÇIKANLARA CEVAP

Türkiye’den gelen suya karşı çıkan bazı kesimleri de eleştiren Hüdaverdi, şöyle konuştu:

“Arkadaşım sen bunun ülkeye menfaatini anlamadın mı? Türkiye 1.6 milyar dolarlık yatırımı çöpe atmak için yapmadı. Bu su tabii ki satılacak. Önce, bu su senin değil onu anlaman lazım, senin olmayan bir şeyin üzerinden hak hissetme kadar yanlış bir mentalite olamaz, Eskiden, ‘benim kurumun neden ben yönetemiyorum’ denirdi, bu başka bir şey. Bu senin suyun değil, bu Anamur’un suyu. Önce bunu anla. Bu projenin sahibi sen değilsin. Şuanda bütçenin yüzde 70’inden fazlasını finanse eden, bütün alt yapı yatırımlarını Türkiye yapıyor. Sen ne hayal ediyorsun da Türkiye ile bu halkın arasını açacaksınız. Bu mudur düşünülen. Önümüzdeki olası referandumu hesaplarlar ve ‘evet’ çıkmasını mı sağlayacaksınız.”

“SU STRATEJİK GÜÇ. TOPLUM BUNUN FARKINA VARMALI”

Türkiye’nin suyu, bir rant elde etmek için değil, öncelikle Kıbrıslı Türkler için getirdiğini vurgulayan Hüda Hüdaverdi, “Olası bir çözümde güçlü bir ekonomi. Bugün su, kimsenin reddedeceği bir şey değildir, su petrolden de önemlidir. Toplumun bunun farkına varması lazım. Elinde böyle stratejik bir güç varken görüşme masasına otur. Türkiye bunu yapmak istemiştir. Bu, Kıbrıs Türkünün lehine. Bu, daha az vereceksin demektir” dedi.

Türkiye dev projeyi hazırlarken, suyun siyaset uğruna çarçur edilme kaygısı taşıdığını ifade ede Hüdaverdi,, “Türkiye projeyi hazırlarken neden böyle istedi, çarçur olacak kaygıları vardı. Türkiye bu kaygısında da haklıdır. Çünkü süreç onu gösterdi. Ama bunu bizi yok sayarak da yapmadı, bunun altına benim başbakanlarım, benim bakanlarım imza attı. Türkiye tabii ki kendi menfaatlerini de düşünecek. Alternatif enerji kaynakları var ama suyun alternatifi yok. Suyla ilgili siyasi tartışmalar bir kenara bırakılmalı, su ekonomik bir değerdir” diye konuştu.

“ELEKTİRKTE ENTERKONNEKTE SİSTEME GEÇİLMELİ”

Suyun ardından elektrikte Türkiye ile enterkonnekte sisteme geçilmesi gerektiğini vurgulayan Hüdaverdi, elektrikte uluslararası sisteme enteğre olmanın yeterince avantaj olduğunu söyledi.

Hüda Hüdaverdi, “Bizim ülkede hem liberal ekonomiyi konuşuyoruz,  hem de liberal ekonominin gerekliliklerinden kaçıyoruz. O zaman liberal ekonomiyi konuşmamamız lazım. Mal, hizmet ve iş gücünün serbest dolaşımından bahsediyoruz, global bir dünyadan bahsediyoruz, AB’ye girmekten bahsediyoruz ama liberal ekonominin gerekliliklerini de yerine getirmiyoruz. Böyle bir şey olmaz” dedi.