Mehmet Hasgüler

Kıbrıs’ta müzakereler olumlu bir havada ilerliyor. Adanın iki lideri Mustafa Akıncı ile NikosAnastasiadis’in verdikleri ortak yeni yıl mesajı umutların daha da yeşermesine vesile oldu. Avrupa Birliği’nden (AB) Birleşmiş Milletler’e (BM) pek çok kurumun yetkililerinden de olumlu giden süreci destekleyen mesajlar geliyor. Türkiye-İsrail arasında ilişkilerin normalleşmesi ihtimalinin güçlenmesi, Doğu Akdeniz’in bir diğer büyük sorunu Kıbrıs için de ‘çözüm yakın mı?’ sorusunu akla getiriyor.

Ancak konu Kıbrıs olduğunda, reel politik açısından her zaman tartışılması gereken, ancak neredeyse hiç adı geçmeyen çok önemli bir aktör var: Birleşik Krallık (BK).

Adada iki üssü bulunan, garantörlüğün mucidi, 1964’ten bu yana Kıbrıs’taki mevcut durumdan asla mağdur olmayan, adanın iki tarafına açılan iki kapıya egemen, Kıbrıs sorunu, müzakereler, referandum, vs. tartışılırken asla ön planda olmayan Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’taki rolü ne? İngiltere çözüme nasıl bakıyor?

Kıbrıs’ta egemenlik hiç milletin olmadı

Kıbrıs, 1959-1960 uluslararası antlaşmalarıyla bağımsızlık kazanarak BM'ye üye olduğunda bir garantörlük sistemiyle yani “vesayet” altında kurulmuştu. Kıbrıs’ın “sui generis” bağımsızlık kazandığı koşullar sadece garantörlük müessesiyle değil, yapılan ittifak antlaşmaları ve anayasal yapısı bakımından da netameliydi. İngiltere’nin sömürgecilik statüsü tasfiye edilirken, egemenlik tam anlamıyla halka ve dolayısıyla “Kıbrıs Cumhuriyeti” Temsilciler Meclisine ve cumhurbaşkanına devredilmedi. Yani Kıbrıs’ta “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarı geçerli olamadı.

Bu tasfiye sürecinde geride vesayet kurumları kaldı. Garantörlük Antlaşması çerçevesinde adanın güney kesiminde konuşlandırılan İngiliz askeri üsleri Ağrotur ve Dikelya, İngiltere’nin Kıbrıs’ta egemenliğini sürdürmesine vesile oldu.

Kıbrıs’ın kuruluşunda yapılan düzenlemeler sayesinde, adanın iki halkının ortak kararı olsa bile değiştirilmesi imkânsız anayasal maddeler ve kurumlar oluşturuldu. Üslerin kaldırılması da bunlara sadece bir örnek... Böylesi bir yapının bağımsızlığı ve egemenliği şüphesiz tartışmalıdır. Zaten Kuruluş Antlaşmaları itibarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti için “egemenliği ve bağımsızlığı kısıtlı devlet” tabiri kullanılır. Bütün bu anomalinin temelinde BM öncülüğünde self-determinasyon uygulanmaması yatar. Bunun da BK maharetiyle önlendiği aşikardır.

Kıbrıs çözümsüzlüğü: “Böl ve yönet” siyasetinin ürünü

Adanın çözümsüzlük tarihinin kritik siyasi krizlerden birisi, 30 Kasım 1963’te yaşandı. Dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Makarios'un anayasada önerdiği 13 değişiklik Türklere göre haklarını kısıtlıyordu. Bu olayda, Makarios’un cesaretlendirilmesinde BK Kıbrıs Yüksek Komiseri SirArthur Clark’ın da rol oynadığı bilinir.

BK 5 Kasım 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’ndan adayı ilhak etmesiyle başlayan bu yeni serüveninde “böl ve yönet” siyasetini ön planda tutmuştur. Hatta Aralık 1963 ve sonrasında 4 Mart 1964’te BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 186 sayılı kararıyla yasal bir temel kazanmış Kıbrıs Hükümeti’nin (Kıbrıs Anayasası’na göre iki cemaatten oluşan ortak Kıbrıs Hükümeti sadece Hıristiyanlardan müteşekkil) statüsünün bile meşru olmadığı rahatlıkla ileri sürülebilir.

Güvenlik Konseyi’nde bu kararın hazırlanmasında ve ortaya çıkmasında Birleşik Krallık'ın BM’deki büyükelçisinin rolü olduğu da BM’nin resmi kayıtlarında bulunur.

Birleşik Krallık Kıbrıs’taki toplumlararası çatışmaları ve uyuşmazlığı çözüme taşımayı değil, kendi ulusal çıkarları açısından önem arz eden egemen üslerini düşünerek hareket etmiş ve adanın bölünmesine yardımcı olmuştur.

Aslında bu karar, BM Barış Gücü askerlerinin adaya konuşlanması sebebiyle alınmış olsa bile o günkü “Kıbrıs hükümeti”ne meşruiyet sağlanmış ve sonradan 1968’de başlayan toplumlararası müzakereler bu anomali yüzünden yeni bir ortaklık devletine taşınamamıştır.

BMGK’nın 1964 tarihli kararına dayanarak, adada görevli BM Barış Gücü askerlerinin görev süresi yılda iki kez uzatılmakta ve kararın geçiciliği havada kalmaktadır. Geçici olarak görevlendirilen BM Barış Gücü askerlerinin statüleri 51 yılda tam 102 kez uzatılmıştır.

Bunlarla birlikte 1 Mayıs 2004’te AB üyesi yapılmış “Kıbrıs Cumhuriyeti” bu anlamda hukuksal zemini tartışmalı ve meşruiyeti açıkça sorgulanabilecek bir statüdedir. Bu üyeliğe, bir AB üyesi ve garantör ülke olarak İngiltere aynen 40 yıl önceki gibi hiçbir itirazda bulunmamış, bilakis adanın nihai bölünmesine katkı yapacağı için desteklemiştir.

Kıbrıs’tan Küba krizine

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra baş gösteren Küba Krizi de adanın bölünmesine ilişkin derslerle doludur. Zira Küba o dönemde ABD için ne anlam ifade ediyorsa, Birleşik Krallık için de Kıbrıs aynı manaya sahipti. Bir bakıma Sosyalist Küba ile Kıbrıs arasında, Makarios ve Avrupa’nın en güçlü komünist partisi olan AKEL üzerinden ciddi bir kıyaslama yapılıyor ve Batı üzerinde stereotip algılar yaratılmak isteniyordu.

Küba sosyalizme geçince kapılar Batı’ya kapandı ve bu ülke Doğu-Batı gerginliğinde bir mihenk taşı oldu. Makarios’un bağlantısızlık yanlısı dış politikası ve SSCB-Doğu Bloku’na yakınlığı da Batı’da tedirginlik yaratmış, ada için “Akdeniz’in Kübası” yorumları yapılmıştı.

Aslında burada İngiltere’nin amacı, “iki kapılılık” durumunu yaratmaktı. Bu kararın Kıbrıs’ın bölünmesinde ve fiilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurumlarının Kıbrıs Rum elitlerine bırakılmasındaki yeri tartışmasız çok önemlidir. Kıbrıs “iki kapılı” olursa ve birisinde ‘Küba durumu’ vuku bulursa, her ikisine açılan kapı çok özel bir konumda olacaktı.

BK’nın Lefkoşa’daki Yüksek Komiserliği’nin 1974’ten bu yana, 42 yıldır hem Kuzey Kıbrıs’a hem de Güney Kıbrıs’a açılan iki kapısı var. Bu ayrıcalık ise sadece Birleşik Krallık’a sağlanmış durumda. Kıbrıs’taki bu iki kapılı statü, hem orta ve uzun vadede iki tarafı Birleşik Krallık’a muhtaç kılmış, hem de BK'nın mevcut konumunu tartışmasız bir yere yerleştirmiştir.

Diğer yandan demokrasisiyle dünyaya örnek gösterilen BK, Kıbrıs’ın sömürge idaresi sırasında özellikle 1931’den sonra adanın siyasi figürlerini de ciddi baskı altına almış ve iki cemaati de susturmuştur. Nisan 1955’te EOKA’nın başlattığı silahlı mücadeleyle iki cemaat bu sefer de iki arada bir derede bırakılmıştır. Şiddetin hâkim olduğu bir yapının ardından kısa bir süre sonra 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs’a bağımsızlık verildi. Bu yapının anayasal statüsü ciddi bir mutabakat gerektirirken, iki cemaatin siyasi figürleri de çoktan şiddetle susturulup baskı altına alınmıştı.

Müzakerelerde rolü ne olabilir?

Müzakereler pozitif ilerliyor. Lakin Türkiye’nin uzun yıllardır “defansif” Kıbrıs politikası yüzünden meselenin bu yönleri tartışılmıyor. Kıbrıs’ta yeni bir antlaşma ve mutabakat, Birleşik Krallık’ın garantörlüğünü ve egemen askeri üslerini de tartışan, sorgulayan bir düzleme oturmadığı takdirde statüko kalıcı meşruluk kazanabilir. Bunu iki cemaatin münevverleri öne çıkarmalı ve BK’nın bu bölünmüşlükten çıkarları olduğu açık edilmelidir.

BK’nın müzakerelerde yapıcı tutum almasının yolu, garantiler meselesinde 1955-1960 arasında yaptığı gibi Türkiye ve Yunanistan dışişleriyle bu konuyu uluslararası bir konferans yoluyla ele almasıdır.

1968’den beri müzakere edilen Kıbrıs, üç NATO üyesinin ortak pozitif tutumuyla sıçrama yapabilecek bir evrededir. Bunun öncülüğünü de Birleşik Krallık yapmalıdır.

Ancak İngiltere’nin adada çözüm istemediğine yönelik bir teze göre, AB üyesi, bölünmüş bir Kıbrıs ile mevcut statükonun devamının en az risk içeren ve olası üs tartışmalarının önünü kesen bir durum olduğu düşünülmektedir.

1964’ten bugüne Kıbrıs’taki durumdan mağdur olmayan tek aktör, Birleşik Krallık’tır. Kıbrıs Türkleri ve Rumları, Türkiye ve Yunanistan göreceli mağduriyetler yaşamıştır. Bu kadar önemli bir aktör görmezden gelindikçe çözüme varılamayabilir.

Güney Kıbrıs’ta Atina’ya, Kuzey Kıbrıs’ta Ankara’ya yönelik eleştiriler olabilse de Birleşik Krallık ne Güney’de ne Kuzey’de eleştiri konusu yapılmıyor. Bunun üzerinde ciddiyetle düşünmek, iki ülke dışişlerinin acilen ele alması gereken bir konudur. BK’nın da çözüm istemesini sağlayacak etken, bu statüsünün tartışılmaya başlanmasıdır. Yoksa daha çok müzakere eder ve çözüme ilişkin bir arpa boyu yol alamayız. (Aljazeera Türk)