Eniz Orakcıoğlu

Ülke tarımı denilince ilk akla gelen ürünlerden olan narenciye ile ilgili çarpıcı bir gerçeği paylaşan Emekli Yüksek Ziraat Mühendisi Alper İnce, bahçelerin vahşi yöntemler kullanılarak sulanmasının 10 yıllık su rezervinin 2 yılda tükenmesine neden olduğunu söyledi.

Adanın kurak bir iklime sahip olduğunun bilinmesine karşın, bol su isteyen tarım ürünlerinde ısrar edilmesinin büyük bir çevre felaketi yarattığına dikkat çeken İnce,

eldeki büyük su rezervlerinin hoyratça kullanılması nedeniyle, 7-8 kilometrelere  varan mesafelerde denizin kara içine girdiğini söyledi.

İnce, suların vizyonsuz tarım politikalarından kaynaklı yüksek miktarda tuzluluk içermeye başladığına vurgu yaparak, “Sularda bu oranda tuzluluk olması büyük bir çevre felaketidir, hatta CMC’den bile daha büyük bir çevre felaketidir. Bu tuzlanmanın düzeltilebilmesi 100 bin yıl sonra doğal dengeye ulaşılması ile ancak mümkündür” dedi.

Türkiye’den gelecek su ile ilgili spekülatif yaklaşımlar olduğunu da söyleyen İnce, “500 milyon ton su getirilip Mesarya’nın sulanacağı düşünülmesin. Böyle bir açıklama yok” şeklinde konuştu.

1974’den bu yana su rezervuarlarının yanlış kullanıldığını ve yanlış tarım yapıldığını belirterek Yeni Bakış’a konuşan Emekli Yüksek Ziraat Mühendisi Alper İnce, “1974 yılından sonra narenciyeden anlamayan insanların narenciye üretimine soyunarak vahşi bir sulamayla bahçeleri sulaması, bizlerin 10 yılda harcayacağı suyu 2 yılda harcadı” şeklinde konuştu. İnce, ülkemizde ‘narenciye’ diye diye büyük bir çevre felaketi yaratıldığına dikkat çekerek, “Elimizde olan büyük su rezervlerini kullana kullana 7-8 kilometrelere ulaşan seviyelerde denizin kara içine gelmesini sağladık ve sularda tuzlanma meydana geldi. Kaldı ki bu büyük bir çevre kirliliğidir, hatta CMC’den bile daha büyük bir çevre felaketidir” dedi.

“Su akynaklarımız kıt”

Emekli Yüksek Ziraat Mühendisi Alper İnce, Kıbrıs’ta bol su bulmak diye bir olgunun olmadığını söyleyerek, “Eğer böyle bir haber yapılıyorsa da bu doğru bir haber değildir, çünkü ülkemizde böyle bir su yoktur ve ülkemiz su kıtlığının olan bir yerdir. Dolayısıyla su kıtlığı olan bir ülkede elinizde olan su kadar sulama ve su ihtiyaçlarını giderme projeksiyonları oluşur. Bunun yanında ülkedeki su azlığını zorlayan faktörlerde mevcuttur. Örneğin turizmin gelişmesi, bugünkü insanların ihtiyaçlarının farklılaşması, eskiden olmayan yüzme havuzlarının ortaya çıkması gibi birçok faktör suyun azalmasına neden olmaktadır” şeklinde konuştu.

“Narenciye diyerek çevre felaketi yarattık”

Ülkemizde su varmış, büyük rezervler sahibiymişiz gibi bazı bitki türlerinin ısrarla kullanılmak istenmesinin doğru bir yöntem olmadığını belirten İnce, “Örneğin narenciye bana göre su kıtlığı olan bu ülkede değişmesi ve azaltılması gereken bir üretim biçimidir. Bunu da çok rahatlıkla söyleyebilirim ki 1974’ten sonra bulunan bir sürü evrakta da narenciyenin azaltılması yönünde programların olduğunu gördük. Ben bu programcılarla da karşılaşıp görüşerek narenciye üretimini azaltma ve başka şekle getirme yönünde programlandığını öğrendim. Tabi ki 1974 yılından sonra narenciyeden anlamayan insanların narenciye üretimine soyunarak vahşi bir sulamayla bahçeleri sulaması, bizlerin 10 yılda harcayacağı suyu 2 yılda harcadı ve ben biz zat tarladan tarlaya suyun dereler halinde bırakıldığının şahidiyim. Kısacası narenciye diye diye büyük bir çevre felaketi yarattık. Dolayısıyla bizim en büyük rezervuarımız olan Güzelyurt rezervleri şiddetle eksilmeye başladı” dedi.

“CMC’den bile daha büyük bir çevre felaketi”

İnce, sözlerine bu şekilde devam etti; “Bizdeki yağışların miktarı belli ve son 50 yılki istatistikler de bu yağış miktarının değişmediğini gösterdi ve bu bağlamda büyük kuraklıkların yaşandığı yılları hep beraber gördük. Bu durumda biz hala suya ihtiyacı olan bitki türlerinin ısrarla üstüne gidiyoruz ve bu çok akıllı bir davranış biçimi değildir. Dolayısı ile bence 74’de bitki çeşitlerimizin yeniden dizayn edilmesi ve suyun en az kullanılarak ekonomik değeri olan ürünler elde edilmesi konusunda bence büyük bir proje oluşturulması gerekirdi. Bugüne kadar böyle bir proje planlayan ve 15 bin dönüm narenciyeyi devre dışı bırakan bir tek İrsen Küçük’tür. Ama sonrasında böyle bir cesareti başka siyasiler getiremedi. Sonuç olarak da bu büyük su rezervlerini kullana kullana 7-8 kilometrelere ulaşan oranlarda denizin kara içine gelmesini sağladık ve sularda tuzlanma meydana geldi. Kaldı ki bu büyük bir çevre kirliliğidir, hatta CMC’den bile daha büyük bir çevre felaketidir. Bu tuzlanmanın düzeltilebilmesi 100 bin yıl sonra doğal dengeye ulaşılması ile ancak mümkündür.”

“Su gelecek Mesarya sulanacak şeklinde bir açıklama yok”

“Kuzey Kıbrıs’ta bu sistemi bir bütün olarak değerlendirmeliyiz” diyen İnce, “Türkiye’den su gelecek ve büyük nehirleri olan bir ülke gibi çiftçilik yapacağız şeklinde bakmak doğru bir yaklaşım değildir. Bugüne kadar henüz yetkili herhangi bir kurumun söylemlerinde veya su ile ilgili yapılan konferanslarda ‘evet ben 500 milyon ton su getireceğim ve bütün Mesarya ovasını sulayacağım’ gibi bir açıklama yapıldığını duymadım. Ama herkesin sandığı ve toplumun düşündüğü tarlalara borular çekilecek ve tarlalar sulanacak, çiftlikler ve meyve bahçeleri oluşacak gibi bir yaklaşım var. Bu şekilde olmuş olsa bile KKTC’nin tarımsal dizaynının ortaya çıkması gerekmektedir, bu dizayn ise en az su ile en yüksek verim ve en ekonomik, en karlı ürünü bulup yetiştirmekle mümkündür. Su öncelikle içme suyu olarak bütün evlere su stratejisiyle gelecek. Bunun aksini de henüz birinden duymadım” dedi.

“Zerdali, zeytin ve harnup üretmeliyiz”

İnce, sözlerine şu şekilde devam etti; “Örneğin ülkemizde harnup en az para ve en az su ile üretilecek ürün olmasına rağmen, biz bu ürünü Avrupa pazarına götüremiyoruz. Kalite bakımından çok iyi harnubumuz olmasına rağmen, 300 milyonluk Avrupa pazarında bu ürünü tanıtamadık. Bunun yanında üretilebilecek ürünler arasında olan zeytin ve zeytinyağı üretimini becerebildiğimiz anda daha ucuz, daha kaliteli bir zeytinyağı ile piyasaya çıkabiliriz. Ülkemizde güneşten de yararlanarak üretimleri daha iyi bir noktaya getirebiliriz ki güneş, tarımımız için en büyük güçtür. 9 ay büyük bir güneş enerjisi olan ülkemizde zerdalimiz de, şeftalimiz de diğer ürünlerimiz de daha aromalı ve daha lezzetlidir ve gerçekten albenisi olacak bir coğrafyaya sahibiz ama bunun önce biz farkına varmalıyız.”

“Küçük sanayi desteklenmeli”

2000 yılında “toprağımız nasıldır, ne kadar verimlidir, neler üretilir” sorularına cevaben bir haritanın da planlandığını söyleyen İnce, “Dijital ortamda 5 büyük harita şeklindeki yapılan proje çok muazzam bir çalışmadır. Ama bu proje de planlamaya yetmez. Örnek verecek olursak, ben buraya zerdali ekeceğim dediğinizde, zerdalinin ekonomik analizinin yapılması gerekir ki bu da “ürünü ne kadar ithal ediyoruz, ne kadarını biz istiyoruz, ne kadarı sanayi kullanacak, ne kadar reçel olacak, ne kadarı kurutulacak” gibi planlamaları da beraberinde getirir. Bunun yanında zeytini ele alırsak bir çakıstesimizi doğru düzgün vakumlayıp kendi ihtiyaçlarımız için bile paketlere koyamıyoruz, kaldı ki bu durumda nasıl dış pazara açılacağız? Küçük sanayi desteklenmelidir. Zaten bizim en zayıf yanlarımızdan biri de odur. Tarımdaki ürünlerimizi bu tür sunuma hazırlayacak bir altyapımız maalesef ülkemizde yoktur. Örneğin, incir üretirsiniz ve şu an yapmadığımız incir reçeli, incir macunu gibi imalatları yaparak bunu marketlerde yerleştirebiliriz. Zira şu an herhangi bir rafta böyle bir ürün yoktur. Yine incir kurutularak da kullanılabilir ve böylelikle bu saydığım ürünlerden üretici zarar etmez ve hiçbir ürünü atmak zorunda kalmaz.”

“Ülkeyi programlı ilerleme kurtarır”

İnce, sözlerine şu şekilde son verdi; “Bu ülkeyi ancak hayvancılık ve tarımda programlı ilerlemeler kurtarır. Burada bakanlığın üzerine düşen görevlerden biri de proje koordinatörlüğü altında tarım veya hayvancılık yapmak isteyen kişilerin detayları araştırılarak fizibiliteleri kontrol etmek ve uygunluklarına karar vermektir. Tarımsal programlama ve fizibilite çalışmalarının şeffaf bir şekilde çok bilgili üniversitelerle de çalışılarak yapılması şarttır. Bakanlığın artık üniversiteleri de plan ve programlara dâhil ederek kara tahta eğitiminden çıkarıp birlikte çalışarak, hem fizibilite hem planlama yapması ve doğamızı koruması gerekiyor.”


Kaynak: Yeni Bakış Gazetesi