“Nükleer Santraller ve Etkileri Konferansı” sonuç bildirgesinde, Türkiye’de Akkuyu mevkiinde kurulması planlan nükleer enerji santralinin Kıbrıs’ı olumsuz yönde etkileyeceği; gerek santralde meydana gelebilecek herhangi bir kaza esnasında, gerekse santralin normal çalışması sırasında adanın birçok riskle karşı karşıya kalacağı kaydedildi.

Sonuç bildirgesinde, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın yapmış olduğu bir çalışmada Kıbrıs’ın, santralin olumsuz etkilerinden ve kaza olması durumunda radyasyondan en fazla etkilenecek olan bölgelerin başında geldiğinin saptandığı da yer aldı.

Kıbrıs Türk Tabipler Birliği (KTTB) tarafından yapılan yazılı açıklamada, “Nükleere Hayır Platformu” tarafından 10 Ocak Cumartesi günü düzenlenen “Nükleer Santraller ve Etkileri Konferansı” sonuç bildirgesine yer verildi.

Konferansta, Kıbrıs’a çok yakın bir konumda kurulması planlanan Akkuyu Nükleer Santrali’nin olası etkileri, modelleme çalışmaları, ÇED süreci, halk sağlığı üzerine etkileri, dünyada ve Türkiye’de nükleere karşı verilen mücadelenin tarihi gibi konuların tartışıldığı bildirildi.

SONUÇ BİLDİRGESİ

Sonuç bildirgesinde, “Türkiye’nin Mersin ilinin Gülnar ilçesi Akkuyu mevkiinde kurulması planlanan Nükleer Enerji Santrali Kıbrıs’ı olumsuz yönde etkileyecektir. Gerek santralde meydana gelebilecek herhangi bir kaza esnasında, gerekse santralin normal çalışması sırasında Kıbrıs birçok riskle karşı karşıyadır” ifadesine yer verildi.

Bildirgede şu tespitler yer aldı:

“TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın yapmış olduğu bir çalışmaya göre Kıbrıs, santralin olumsuz etkilerinden ve kaza olması durumunda radyasyondan en fazla etkilenecek bölgelerin başında gelmektedir.  Oda bünyesinde yürütülen çalışmada radyasyonlu parçacık dağılımı modellemesi yapılmıştır. Çalışmada, radyoaktif serpintinin izleyeceği yollar hesaplanarak atmosfere salınan parçacıkların 4 günlük güzergahları belirlenmiştir. Çalışma sonucunda ise bölgenin 300 km etrafının etkileneceği saptanmıştır. Ortalama 90 km uzaklıkta yer alan ülkemizin olası bir radyasyon sızıntısından etkileneceği açıkça görülmektedir. Böylesi bir radyasyon ise ülkemizi geri döndürülemez bir felakete sürükleyecektir.”

“AKDENİZ BÖLGESİNDE RİSK BÜYÜK”

Sonuç bildirgesinde, Kıbrıs Enstitüsü Enerji, Çevre Ve Su Araştırma Merkezi’nin yaptığı çalışmaya da değinilerek, şu ifadelere yer verildi:

“Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da planlanan ve inşaat halinde olan santrallerin yapılması durumunda  Kıbrıs’ın büyük risk altında kalacağı ortadadır. Hakim kuzey ve batı rüzgarları nedeniyle Avrupa'dan gelen kirleticilerin atmosferik taşınması sonucu Akdeniz bölgesindeki riskin  nispeten büyük olduğu belirlenmiştir.  Bu durumdaki bir meteorolojik rejimde güney Türkiye'deki Akkuyu santralinden oluşacak radyoaktivite emisyonlarının ağırlıklı olarak Kıbrıs adasını etkileyeceği açıktır.  Mersin ve Lefkoşa şehirlerinin hemen hemen aynı risklere maruz kalacağı belirlenmiştir.”

“ÇED RAPORU EKSİK”

Hazırlanan ve onaylanan ÇED Raporu’nun eksik ve yetersiz olduğu da kaydedilen bildirgede, şu ifadeler kullanıldı:

“Bu eksikliklerin başında gelen en önemli unsurlar şu şekilde sıralanmıştır: Olası bir kazada radyasyonun ne kadar ve nereye doğru yayılacağı irdelenmemiş, modelleme çalışması yapılmamıştır. Bu nedenle kaza durumunda ne gibi önlemler alınacağı belirsizdir… Trityum ve karbon izotopları, santralden çıkabilecek radyoaktivite içerisinde gösterilmemiştir ve yanıltıcı bilgi verilmiştir… Nükleer santralin uranyumdan enerji üreten, yani yanmanın olduğu en kritik kısmının tam olarak nereye konulacağı raporda belirtilmemiştir…

Depremsellik açısından jeofizik analiz ortaya konulmamıştır… Radyoaktif atıkların da ne olacağı konusunda çelişkili ifadelerin yer aldığı ve daha birçok konuda oldukça yetersiz görülen ÇED Raporunun iptali için TMMOB, Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipler Birliği yürütmenin durdurulması talebiyle dava açmıştır. Ayrıca Greenpeace Akdeniz de ÇED Raporu’na karşı dava açmıştır. Raporun onay sürecinin de hukuka aykırı olarak yapıldığı, şeffaflık ve katılımcılık ilkesinin gözetilmediğini düşünen birçok örgüt rapora itiraz etmiştir.”

“İKİ BÜYÜK KAZA”

Dünyada nükleer santrallerin yaklaşık altmış yıllık kısa tarihinde, felaket boyutunda iki büyük kaza olduğu belirtilen bildirgede, “Biri 1986 yılında Çernobil’de, diğeri ondan 25 yıl sonra 2011’de Fukuşima’da meydana geldi. INES’e (Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay Ölçeği) göre 7 seviyesindeki bu iki kazanın yanı sıra, 1987 yılı ile Haziran 2013 arası INES ölçeğine girmiş 611 olay yaşanmıştır” denildi.

Nükleer kazaların çok sık meydana geldiği belirtilen bildirgede, “Bu kazaların yarattığı sağlık sorunlarının pek çoğu kısa vadede gözlemlenemese de bilimin ışığında tahmin edilebilmektedir ve bunlar tamamen önlenebilir sağlık sorunu olarak değerlendirilmelidir” ifadesine yer verildi.

“ATIKLAR EKOLOJİK BİR FACİA”

Bildirgede, nükleer santrallerin son 40-50 yıldır faaliyette iken, henüz dünyanın hiçbir bölgesinde, nükleer atıkların saklanması ve imhası için lisanslı nihai bir çözüm ve depolama alanı bulunmadığının unutulmaması gerektiği de ifade edildi.

Bildirge şöyle devam etti:

“Nükleer atıklar kendi başlarına etkileri yüzyıllar boyu sürecek büyük bir ekolojik faciadır ve sızıntı tehlikesinin her zaman var olması nedeniyle kimse güvenli bir şekilde ortadan kaldırılabileceğini söyleyememektedir. Atıkların, terör hedefi haline gelme ve nükleer silah yapımında kullanılabilme riski de taşımaktadır. Santrallerin temel enerji kaynağı uranyumdur ve dünyadaki uranyum kaynaklarının 30-60 yıl yetebileceği hesaplanmaktadır. Dolayısıyla santralin sürdürülebilirliği tartışılmaktadır. Nükleer santrallerin normal çalışmaları esnasında çevreye yayılan radyasyonun yol açtığı hastalıklar korkutucu boyuttadır. Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalar göre özellikle çocuklarda lösemi artışı gözlenmiş ve kaydedilmiştir.”

“MÜCADELE GEREKLİ”

“Nükleer Santraller ve Etkileri Konferansı” sonuç bildirgesinin son bölümünde, Türkiye genelinde ve Kıbrıs’ta santralin yapılmaması yönünde mücadele verildiği belirtilerek, şu ifadeler kullanıldı:

“Santrallerin normal çalışmaları esnasında çevreye yayılan radyasyonun yol açtığı hastalıkların kanıtlanması, ortaya çıkan atığın yüz binlerce yıl bertaraf edilemeyecek olması, atıkların çeşitli nedenlerle taşınma işlemi sırasında oluşabilecek kazalar ve santrallerin savaş ve terörist saldırılar nedeniyle tehdit unsuru olması, bugün ve gelecekte ne denli büyük bir sorunla karşı karşıya kalabileceğimizin ve enerji elde etme bahanesiyle insan ve diğer canlıların sağlığını bu denli büyük riske atacak bir yöntemle mücadeleyi gerektirdiğinin aşikar göstergesidir.

Ülkeler tarafından tek taraflı kararlarla nükleer güç santralleri inşa etmek potansiyel reaktör kazalarının uluslararası sonuçlarını ortadan kaldırmayıp hukuksal olarak suç sayılmaktadır. Özellikle yüksek sismik risk taşıyan, doğal değeri yüksek ve insan nüfusu fazla olan bölgelerde potansiyel bir nükleer kaza sonucu oluşabilecek radyoaktivite atmosferik dispersiyonu risklerini değerlendirmek önemli bir zorunluluk olmalıdır.

Gerek Mersin’de gerekse Türkiye genelinde santralin yapılmaması yönünde büyük bir mücadele verilmektedir. Mücadeleye Kıbrıs’ın dahil olması santral kararının iptali için umut olmuştur.”