11 Şubat 2014’te başlayan ancak Ekim ayında ara verilen, BM aracılığıyla yürütülen Kıbrıs müzakereleri, KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yeniden başlıyor. Eski başmüzakereci Kudret Özersay’ın seçimde aday olmak için istifa etmesinin ardından başmüzakereci olarak atanan Ergün Olgun, yeni süreçle ilgili Al Jazeera’nin sorularını yanıtladı.

19 Nisan’da KKTC’de cumhurbaşkanı seçiminin birinci turu tamamlandı. 26 Nisan’daki ikinci turda mevcut cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve çözüm konusunda daha kararlı adımlar atacağını, güven artırıcı önlem olarak Kapalı Maraş bölgesinin gerçek sahiplerine verilmesi gerektiğini belirten Mustafa Akıncı yarışacak.

Olgun, Ekim ayından beri BM aracılığıyla yapılan kapalı görüşmelerde gelinen noktayı ve cumhurbaşkanı seçiminin müzakerelere olası etkilerini Al Jazeera’ye değerlendirdi:

Mayıs’ta müzakereler yeniden başlıyor. Daha önce Rum tarafı masadan kalkmıştı. Yedi aylık süre içerisinde ne değişti, bu kez Rum tarafının yaklaşımında bir değişiklik bekliyor musunuz?

Hem Ada’nın çevresinde hem Kıbrıs’ın içerisinde bir takım değişiklikler var. Birincisi hidrokarbon keşfi... Bu 2011’den beri devam eden bir gelişme ama artık hidrokarbonun bir lanete dönüşmemesi için paydaşlar arasında bir işbirliği ihtiyacı olduğu, ayrıca bölgesel bir işbirliğine ihtiyaç duyulduğu açıkça ortaya çıkmış durumda. Hidrokarbon konusundaki rekabet ortamı, iki ortak sahip arasında işbirliği geliştirmediğimiz takdirde bu bir istikrarsızlık ortamı doğuruyor. Bunun görünür hale gelmesini yaşadık, bu da uzlaşıyı gerekli hale getirmiş oldu.

İkincisi bölgesel istikrarsızlık… Yeni bir istikrarsızlık odağı, kutuplaşma ve yeni bir çatışma ortamı istenmiyor. Bu bölgesel aktörler açısından son derece gerekli hale geldi. Dolayısıyla bu gelişmeler Kıbrıs konusunda bir uzlaşıya aciliyet kazandırdı.

Bunun dışında Kıbrıs içinde de gelişmeler var. Mesela Güney’deki ekonomik kriz… Bölgenin en büyük ekonomisi Türkiye, Türkiye ile ekonomik işbirliğinin gerekliliği de ortaya çıkıyor. Gemicilik, turizm sektörü gibi birçok sektör açısından böyle bir faktör var. Bir de insanlar yoruldu artık, 1963’ten beri sürüyor Kıbrıs meselesi.

Ekim ayında Rumlar masadan kalkarken de bu söylediklerinizin tümü geçerliydi. Hidrokarbon yatakları bulunmuştu, bölgede istikrarsızlık, ekonomik kriz vardı. Yedi aylık süreçte durumun sürdürülemez oluşunu mu gördüler?

Ekim’den sonra ortaya çıkan en önemli etken Barbaros Hayrettin Paşa gemisinin buraya gelmesi oldu. Barbaros’un buraya gelmesi işin ciddiyetini ortaya çıkardı. Burada tek bir mal sahibinin Türkler adına da konuşamayacağını ortaya çıkardı. Dolayısıyla diğer faktörlere anlam kazandırdı, istikrar ihtiyacını, yıkıcı rekabetin tehlikeli olduğunu görünür hale getirdi. Rum tarafı da uluslararası aktörler de bunun farkına vardı. Hidrokarbon konusunda tek bir tarafın hareketinin riskler doğuracağı anlaşıldı. Birçok aktör hidrokarbonun Kıbrıs için katalizör olabileceğini dile getirdi. Ekim ayında Rumlar masadan kalkarken de söylediğiniz faktörler oradaydı fakat anlam kazanması Barbaros’un gelmesiyle oldu.

Barbaros’un Kıbrıs’ta uzlaşıyı teşvik edicilik bakımından pozitif bir rol oynamış olduğunu düşünüyorum.

Müzakereler yıllardır sürüyor, Annan Planı sürecini gördü Ada halkları. Yıllardır da masada aynı konular var. Bugüne kadar bir çözüme ulaşılamamasının sebebi nedir?

İstek ve ihtiyaç derecesindeki farklılık. 1963’ten sonra Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak algılanma sürecine girdi. Sonra Rum tarafının Ada adına Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi çok ciddi bir avantaj kazandırdı onlara. Bu statükoyu değiştirmek istemediler. Kıbrıslı Türklerin üzerinde izolasyonlar gibi bir hayli baskı varken, Kıbrıs Rum tarafını teşvik edici bir faktör yoktu. Bugün Rum tarafının da ihtiyacı artma sürecine girdi. Dolayısıyla ortam bir anlaşma için daha müsait. Bir fırsat penceresi var önümüzde. Çok ciddi şekilde değerlendirilmesine ve kullanılmasına ihtiyaç var.

Şu anda karar verildi, Mayıs’ta başlayacak sürecin taraflarca çok iyi değerlendirilmesi ve pozitif bir yaklaşımla sürdürülmesi lazım.

Bu sefer umut vadediyor dediniz, 2004’te de çözüme çok yaklaşıldı ancak Annan Planı’nı Rum tarafı kabul etmedi. Bu kez olası bir planda Rum tarafının kabul edeceği şekilde Annan Planı’na ek olarak, ne gibi farklar olacak?

Bu bir pakettir, içerisinde değişik unsurlar var. Siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde bir federasyon kurmaya çalışıyoruz. Kurucu devletlerin de eşit statüsü temelinde olacak, bir takım temel ilkeler yerine oturdu. Birçok parametre tespit edilmiş olduğu için o parametrelere uygun şekilde olacak. Çok fazla bir farklılık beklemek işin doğasına uygun değildir. Bunlara uymak zorunda, bu konuda mutabakat var, 11 Şubat’taki ortak açıklama metnine de girdi. Bir takım varyasyonlar olabilir ama dengenin ve siyasi eşitliğin gözetilmesi esastır. Ufak tefek bir takım farklılıklarla gelebilecek bir paket olacak, o farklılıklar da müzakere edilecek.

Toprak konusunda Annan Planı’na kıyasla bir değişiklik olacak mı örneğin?

Tabii ki orada da çok büyük dengesizliklerin çıkması mümkün değil. İnsanların yeniden göçmen edilmesi, yerlerinden edilmesi çok fazla arzulanan bir şey değil. Bir takım farklılıklar olacak tabii ki bazı ayarlamalar yapılacak. Ama bu ayarlamanın bir takım faktörlere uygun olarak yapılması mecburiyeti var. Orada on yıllardır hayat kurmuş bir insanı oradan söküp başka bir yere götürmenin hem insani hem de mali boyutu var. Ama tabii ki pazarlığın sonucunda bir hudut ayarlaması yapılacak. Bu dengeyi kurmak mecburiyetindeyiz.

Onların da görmek istedikleri, haklı oldukları bazı unsurlar var. Bizim de meşru hakkımız olan bir takım unsurlar var. İki tarafın da sadece kendisini düşünerek hareket etmeyeceği bir denge bularak, meşruiyet zemininde neleri karşılayabileceğimize bakmamız lazım.

Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu Pazar sonuçlanıyor… Müzakerelerin tekrar başlaması için seçim bekleniyordu, cumhurbaşkanı seçilecek kişinin en kritik görevi müzakere masasına oturmak olacak. Seçilecek isme göre süreçte önemli bir değişiklik bekliyor musunuz?

Tüm adaylar Ortak Açıklama Metni’ne sadık. Sayın Eroğlu ve Sayın Akıncı bu çerçeveye sadık olduklarını belirtti. Bunun müzakeresi yapılırken o çerçevede çok büyük bir fark olması mümkün değil. Stratejilerde de, yaklaşımlarda da hedefe ulaşmada kişisel farklılıklar olabilir. Ama amaç ortaya çıkmıştır. Kullanılacak stil dışında farklı bir şey beklemiyorum. 

Eroğlu son bir yıldır zaten müzakere masasındaydı. Temkinli adımlar attığını kendisi de dile getiriyor. Akıncı ise daha cesur ve kararlı adımlar atacağını dile getirdi adaylık sürecine. Seçilecek isim müzakerelerin hızına etki eder mi?

Sorumluluk üstlenildikten sonra her cumhurbaşkanının baktığı birkaç şey var. Bir, bugünkü ihtiyaçlar; iki, gelecekteki ortaya çıkması muhtemelen sorunlara karşı öngörülü davranmak. Buna baktığınızda model ortadadır, bunun gözetilebileceği bir müzakerenin yapılması, önümüzdeki dönemde Kıbrıs’taki ihtilafın bir etnik ihtilaf olduğunu göz önünde bulundurarak iki halktan herhangi birinin diğer tarafın ayrımcılığına maruz kalamayacağı, diğer tarafın hegemonyası altında olmayacağı hukuki düzenlemelerin bu anlaşma içerisine girmesine ihtiyaç var. Sadece anlaşmayı imzalamak yeterli değil, anlaşmanın daha sonra sürdürülebileceği ortamı da anlaşmaya yansıtmak zorundayız.

Fiiliyata geldiğinizde bütün bu sorumlulukları cumhurbaşkanı taşıyor neticede. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde gerek Sayın Eroğlu’nun gerek Sayın Akıncı’nın bu sorumluluk içerisinde hareket etmek mecburiyeti olacak.

Güven artırıcı önlemler konusunda bugüne kadar çok ciddi bir adım atılmadı. Adaylık yarışında bu konu da dile getirildi. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir, sizce güven artırıcı önlemler sürece katkı sağlar mı?

BM temsilcisi Eide’nin bir açıklaması var. ‘Benim görevim, bu yıl içerisinde kapsamlı bir çözümü gerçekleştirmektir. Bunun dışında güven artırıcı önlem öngörmüyorum’ diye bir açıklama. Ben Sayın Eide’nin bu görüşüne katılıyorum. Zaten önümüzdeki dönemde, Temmuz sonuna kadar bir sürecimiz var. Üç aylık bir dönem var önümüzde çünkü Ağustos ayı tatil ayıdır, BM de tatildedir. Eylül’de BM Genel Kurulu’nun toplantısı var New York’ta. O tarih çok ciddi bir eşiktir. O tarihe kadar Kıbrıs’ta bir çözüm olup olamayacağını görmüş oluruz. Önceliği Temmuz sonuna kadar kapsamlı bir çözümün müzakerelerine vermek daha sağlıklı olur diye düşünüyorum.

Eylül’de garantör ülkelerin ve Ban ki-Moon’un da katılacağı bir ortamda herhangi bir şekilde üzerinde uzlaşılamayan güvenlik, garantörlük gibi unsurların da ele alınacağı bir toplantı ile bu işi sonlandırabileceğimiz bir planla hareket etmenin ben şahsen çok daha uygun olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki üç aylık döneme odaklanarak hidrokarbon da, ekonomi de, Maraş konusunu da çözülebileceği bir noktaya gelinebileceğini düşünüyorum. Çok uzun bir zamanımız yok.

Güvenlik artırıcı önlemlerin müzakeresi en az kapsamlı bir çözüm müzakeresinin gerektirdiği kadar enerji gerektiriyor. Bu sefer enerjimiz ikiye bölünmüş olacak. Hatta bazen birden bire kapsamlı çözüm geriye atılıyor, güven yaratıcı önlemler öne çıkmaya başlıyor ve biz çözümü daha da fazla geciktirmiş oluyoruz. Samimi söylüyorum, zaten Kıbrıs’taki iki halk da bütün enerjimizi ortaya koysak, ancak bu üç ay içerisinde bütünlüklü anlaşmanın gerçekleştirilmesini mümkün kılacak kadar olabilir.

Referanduma gidebilmek için bizim bir kere kurucu anlaşmayı kendi aramızda müzakere etmemiz gerekiyor. Ondan sonra federasyonun anayasasısın hazırlanması lazım, bir de kurucu devletler anayasalarını hazırlayıp referanduma götürmek zorunda. Bunların hepsi başlı başına ciddi sorunlar, zaman alacak şeyler. Rum tarafındaki dostlarımda da bu işin Temmuz sonuna kadar toparlanması gerektiği kararlılığı var. Bu kararlılığı değerlendirmek lazım.

Kıbrıs müzakereleri yedi ay aranın ardından yeniden başlıyor

Müzakerelere ara verilmesinin sebebi, Ada açıklarındaki hidrokarbon yataklarının paylaşımı konusunda çıkan sorunlardı. Kuzey Kıbrıs, bu doğal zenginliklerde Ada’daki iki halkın da payı olduğunu söylemiş; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Ada açıklarındaki hidrokarbon yataklarında tek taraflı gerçekleştirdiği sondaj çalışmasına son vermesini istemişti.

GKRY çalışmalarına son vermeyince Türkiye, Ekim ayında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adına yeni hidrokarbon yatakları araması yapabilmek üzere seyir bildirimi (NAVTEX) yayınlamıştı. Bunun üzerine GKRY, BM aracılığıyla sürdürülen müzakerelerden çekildi. Türkiye de yayınladığı NAVTEX’i kullanarak KKTC adına sismik araştırma yapması için Barbaros Hayrettin Paşa gemisini Kıbrıs açıklarına gönderdi.

Nisan ayının başında Rum Yönetimi’nin yetki verdiği sondaj gemisi ‘bakım çalışmaları’ gerekçesiyle bölgeden ayrıldı. Türkiye de süresi dolan NAVTEX’i yenilemedi ve Barbaros’u geri çekti. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki-Moon’un Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide, KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası müzakerelerin yeniden başlayacağını duyurdu.

Kaynak: Al Jazeera